Odam hala bıraktığım gibiydi. Görebildiğim kadarıyla tek bir şeyin bile yeri değişmemişti. Hiçbir şey almadan çıkıp gitmiştim buradan. Babama o kadar sinirliydim ki onun parasıyla alınmış hiçbir şeyi istememiştim yanımda. Zaten planlı bir gidiş de değildi benimki.
Babam hep ona Arno kadar benzememi ummuştu. Bense her zaman ondan farklı biri olmak için direnmiştim. Arno ve onun arasındaki tek fark otuz yıldı. Giyinişleri, zevkleri, meslekleri... eş seçimleri bile benzerdi. Abim babamın küçük bir kopyası gibiydi. Bense sorun çıkaran, farklı şeylerle uğraşan ve babamın onaylamadığı evlattım. Bu yüzden sanırım, aynı çatı altında yaşadığımız her gün ikisiyle de ayrı ayrı tartışıyordum.
Evden ayrıldığımda belki bir gün özlerim gibi gelmişti ama geçen bu kadar yıla rağmen buraya karşı biraz bile özlem duymamıştım. Gözlerim yatağımın üstüne yapıştırılmış fotoğraflara takıldığında yutkundum. Belki biraz özlemiş olabilirdim. Ailemi değil ama başka birilerini. Adımlarım beni istemsizce duvara yaklaştırdı. Gördüğüm ilk fotoğraf lisenin ilk günündendi. Küçük bir arkadaş grubumuz vardı. Ben, Natasha, Clint, Bucky ve Steve. Fotoğrafta hepimiz vardık. Nat ortamızda duruyordu. Bir kolunu bana diğerini de öteki yanındaki Bucky'e atmıştı. Bucky'nin yanında Clint mutsuz suratıyla kameraya bakıyordu. Fotoğraf çekilmeyi hiçbir zaman sevmemişti. Bense kendime has gülümsememle öylece dikiliyordum. Yanımdaki Steve başını omzuma koymuştu. Gözlerim bir an için on beş yaşındaki haline takıldı. Şu an nasıl göründüğünü merak ettim. Steve Rogers'la olan ilişkim bir sır değildi. Bu kasabayı benim için çekilir yapan kişi aslında hep o olmuştu.
Sevgilim değildi ama sadece arkadaşım da değildi. Birbirimiz için ne olduğumuza bir isim koymuyorduk. O an birimizin neye ihtiyacı varsa öbürü o oluyordu işte. Bu arkadaşlıktan da öteydi. Hayattaki her hissimi, her korkumu, her düşüncemi bilen kişi oydu. Bir daha da öyle birine sahip olamadım. Olmak da istemedim. Her ne olursa olsun kimse Steve'in bendeki yerini dolduramazdı.
Derin bir nefes alarak gözlerimi ondan çektim. Kalbini bir kez daha kırmak zorunda olmak beni üzüyor ama bazen küçük kalp kırıklıkları bizi devasa üzüntülerden korur.
***
Duştan çıktıktan sonra valizimi açıp rahat bir kot pantolon ve beyaz bir tişört giydim. Uzun zamandır takım elbise dışında bir şey giymiyordum, bu değişim iyi gelmişti.
Ellerimi nemli saçlarımın arasına sokup odamdan çıktım ve ahşap merdivenleri inerek salona yöneldim. Annem bir kitap okurken babam masanın başında kağıt işleriyle uğraşıyordu. O da ben de birer avukattık. İkimizin ortak tek yönü buydu. Tabii o basit bir kasaba avukatıyken ben senede milyarlarca dolar kazanan bir plaza avukatıydım.
"Ah, hazırlanmışsın. Hadi gidelim." Annem kitabını kapatarak önündeki minik kahve sehpasına bıraktı. "Marta'nın yatığı biftekleri özlemişsindir." Oturduğu yerden kalktı ve bana doğru yürüyüp sıkıca sarıldı. "Nasıl özlemişim seni..." kollarımı gevşekçe beline dolamakla yetindim.
Babam bir an için önündeki kağıtlardan bakışlarını kaldırıp gözlüklerinin üstünden bize baktı. Sonra da sessizce ayağa kalktı ve masanın diğer tarafındaki araba anahtarlarını aldı. "Daha düzgün bir şey giyemez miydin?" Gözlerim istemsizce devrildi.
"Marta'nın Yeri'ne smokinle gidildiğini bilmiyordum." Anlaşılmaz şeyler homurdanarak kapıya ilerledi. Annem onun arkasından kısa bir bakış atıp omzumu okşadı. "O da seni özledi. Sadece... seni affetmeye çalışıyor."
"Ben affedilecek bir şey yapmadım." Sesim istediğimden daha asabi çıkmıştı. Annem ağzının etrafındaki kırışıkları göstererek dudaklarını birbirine bastırdı. O da gitmemi bir hata olarak görüyordu, sadece babamdan daha sakindi. Onunla kavga etmek istemediğimden hızlıca mırıldandım. "Gidelim hadi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişe Dönüş
FanficAU- Tony Stark yıllar sonra büyüdüğü kasaba olan Midtown'a geri döner. Hem ailesiyle yüzleşmesi hem de geçmişindeki insanlarla hesaplaşması gerekiyordu. Eh, Stark'ın her zaman bir B planı vardır. Peki planı bu sefer yürüyecek mi?