1718
Yaşadığım uzun süre boyunca aynı kanı taşıdığımız kişilerle sonsuza kadar bağlı olduğumuza inandım. Ailemizi seçemesek de bize sağladıkları bağ en büyük gücümüz ya da en büyük pişmanlığımız olabilir. Bu talihsiz gerçek kendimi bildim bileli aklımdan çıkmadı.
Ay ışığının Missisippi'nin derin sularının üstünde süzüldüğü bir gece iki genç adam sahipsiz bir gemi gördü. En genç olan gemiyi dalgın bir şekilde izleyene doğru döndü ve "Ne düşünüyorsun?" diye sordu. "Sancak yok bayrak yok, bir anda ortaya çıktı." Dedi ve biraz durakladı. "Gizemli bir gemi."
"Sence neden orada öylece duruyor?"
"Bence gidip baksak iyi olur."
Meraklı iki genç gemiye ulaştıklarında kimselerin olmadığını fark ettiler. Her yer sessiz ve karanlıktı. Eski ve harabe gemiyi sadece karanlık gökyüzündeki ay ışığı aydınlatıyordu. Güvertedeki merdivenlerden inerek dikkatlice ve tedirgince gemiye adımladılar. Genç olan elindeki gaz lambasını yaktı ve etrafı daha net görmelerini sağladı. "Herkes nerede yahu?"
Arkadaşının arkasında korkak bir şekilde ilerleyen bir diğeri konuştu. "Terk edilmiş, yani tüm eşyalar olduğu gibi bırakılmış."
"Beğendiğin bir tanesi al." Dedi ve göz kırptı. Gülerek eşyalara bakınırken kenarda duran tabutu gördü ve korkarak arkadaşının kolunu tuttu. "Hey bunlar ne böyle?" Siyah tabutlar parlak deri bir kumaşa ve kenarlarında altın işlemelere sahipti. Tedirgin olan adam tabutu gösterdi ve arkadaşına seslendi. "Açsana."
Genç adam kendine söyleneni yaparak titreyen elleriyle tabutu açtığında tam kalbine gümüş bir hançer saplanmış, mosmor damarları belirginleşmiş ve ten rengi solmuş ölü gibi yatan bir adamla karşılaşmayı beklemiyordu. "Bu ne lan?" Arkadaşına dönüp gördüğü adamı söylemeye kalmadan geminin içinde büyük bir gürültü koptu. Etrafına bakınırken yanındakinin yerinde olmadığını fark etti. Tedirgince geminin içinde birkaç adım geriledi.
"Merhaba." Dedi genç kadın ve narince işlemeli mendiliyle dudağının kenarındaki kanı sildi. Kırmızı saçları omuzlarına dökülüyor, kararmış gözleri oldukça korkutucu gözüküyordu. Göz altlarından çenesine doğru uzanan belirginleşmiş damarlar ve soluk teni onu daha da korkunçlaştırıyordu. "Böylesine uzun bir yolculuktan sonra yakışıklı bir yüz görmek ne kadar da hoş." Karşısında dizleri titreyen adama bir adım yaklaştı ve hemen arkasından beliren abisine kısa bir bakış atarak şirince kafasını yana eğdi.
"Ondan beslenebilir miyim Seokjin?" Siyah saçlı uzun adam, geniş omuzlarını gererek önündeki gencin elindeki lambanın ışığının yüzüne vurmasına sebep oldu ve bi adım öne çıktı. Böylece yakışıklı yüzü daha net görünüyordu. " Yapmamanı tercih ederim küçük kardeşim." Dedi ve gülümsedi.
Kendisine korkulu gözlerle bakan adama doğru döndü ve gülümseyişini genişletti. "Korkacak bir şey yok." Tekrar kız kardeşine dönerek devam etti. "Ne söylersem onu yapacak." Önündeki adamın tam dibine gelene kadar ilerledi ve gözlerini gözlerine dikti. Koyulaşan ve büyüyen gözleriyle anında onu etkisi altına almıştı bile.
"Hiçbir şey hatırlamayacak."
"Hiçbir şey hatırlamayacağım."
"Uzun bir yoldan geliyoruz. Fakat ne yazık ki buraya gelirken tüm mürettebatı kaybettik. Ayrıca eşyalarımızı da kıyıya çıkarmanızı rica ediyorum senden." Seokjin kolayca genç adama her şeyi unutturabilmiş ve genç adamı söylediklerine inandırabilmişti. Üstüne bir de ricada bulunmuştu. Ne kadar da nazik bir adamdı böyle küçük kardeşinin aksine.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
One Sıp Of Blood / KookMin
FanfictionBir vampirden yahut bir kurttan daha kötüsü... Bir melez. Şehrin alışılmış düzeni biraz bozulacak gibi görünüyor. İşte yeni kurallar. "Ama senin okşadığın yerler bile irin kokuyor sevgilim." (Bir diziden uyarlamadır.)