pinhani- unutuldular
"Bir perşembe gecesi, aslında her perşembe gecesi ölmek isterim." diyor.
"Bu dünyadan bir ben geçtim ama bu dünyadan geçtiğimi kimseler bilmeden, bir kalp atışı kadar sürede, bir kanat çırpışı kadar sürede ve bir dalganın sahildeki kumdan kaleleri yıkıp denize geri çekilmesi kadar sürede yok olmak istiyorum.
Öylece gökyüzünü izlerken, öylece yalnız ve öylece kumdan bir kalenin içinde gökyüzünü izlerken ölmek istiyorum. Kimseler bilmesin dedim, kimseler bilmesin dedim ama yine de birileri bu yollardan geçtiğimi, parmaklarımı canım yanana kadar duvarlara sürdüğümü öğrensin istedim.
Hoşgeldin, burası benim kumdan kalem. Şairin de dediği gibi, buradan bir ben geçtim. Buradasın, geçtiğim yerde. Kumdan kalemdesin ve sana bir dalganın nasıl da kumlar arasından süzülüp ellerimdeki çiçekleri kanata kanata söküp attığını anlatacağım. Seni üzersem bana darılma ne olur. Bilmeni isterim ki; bir perşembe gecesi, aslında her perşembe gecesi ölmek istedim."
Mumlar yaktım, gün ışığı bordo perdelerden bile içeri sızıyordu ama gün ışığına rağmen mumlar yaktım çünkü öyle demişti. "Mutlaka mum yak." demişti. "Gündüz olsa bile yak." Ben de öyle yaptım, mumların kütüphanedeki ahşap dolabın en üst çekmecesinde olduğunu da söylemişti. Öyle büyük bir ev değildi, küçük odalardan birine sıra sıra kitaplarını dizmişti, bir masa bile yoktu. Ahşap dolap dediği de anca dizime geliyordu. Mumları almak için eğilmem gerekmişti. Kitaplara göz gezdirmedim bile çünkü insanın ruhunun okuduğu kitaplarla şekillendiğine inanırım ben, Chanyeol da inanır buna.
Portakal kokulu mumlar arasında oturdum, saatlerce oturdum hem de. Gün ışığı bordo perdeleri terk etti ben yine de öylece oturmaya devam ettim sırtımı beyaz koltuğa yaslamıştım ve parmak uçlarımı kalının da kalını bebek mavisi peluş çoraplarımın içinde oynattım.
Çok yabancıydım, bu eve çok yabancıydım, daha önce hiç portakal kokulu mum yakmamıştım, daha önce sadece Chanyeol'un doğum günü pastasının üzerindeki mumları yakmıştım.
"Bitti ama." dedim kendi kendime. "Bir daha Chanyeol'un doğum günlerini kutlamayacağım." Evden de böyle çıkmıştım. Bitti ama, bitti artık, diye bağırmıştım suratına doğru. Ayağımda kalının da kalını bebek mavisi peluş çoraplarım vardı, sadece sırt çantamı alıp çekip gitmiştim. Daha önce hiç bu kadar büyük bir kavga etmemiştik, düzelir sanmıştım, işler bu raddeye gelmeden düzelir sanmıştım ama olmamıştı.
"Benim için bir mum yak, bir mum da kendin için yak üzgünsen. Portakal kokusunu sevmiyorsan eğer, özür dilerim senden.
Ben dünyaya sırt çevirmedim, ben kimseye sırt çevirmedim aslında ama birden kendimi deli dalga bir yalnızlık içinde buldum ve inanır mısın, ben yüzme bilmem."
Park Chanyeol denen herif bir buçuk senedir birlikte olmamıza rağmen babasına biseksüel olduğunu söylememişti, önemli değildi. Bu cidden önemli değildi ama babası onu eski kız arkadaşıyla evlendirmeye çalışıyordu, yaklaşık üç aydır, ve Park Chanyeol'un eski kız arkadaşı dünya üzerinde yaşayan en uyuz, en sinsi, en en en kötü sıfatların üzerinde toplandığı insanlardan biriydi, yemin ederim.
Kendisiyle tanışma şerefine nail olmuştum, Chanyeol'un istediği bir şey değildi çünkü beni sanki korunmaya muhtaçmışım gibi o kızdan uzak tutuyordu ama bir yerde hayatımız kesişmişti ve o sinsi yılan şak diye anlamıştı Chanyeol'un bana yanık olduğunu.