Amerikan Rüyası Niteliğinde Tatil (2)

283 26 37
                                    

Eğer hikayeme denk gelir ve beğenirseniz,  görüşlerinizi bildirmeyi ihmal etmeyin :)

  "Hayır, hayır bak bu tümüyle duruş şekliyle ilgili, eğer bir tık öne gidersen dengen kaybolur ve şu havayla insanları arabalara çektiği var sayılan tuhaf ve oldukça ürkünç balonlar gibi kıvırtıp durursun ve sonun zemine çakılmak olur." Yugyeom önündeki kartlara bakıyor ve nedenini bilmediğim şekilde, ciddi tavrını takılmış karşısındaki sevgilisine bakmadan konuşup duruyordu. Kaşları özenle çatılmıştı ve önündeki kartta ne vardır bilinmez, garip bir çıkmaza girmiş gibi duruyordu. O, Hoseok, Yoongi ve Jungkook oturmuş Tabu oynuyorlardı, aralarında iddiaya girdikleri oyun esnasındaki yanlışlara gülmek yerine stres olmalarından gayet net anlaşılıyordu. Yine neden böyle aksiyona girip gerildiklerini bilmiyordum. Ben genel manada kıçını devirip her halta üşenen tiplemelerden biriydim ve bilmiyorum bu bana daha klişeden uzak ama klişenin içinde bir yaşam sunuyordu. Hoseok - Yugyeom'un Amerika'ya taşındığımız gün aşık olduğu karşı daire komşumuz olur kendileri - sevgilisine gözlerini dikmiş anlattığı her detayı bir daha onu duyamayacakmışçasına dinleyip beni ağabeyliğimden utandırıyordu. Yine de pek umursamıyordum çünkü kardeşim besbelli salaktı. Nasıl oluyordu da bir günde karşı komşumu tavladığına anlam veremiyorum elbette, kara sevda mı yoksa sevda olmayan bir körlük mü - hani üstüme kakasını yapıp yüzüme işemekten zevk alan bir kardeşten söz ediyorum ben burada, nasıl olabilir? - anlamlandıramıyordum. Bir noktadan sonra sorgulamayı da bıraktım zaten. O nokta da yaklaşık on saat öncesini kapsıyor ama konu  söylenenleri geç çakan, hantal bir beynimin olması değil.

"Ne saçmaladığın hakkında tek bir fikrimiz yok seni boş beyinli. Çabuk anlatacaksanız anlatın yoksa sıranız geçti var sayıp benim veletle ben iddiayı kazanmış olarak kalkacağız buradan." Yugyeom, Yoongi'nin lafları üzerine huysuzlanıp omuzlarını sallayarak karşısındaki sevgilisine dudak büktü ve çocuk taklitleriyle ağlamaya başladı. O noktada, o naçizane sınırda onları dinlemeyi kesip arka sırada elindeki kişisel gelişim kitabının bir paragrafını baştan sona çizen Namjoon'un yanına yaptığım limonatalarla oturdum. Diğerleri için çeşitli aromalar kullanıp, sıcak havada iyi gelsin diye buzu tepeleme doldurduğum bardaklar artık rengarenk kombinle masanın üstüne giysi olmuşlardı. Herkes kendi alanında, eğlencesine göre takılıyordu ve bense sadece bitirdiğim tüm hikayelerimin yanında hangi diziye başlasam diye düşünerek tüm günümü yiyordum. Amerika'daydım. Tanrı aşkına çıkıp gezmeyi düşünebilirdim bile, tüm hayal ettiğim mekanlar buradaydı fakat ben oturmuş pineklemek dışında tek yemek yiyordum. Lavaboyu bile aksatıyordum bu süreçte yahu.

  "Jin, biliyor musun? Burada yazdığına göre insan inanç faktörüne inandığında, gerçekten bir şeye inanmaktan fazla olumlu sonuç alırmış." Kaşlarım çatık önümdeki limonataya göz atıyor, sarı rengin niye yerine oturmadığını çözümlemeye çalışıyordum ki yine pek akıllı arkadaşım karışık ve manasız sözlerini beynime bastırdı bir anda. " Ne? " dedim gayet anlamaz tavrımla.  " Kim ne yapıyormuş dedin sen?"

  Dalgınlığıma alışık beden sabırlı iç çekişini tamamlayıp cümleyi yeniden bana uyarladı. "Eğer inanmaya inanırsan," dedi tane tane, sanki beynim kelimeleri tek tek toplayan bir adet mekanik koldan ibaretti de onu anlamıyordum. "İstediğin bir şeye gerçekten inanmaktan daha olası olumlu sonuçla karşılaşırmışsın. Yani, şu ki inancın kendisine inanmak, kafanda istediğin tek alt dala inanmaktan daha iyi. Örneklememi ister misin?" Anlamsız ifademle suratına bakıp terlemiş bardağı avucuma alırken kaşlarımı kaldırıp onu reddettim.

  "Anladım, kendine olan inanç gibi bir nevi. Kafada her neyin gelişi varsa inanıyorsun. Çünkü, aslında, teoride zaten inanca inanarak her şeyi kabullenmiş sayılıyorsun ve ekstra farklı inanç alanına gerek kalmıyor." Limonatamdan koca bir yudum alıp yine sessizleştim. İşte ben böyleydim, salak sanılıp beyninin içinde boşluktan başka karartı olmadığı sanılan, bir işle meşgalesi olmadığı tescillenmiş ama aslında her şeyi görüp duyan ve kavrama zekası çoklarından iyi bir adamım. Onun aksine benim zekam konuşulmaz ama bir noktada benim onu yeneceğimi o içten içe bildiğinden olsa gerek, hep bana açıklama girişiminden bulunur ve bu da onun savunmasıdır. Çünkü onunda zekası dışında hiçbir artısı yok. Gülerim ama ne yazık ki onun sahip olamadığı çok özel ve doğuştan sahip olunmaz görünüşe ve görkeme sahibim ben. Ve çokça da kibre, tabii o konu da ayrı başlıklarda incelenirse önem kazanır ve bir zahmette beynimde olup biterse daha açıklayıcı olur çünkü, yine, ne yazık ki  ben dışarıda alçak gönüllülük rolünü üstlenmiş o ezik rolleri oynamayı benimsemişim ve hepsi de annemin suçu!

SULFUS ¦ Namjin  [Tamamlandı] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin