Bölüm 1 - İçki, Yıldırım, Kadın

21 2 1
                                    

Ortaköy Meydanı...Tarih boyunca birçok uygarlığa, devlete, millete tanıklık etmiş, birçok dine kucak açıp içinde barındırmış, hala da her milletten insanı ağırlamaya devam eden İstanbul'un simgelerinden birisi olan bu meydan şu an inlerin ve cinlerin top oynadığı bir mekandan başkası değildi.

Cem, kimseciklerin olmadığı meydana biz göz gezdirdikten sonra saatine baktı. Saat sabahın üçüydü. Meczup, sarhoş ya da evsiz olunmadıktan sonra kimsenin olmaması gayet normaldi aslında. Sonbaharın getirdiği kuru soğuk içini titretince oturacak bir yer bulmak için tekrar meydana baktı. Gündüze nazaran seçenek çok diye düşündü. Yavaş adımlarla meydanın ortasında bulunan ağacın altındaki banka yöneldi. Etraf o kadar sessizdi ki, elindeki poşetlerden gelen şişe tıkırtıları, olması gerekenden çok daha yüksek bir tonda çın çın çınlıyordu.

Banka oturunca poşetleri bir kenara bırakıp ellerini ovuşturdu ve avuçlarını dudaklarına götürüp ellerine doğru az da olsa ısınana kadar hohladı. Isındığına kanaat getirince poşetlerden birine uzanıp içindeki biralardan bir şişe aldı ve açtı. Bir yudum aldıktan sonra elinde şişeyle boğazı seyre daldı.

Hava bozacağa benziyordu. Karanlık olmasına rağmen denizin üzerini kaplamış kara bulutları ve içerisinde oradan oraya koşuşturan şimşekleri seçebiliyordu. Kesin yağmur yağacaktı. Bok gibi geçen bir günün üstüne yağan yağmur muhteşem olacak diye düşündü. Sıkıntıyla iç çekip birasından bir yudum daha aldı.

Aslen Giresunlu olup taşı toprağı altın olan bu şehre göç etmiş bir ailenin çocuğuydu Cem. Yani Cemşit. Nüfustaki isminden hayatı boyunca nefret ettiği için en azından kısaltılmışı olan Cem ismini tercih ediyordu. Annesi kendisine hamileyken geldikleri için de doğma büyüme İstanbullu sayılırdı. Tam bir Avrupa yakası çocuğuydu. Çocukluğu ve gençliği Zeytinburnu'nda geçmişti ve babası dolmuş şöförü olduğu için de çoğu yeri avcunun içi gibi biliyordu. Tabii Avrupa yakasındaysa.

Babası kendini bildi bileli devlet memuru olmasını istiyordu. Devlete sırtını daya da rahata erelim derdi hep. İyi diyordu da memur olmak istemiyordu ki. Patissier olmak istiyordu. Yemek yapmaya daha doğrusu rengarenk pastalar, krema dolgulu çörekler, kurabiyeler, tatlılar, çikolatalar, şekerlemeler... akla gelebilecek envai çeşit hamur işini yapmaya bayılıyordu. Bayılıyordu da babası bu isteğini duyduğunda pek bayılmamıştı. Erkek adamsın sen, mutfakta işin ne deyip esip gürlemiş bununla da kalmayıp eşek sudan gelene kadar dövmüştü. Elinden almasalar kemiklerini kırana kadar dövecekti muhtemelen. Lise seçimleri yapılırken adam olması için hiç fikrini sormadan endüstri meslek lisesine kaydını yaptırmıştı babası. Hep iyi tarafından bakıp, ileride bir mekanım olursa en azından torna tesviye işinden anlayıp dekore edebilirim diye düşünerek katlanmıştı liseye. Kimselerin haberi olmadan belediyenin açtığı kurslara giderek yapabilmişti tutkunu olduğu şeyi. Lise bitince gittiği kurstaki bir hocanın bulduğu bursla Fransa'da, hem de pastacılığın başkentinde, okuma fırsatı geçmişti eline. Geçmişti de babası bu duruma feci sinirlenmişti ve o gün ettikleri kavgayla amiane tabirle kendisine siktiri çekmişti. El mahkum arkada baba desteği olmadan gidecekti. Hep böyle bir günün geleceğini düşünerek çalıştığı yarı zamanlı işlerinden biriktirdiği paralarla, annesinin verdiği beş bilezik olmasa ne yapardı kim bilir. Fransa'ya gidince yaşam standartları yüksek olduğundan aldığı bursa ek olarak kıçından ter damlayıncaya kadar it gibi çalışıp didinerek okumayı başarmıştı. Okul bitince de hem kendini dışlanmış hissettiği hem de memleket hasreti ağır bastığı için yurda dönüş yapmak zorunda kalmıştı. Saf gibi, döner dönmez iş bulabileceğini sanmıştı ama hiçbir şey düşündüğü gibi gitmemişti. Fransa'dan farklı olarak burada yeteneğe, daha önemlisi içeriğe hiç önem verilmiyordu. Gdo fışkıran bol şekerli ve margarinli şeyleri süsleyip püsleyip çok matah bir şeymiş gibi fahiş fiyatlara insanlara kakalayan pastacılarla doluydu etraf. Kendisi onlardan birisi olmadığı için de sektörde tutunamıyordu. Bir ay, iki ay, üç ay iş arayarak geçmişti fakat bir türlü istediği şekilde bir yer bulamıyordu. Tüm bunların üzerine evde kalmak da eziyet olmaya başlamıştı. Zaten ailesiyle kalmaya mecburken bir de babasının durmadan söylenmesi iyice sinirlerini geriyordu ve sürekli kavga ediyorlardı. Bir an önce bir iş bulup kendisine bir ev tutmalıydı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 19, 2019 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

AZRA'İLE KARŞILAŞINCAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin