Her bölümün multimedyasına hikayedekine uygun fotoğraflar koymaya çalışıyorum. Okumaya başlamanızdan önce bunun farkında olup fotoğraflara da göz atmanızı öneririm.
İyi okumalar.
——————-
Gözlerini açtı. Her yer maviydi. Aşağı ve yukarı neredeydi? Dehşetle çırpındı.
En son hatırladığı, denizde yüzerken bacağına giren kramptı. Sonra telaşlanıp suda batmaya başlamış, battıkça daha da telaşlanmıştı.
Sahi, Yağmur gibi bir yüzücünün nasıl olur da eli ayağına dolanabilirdi?
Bacağına giren kramp yüzünden bir ağrı vardı bacağında, ama bu ağrı yüzmesine engel değildi. Artık aşağı ve yukarının nerede olduğunu da hissedebiliyordu. Suda şöyle bir döndü, etrafına bakınıp farklı bir şey aradı. Bir kara parçası, bir tekne, belki başka bir insan. Herhangi bir şey. Ama çevresinde hiçbir şey göremiyordu. İyice korktu.
Güneş batmak üzereydi, yani birkaç saattir suda baygın yatıyor olmalıydı. Ellerine baktı, gördüğü buruşuk ve beyazlamış derisi bunu kanıtladı. Midesi korku ve açlıkla buruldu. Üşüyordu. Bir an önce bir şeyler yapıp karaya çıkması gerekiyordu. Acaba dalgalar onu ne kadar uzağa sürüklemişti? Çevresinde onlarca tur attı. Suyun içinden ayaklarıyla zıplayarak daha yüksek bir görüş elde etmeye çalıştı. Ancak çabaları sadece kendini daha fazla yormakla kaldı.
Beyni düşüncelere bulanmaya başladı. Denizde kaybolup bir daha bulunamayan, sonra çeşitli eşyaları -ya da daha kötüsü, vücut parçaları- bulunan insanların hikayelerini hatırladı. Helikopterlerin havadan, teknelerin ve dalgıçların da denizden günlerce aradığı fakat bulamadığı, ailelerinin üzgünlüklerinden yaşama sevinçlerini kaybettikleri, hatta kurtulmuş olanların Discovery Channel'da programının yapıldığı hikayeleri düşündü. İnternette haber okurken ana sayfada görüp açmaya bile tenezzül etmediği o haberlerden biri olacak, kendi haberini de kendisi gibi binlerce insan okumadan geçip gidecekti. Tüm bunları düşündükçe moraran dudaklarına bir de korkudan kanı çekilen sapsarı yüzü katıldı. Gittikçe dehşete doğru ilerliyordu. Sonra televizyonda izlediği tüm hayatta kalma programlarında bunun aslında kendi sonunu getirmek olduğunu söylediklerini hatırladı. Bu duyguların üstüne gidip kendini kurtaracak bir yol düşünmeliydi.
Derin bir nefes aldı. Düşüncelerini toparladı ve kendini sakinleştirdi.
Sakin kalmak için özellikle çaba harcarken çözüm yolları düşünüyordu. Dalgaların gittiği yöne yüzmek, rüzgara ve güneşe bakarak konumunu anlamaya çalışmak gibi yöntemler düşünüyor ama bunları pek uygulayabileceğini sanmıyordu. Lisede coğrafyayı sınav için ezberlemek yerine güzelce öğrenmiş olması gerektiğini düşünüp kendine küfrederken, birden aklına geceyi beklemek geldi. Gece olduğunda sokak lambalarının havaya yaydığı aydınlığı seçebilir ve oraya doğru yüzebilirdi. Hem güneş de neredeyse batmıştı.
Çözüm yolu bulabildiği için kendine inanamıyordu. Stresi biraz daha azalmış, rahatlamıştı. Çok fazla yüzebilirdi, bu yüzden daha fazla enerji harcamamak için sırtüstü yattı. Güneşin turuncu ışıkları hızla koyu gece mavisine dönüşürken, birkaç yıldızı seçebilmeye başladı.
Ne kadar olduğunu bilmediği bir süre sonra, zamanın geldiğini düşünerek -ve tabii artık dayanamayarak- duruşunu düzeltip çevreye bakındı. Güneş gideli çok olmuş, gece mavisi yerini simsiyah karanlığa bırakmıştı. Dolunay bütün mistikliğiyle onu aydınlatıyordu- Tabii aynı şekilde, şehrin havaya yaydığı ışık huzmelerini de gizliyordu.
Dayanamadı, hıçkırıklara boğuldu. Burada ölecekti.
Daha 20 yıl bile yaşayamadan, saçma sapan bir şekilde ölüp gidecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızılçam
Science-FictionOrmanların içinde küçük, mütevazı ama bir o kadar da gelişmiş bir okul. Kızılçam'a hoş geldiniz, buyrun.