Her zamanki sıkıcı günlerden biriydi. Derslerde uslu, teneffüste canavar oluyordum. On dakikalığına. Aslında kötü bir öğrenci değildim. Ama iyi de sayılmazdım. Kim bilirdi ki o "yoklama" kaderimi değiştirecek. Tek tek alınmaya başladı. "Eylül Akpınar, İpek Köşeli, Caner Yener" Başladılar kahkaha atmaya. Soyadım ile dalga geçiyorlardı.
Kalkıp bir yumruk attım Cengiz'e. Biraz sendeledi ama masaya tutunarak dengesini korudu. Sınıftakiler başımıza toplandı. Birkaç kişi beni tuttu. Öğretmen hemen müdürün yanına gönderdi bizi. Müdür beni haksız buldu. Ve alın terimle bursluluğunu kazandığım bu özel okuldan atıldığımı söyledi. Yıkılmıştım. Mine Hanıma ne diyecektim şimdi? "Sizin verdiğiniz emekleri boşa çıkardım, en ufak tuzağa düştüm ve okuldan atıldım."mı diyecektim. Kapıdan çıkar çıkmaz arkadaşlarım yanıma geldi ve olanları öğrenmek istediler. İçimden müdüre söylemediğim kalmamıştı.
İşte yeni okulum, İleri Ortaokulu. Yeni sınıfım,8-F. Yeni arkadaşlar, yeni öğretmenler ve en önemlisi yeni beyaz bir sayfa...
Önce Furkan ile tanıştım. Furkan Koç. Orta boylu, zayıf, kumral, biraz da yaramaz. Ama iyi bir çocuğa benziyor.
Bilgisayarla aram pek yoktur aslında. Daha doğrusu okuldaki arkadaşlarımın bilgisayarı vardı. Aileleri onlara hediye etmişti. Ama ben, bırakın ailemden hediye almayı, ben ailemi bile tanımıyorum. Ben daha iki yaşındayken yetimhaneye bırakılmışım. Ailem yaşıyor mu bilmiyorum. Ama ben ailemin öldüğüne inanmak istiyorum. Çünkü hiçbir anne babanın evladını daha iki yaşındayken yetimhaneye bırakabilecek kadar kötü olabileceğini sanmıyorum. En çok da bu ihtimalden korkuyorum. Ya yaşıyorlarsa... Ya bensiz hayatlarına devam ediyorlarsa işte bu yüzden korkuyorum.