Yazın son demleriydi artık. Sonbaharın gelişini haber eden gri bulutlar, büyülü güzellikteki Alaçatı'nın zerafetine gölge düşürüyordu. Sonbaharın ardından, kışın geleceğini anlayan güzeller güzeli Alaçatı, içinde barındırdığı yüz binlerce insanı uğurlamak zorunda kalmasına üzülüyor ve kırılıyordu. Oysaki yaz boyunca tüm güzelliğini, şirinliğini boy gösterisi yaparak insanlara sunmuş, Türkiye'nin hatta dünyanın dört bir yanından turist getirerek kendine aşık etmeyi başaran, nazlı bir kız gibiydi Alaçatı. Ama artık ne yazık ki o altın günlerinden geriye eser kalmamıştı. Havası serinlemiş, denizi hırçınlaşmış, birbirinden güzel pembeli, morlu çiçekleri solmaya başlamıştı. Yaza sitem ederek veda ediyordu güzel kasaba.Ama ben onun bu halini de seviyordum. Böyle de ayrı bir doğası oluyordu buranın. Sadece yerli halkı kalıyor, sokaklar boşalıyor ve inanılmaz huzur dolu bir yer oluyordu. O, gerçek sevenleriyle baş başa kalıyordu. Soğuğuna, durgunluğuna aldanmadan, onu her haliyle seven insanlarıyla...
Her İstanbul'a dönme zamanı geldiğinde kendimi, onu aldatıyormuş gibi hissediyordum. Çok sevdiğim sevgiliden severek ayrılmak zorunda kalmışım gibi bir hisle doluyordu kalbim. İnanılmaz üzülüyordum. O da sanki İstanbul'u kıskanıyormuş gibi sert sert rüzgarlar estriyor, bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor, her yere zarar veriyordu. Kızgınlığını böyle ima ediyordu sanırım. Kırıp dökerek...
Bir hafta daha sonrasında, onu terk etmek zorunda kalacaktım. Gitme zamanı geliyordu. Eylül ayı, beni buradan ayıracaktı. Yeni bir dönem başlıyordu. Bu sene, üniversite sınavlarıyla başım dertteydi. Kaderimi belirleyecek olan bu seneyi iyi değerlendirmeliydim.
Odamda kitaplığımın tozunu alırken bir yandan da soğuk sonbahar havasına uygun romantik bir müzik odamın içini dolduruyordu. Ben de içimden mırıldanarak toz almaya devam ediyordum. Odamın içi mis gibi kokuyordu. Vanilya kokulu oda spreyi... Bu kokuyu seviyordum.
Pencerenin camına baktığımda, yine yağmur damlalarının camda süzüldüğünü görünce, klasik olarak yine yağmur yağdığını anladım. Sakin sakin yağarken pencereden, yağmur yüzünden dükkanlara sığınan insanları inceledim.
Asya ve Batuhan, muhallebi dükkanının şemsiye altındaki mavili, beyazlı sandalyelerinde otururken konuştuklarını görünce, ister istemez kaşlarımı çattım. Sevgilisinden ayrılalı sadece, üç ay olmuştu. Ondan büyük bir hayalkırıklığı ve üzüntü duymasını beklerken, hiç vakit kaybetmeden kendisine buradan bir sürü yaz aşkı edinmişti. Daha da korkuncu, ayrılalı daha bir ay olmadan Akın'ı unuttuğunu söylemesiydi. Onu bazen tanıyamıyordum.
Karne günü Akın, Asya'yı yanına çağırarak, ona hangi amaçla yaklaştığını öğrendiğini söylemiş ve onu aşağılayarak ondan ayrılmıştı. Çok ağır laflar etmişti ve bu kötü bir durumdu. Benim başıma böyle bir şey gelseydi, bu kadar çabuk unutamazdım. Fakat Asya'da durum biraz farklı olmuştu. O, çabuk unutmuştu bunu.
Yaz boyu Berkin ile hiç yüz yüze görüşememiştik. Fakat her gün telefonlaşıp konuşmuştuk. Ona iyice alışmış ve onu sevmeye başlamıştım. Duyguları ve bana söyledikleri çok samimi geliyordu. Umarım bu hep böyle devam eder.
Yağmur dinmişti. Herkes saklandığı yerden çıkmış, yağmur dolayısıyla birkaç dakikalığına duran hayat, yeniden canlanmıştı. Güneş, bulutlar arasından tekrar çıkıp gülümsüyordu.
Buranın yağmuru meşhurdur. Bilen bilir, birden yağmuru başlar; hızlanır, hızlanır, hızlanır... Hiç durmayacak sanırsın ama seni yanıltır. Birden yağmur durur ve güneş açar.
Müziği kapatıp, üstüme ince bir hırka giydim ve aşağıya indim. Annem'e ''Ben dışarı çıkıyorum.'' dedim. Annem, onaylayarak başını salladı ve evden çıktım. Asya'ların yanına gittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Saplantı-3 : Hoşça Kal
Non-FictionBU HİKAYE GERÇEK, YAŞANMIŞ BİR HİKAYEDEN İLHAM ALINARAK KURGULANMIŞTIR. KARAKTER İSİMLERİ HAYAL ÜRÜNÜ OLUP, KARAKTERLERİ GERÇEKTİR. Saplantı kitabı'nın üçüncü kitabıdır. Aşk, hayal kırıklığı, ihanet... Aşk'ı arayan bir aşkın hikayesi... ''Ne bileyim...