-

403 3 0
                                    

Omuzlarında  ve  dizlerinde  de  yün  örtüler  vardı.  Bu  şekilde  üç  kişinin  sıkışık  olarak  oturabileceği  kağnı odasının  kalanını  bir  iki  sandıkla  bir  iki  yiyecek  torbası  dolduruyordu. Zaman  ilerledikçe  rüzgâr  artıyordu.  Biraz  önceki  sulusepken  şimdi  kuşbaşı  kar  olmuştu.  Öğleden  beri aralıksız  yürüyen  öküzlerde  yorgunluk  belirtisi  başlamıştı.  Çakır,  ömründe  ilk  defa  bir  kağnı  yürütüyor, öküz  yediyordu.  Hayvanlar  yavaşladıkça,  yahut  ona,  yavaşladılar  gibi  geldikçe  kamçısını  indiriyor, hattâ  bazan  atının  üstünden  onları  tekmeliyordu.  Fakat  öküzler  bildiklerinden  şaşmıyor,  ezeli  ve  ebedi ağırlıklarıyla  battal  battal  yol  almakta  devam  ediyordu. Çakır'ın  gözleri,  bir  aralık  ileride  hafif  bir  ışık  görür  gibi  oldu.  O  zaman  kepeneğinin  altındaki  yayına  el attı.  Sadağından  bir  ok  çekerek  gözlerini  ışığa  dikti.  Işık  kaybolmuştu. Sonra  tekrar,  fakat  bu  sefer  başka  bir  noktadan  gözüktü.  Çakır,  kaşları  çatılarak  bakıyordu.  Işık  tekrar yok  oldu.  Üçüncü  seferinde  bir  değil,  birçok  ışık  birden  peyda  oldu.  Bir  ikisi  parlarken  ötekiler sönüyor,  bazan  hepsi  birden  parlıyor,  sonra  birlikte  kayboluyor,  tekrar  yanıyorlardı. Çakır,  gülümsedi.  Anlamıştı,  karşıda  ışık  falan  yoktu.  Uykusuzluktan  gözüne  ışıklar  gözüküyordu. Uykusuz  ve  yorgun  savaş  günlerinde  de  birkaç  defa  böyle  olduğunu  hatırladı. Şimdi  de  yorgun  ve  uykusuzdu.  Bir  gün  önce  hiç  uyumamıştı.  Bu  ikinci  gece  de  sabaha  yaklaşıyordu. Yorgunluk  ve  kağnıdaki  kadını  düşünmekten  doğan  üzüntünün  ağırlığı  ile  bir  türlü  hızlı  yürümeyen öküzlerin  verdiği  öfke  kendisini  bitirmişti. İşte  şimdi  demin  ki  ışıklardan  eser  yoktu.  Bütün  ovayı  kar  bürümüştü.  Sonsuz  bir  beyazın  içinden gidiyorlardı.  Yol  iz  kaybolmuştu  ama  yolu  şaşırmalarına  imkân  yoktu.  Karış  karış  bildiği  bu  yerlerde yolu  kendisi  şaşırsa  bile  at  şaşırmazdı.  Bu  düşünceyle  can  yoldaşı  olan  sevgili  atının  ıslak  yelesini okşadı. Havada  henüz  bir  ağarma  olmadığı  halde  Çakır,  sabahın  yaklaştığını  anladı.  Biraz  önce,  yanından geçtikleri  bir  tümsekle  üstündeki  üç  ağaç  da  köy'e  varmak  üzere  olduklarını  bildiriyordu.  Kağnıdaki kadına  bu  müjdeyi  vermek  aklından  geçtiyse  de  hemen  bundan  caydı.  Uyumuş  olabilirdi.  Yahut  kendi seslenmesinden  heyecanlanabilirdi. Çakır,  şimdi  öküzlerin  daha  yavaş  yürümelerine  müsaade  ediyordu.  Çünkü  yavaş  hareket  edilirse tekerlekler  gıcırdamıyordu.  Çakır'ın  köy'e  gürültüsüzce  varmak  istediği  anlaşılıyordu.  Herhalde  üç  bin, bilemedin  dört  bin  adım  sonra,  varmak  istedikleri  yere  erişeceklerdi. Sona  yaklaşmakta  olanların  sabırsızlığı  Çakır'ın  da  yüreğini  sarmaya  başlamıştı.  İçinden  bine  kadar saymaya  karar  verdi...  Saydı. Bir  bin  daha...  Fakat  bu  sefer  beş  yüze  gelmeden  sayıyı  şaşırdı.  Beyni  düşüncelerle  dolup  taşıyordu. Göğe  ve  ufuklara  baktı.  Belli  belirsiz  bir  ağartı  başlamıştı.  Birden  canlandı  ve  gülümsedi.  Çevik  bir hareketle  atından  atladı.  Arabanın  önüne  geçti.  Bir  eliyle  öküzlerin  boynuzlarından  tuttu.  Şimdi  onları daha  ağır  yürütüyor,  hiç  ses  çıkarmamasına  çalışıyordu.  At,  kendi  kendine  ve  uysal  adımlarla  sahibini takip  ediyordu.  Bu  sırada,  kağnıdaki  kadın,  yavaşça  seslendi: 

DELİ KURTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin