ötelenmeyen berikiler

78 10 8
                                    


"Ama eğer beni sevdiysen,
Neden beni terk ettin?*"

Efnan Tunca,

Geçmişin tekerrürü gözümün önüne ince bir tül perde gibi indi. Çok değil, yalnızca üç yıl öncesi zihin şeridimden somut bir şekilde akıp gittiğinde anın bocalamışlığı dört bir yanımı sardı. Ve o an düşündüm.

Üç yıl önce, yani tüm lise hayatımız boyunca kaldığımız kız yurduna yeni gelen kızdı başlangıçta. Sonra Esen ile birlikte ikamet ettiğimiz odaya düştüğünde kimin fikrinin ürünü olduğunu bilmediğim-muhtemelen Esen'den çıkmıştı- bitirim üçlünün bir parçası oldu, fark ettirmeden. Onu aramıza almak için ekstra bir çaba harcamadık. Ya da doğru düzgün oturup konuşmadık. O sıralarda hayatımıza aniden dalan kız olarak nitelendiriliyordum onu. Açıkçası kendi adıma konuşacak olursam yüzüne bile bakmadım. Aramıza öyle hızlı girdi ki bizim bile ruhumuz duymadı. Günün neredeyse tamamını-sekiz saat- derslerde ve kütüphanede geçirdiğimizden birbirimizin yüzünü bile zar zor görüyorduk. Hadi biz yine Esenle aynı sınıftaydık ancak o sözellerin dersliğinde olduğundan-teneffüs'e, tuvalet hariç, gerekmedikçe çıkmazdı- karşılaşma olasılığımız sıfıra indirgeniyordu. Dolasıyla hepimizin odada olduğu akşam vakitlerinde biz kitaplardan kafamızı kaldırmadıkça-kendileri ders de çalışmıyordu- ağzımızı açmıyorduk.

Sınav haftaları sona erdiğinde kendi çapımızda yaptığımız ufak kutlamalara onu da dahil ettiğimizde aslında onun da bizden bir parça olduğunu anlamıştım. Henüz hikayesini bilmesek de sormaya tenezzül etmedik. Derslerin bitimiyle odaya gelmemiz,üzerimizi değiştirip yemekhaneye inişimiz ve uyuyana kadar birlikte geçirdiğimiz vakitlerde ettiğimiz muhabbetler onun hakkında edindiğimiz gerekli gereksiz tüm bilgiler zihnimin bir köşesinde ve hâlâ taptazeydi.

Nihayet lise sona geçtiğimizde aylardır yaptığımız 'otur biraz ders çalış' uyarılarını bir kez olsun dikkate almadı. Esasen akıllı bir kızdı. Hiç mi hiç çalışmamasına rağmen sınavlardan geçebiliyordu. Fakat bu üniversite sınavının gelip çattığı gün aynı seyirde gitmedi. Bildiğiniz üzere ÖSYM'nin sorduğu soru tarzlarıyla okul sınavlarının uzaktan yakından alakası yoktu. Biz bile alanımıza giren derslerden üçer kitap bitirmemize rağmen kılpayı istediğimiz üniversiteye girmiştik. Nitekim o,barajı bile geçememişti. Ancak sınav çıkışı surat ifadesi öyle rahat ve sakindi ki ,bir an için paçayı son anda kurtardığını düşünmeden edememiştim.

Esasen onun her zamanki haliydi bu.

Hayatı ti'ye almayan o tiplerdendi. Ama buna rağmen lakayt davranmazdı. Kendi halindeydi.Kimseye kin gütmezdi,gerekmedikçe tartışmazdı ve en önemlisi göz devirmezdi. Sevgili,aşk ve meşk konularına bulaşmazdı. Çirkin olduğundan değil de etliye sütlüye karışmayan tavırlarından olduğunu bilirdik. Birkaç kere aldığı çıkma tekliflerini büyük bir nezaketle reddetmişti. Hatta öyle ki bir tanesinde bizzat uzaktan izlemiştik-suç ortağım Esen'di tabii ki.- Kullandığı kelimeleri tam olarak duyamasak da karşısındaki o zamanların ultra yakışıklısı diye adlandırılan adını tam hatırlamadığım çocuk bile şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş gibi kalmıştı. Bu da hiç erkeklerle konuşmadığı anlamına gelmiyordu tabi ki. Bazen diğer erkeklerden daha iyi anlaştığı oğlanlar da olmuyor değildi. Bunu nasıl başardığını her seferdinde sorardım ona. Ekseriyetle suratıma bakıp gülerdi.

Onu gülerken görmek alışkın olduğumuz bir hadise değildi,sevgili dostlar.

Yurda geç kalıp da o suratsız müdireden azar işitsek de, matematikten kalsak da-ki bu kişi ben oluyorum- bir eşyamız kaybolsa da veya günün sonunda moralimizi bozacak herhangi bir şey olursa kedi gözlerini gözlerimize dikip 'canınız sağ olsun' derdi. Başarımızıda paylaşırdık yeri geldiğinde hüznümüzü de.

Kaybetme SanatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin