Yine istemsizce kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Dudakları, burnu, bakışları... Ne kadar da Rıza'ydı. Rıza'yı çok özlerken farketmiştim bunu. Karşımda oturan kişiyle, Mete'yle, O'nun bu benzerliği eskisi kadar dikkatimi çekmese de gözlerimi alamıyordum. Gerçi Mete'nin umrunda bile değildim ve bu, iyi bir şeydi. En azından baktığımda suçlayıcı veya sorgulayan gözlerle karşılaşmıyordum.
Başka şeylere odaklanmaya çalıştım. Etrafa bakındım. Çay bardaklarına ilişti gözüm. Çayı bitmişti. Doldurmak için kalktım. En çokta ellerini benzetiyordum bir ara. Bardağı alırken eli elime deyince benzerliğin aklıma gelmemesi garipti.
Çayı getirdim ve saçmaladığıma karar verdim. Cidden saçmalıyordum. Son bir kez daha istemsizce yüzüne baktığımda Mete de bana baktı. Gülümsüyordu. Anlatılan olaya olmalıydı.
Gamzesi dikkatimi çekti. Yeni farkettiğim gamzesi. Varlığını bildiğim ama yeni farkettiğim... Benim için çok yabancı bir şeydi. Rıza'nın yoktu gamzesi. Rıza'nın yoktu, Onda olmayan bir şey bana güzel gelemezdi. Ama o sırada baktığım gamze o kadar güzeldi ki... Gülümseyişini de yeni farketmiştim. Ve gözlerini. Bakışım bir saniye civarı sürse de yüzünün aşağı tarafına, gamzesine baktığımı farketmiş olmalıydı. Baktığımı ve baktıktan sonra ardarda gelen dehşet içinde ve gergin ifadeyle yüzümü çevirdiğimi... Utandım. Utandım ama ilk defa vicdan azabı çekmedim Rıza'da olmayan bir şeyi güzel bulduğum için. Yaranın acısı geçiyor olmalıydı.
Ve bütün bu anlattıklarım da geçti. Sanırım.
Bu anlattıklarım bir günlüğüne çeşitli nedenlerden dolayı kuzenim Mete dayımların yanına gitmek için şehir dışına çıktığımızda gerçekleşmişti.
Rıza'dan tekmeyi ilk yediğimde Mete bizdeydi ve Mete'nın ellerini, mimiklerini, gözlerini; özellikle de dudaklarını Rıza'ya benzetmiştim.
Bu nedenle sürekli onunla uğraşıyor, arabada o sürerken önde oturuyor, yakın davranıyordum. Biliyorum bu çok aptalca, ama elimde olmadan yaptığım bir şeydi.
Aramız iyi sayılırdı bizdeyken.
Bir günlüğüne gittiğimiz zaman ama, bir kez tek gözlerime baktı. Umursamıyor gibi de davranmıyor, bildiğin umursamıyordu.
Bu durumun içimi acıttığını farkettim çünkü orda olduğumuz süre boyunca gizlice onu seyretmiştim. Hoşlanıyor muydum? Nasıl? Sadece Rıza'ya benzediği için baktığımı düşünürken bu düşüncenin aslında sadece bir bahane olduğunu farkettim.
Ne kadar Rıza bana tekmeyi basmış olsa da ben halen ona sadık olduğumu düşünüyordum ve başkasını sevebilme fikri imkansız geliyordu. Beynim kendime bu bahaneyi üretti böylelikle.
Eve döndüğümüzde kendimi çok depresif hissediyordum. Hoşlandığımı farketmek böyle hissettirmişti.
Beyin size çok acı çektiren şeyleri otomatikmen unutturur. Rıza ile ilgili her şeyim de böylelikle gitmişti. Bir tek Facebook mesajlarımız kalmıştı geriye.
Uzun bir aradan sonra Rıza için acı çektiğim zamanlarda dinlediğim şarkı olan My Happy Ending'i açtım. Avril'in şarkılarında tamamen beni anlatmasını seviyordum.
Ve mesajlarımızı açtım.
Zaman öyle çok silmişti ki zihnimdeki her şeyi, neden olduğunu bilmeden acı çekiyordum.
Şuanda da yaptığım buydu, onu unutmadığım düşüncesini acı ve aniden müzikle gelen anılar bana verebilirdi.
Bir yandan şarkıyı dinleyip diğer yandan mesajları okurken gözümden bir damla yaş süzüldü. Eskisi kadar samimi bir damla olmadığını farkettim. Eskisi gibi içten değildi.
Gözlerimi sildim, mesajları kapattım.
Kendimi şarkıya bıraktım.
Neden beni böyle bir zamanda pat diye bırakan ve asla geri dönmeyeceğini bildiğim birini halen sevmeye çalışıyordum ki?
Müziğin getirdiği anılar daha çok sinirlenmeme sebep oldu. Bütün o güzel dediğim anıların yalan oluşu, ben farkında olmadan alttan alttan şeyler söyleyip kendi kendine benle dalga geçip eğlenmesi. (Bana orada olsaydım voleybol oynardık demişti mesela, diğer kızla tanıştığı ve flörtleşmeye başladığı yer olan file de. Kendi kendine dalgasını geçiyordu böyle.)
Onun umrunda değilsem benim de umrumda olmamalıydı. Ah, çok aptaldım.
Şarkı bitmek üzereydi ve ben tüm gerçekliğin yüzüme vurulması karşısında gerçekten nefret ettiğimi hissettim. Rıza'dan. Nefret. Ediyordum.
Facebook'a girdim. Arkadaşıma Mete'den bahsettim. O an emin olmuştum gerçekten hoşlandığımdan.
Hayır, bu Mete'ye karşı bir yara-bandı muamelesi değildi. Sadece kendimi kısıtlamaya çalışsam da eninde sonunda aşkın tekrar beni bulacağı gerçeğinin ortaya çıkışıydı.
Ertesi sabah markete gidip bir sürü bakım malzemesi aldım. Elden bırakmamıştın bakımı ama daha iyisini de yapabilirdim. Mutluydum. Uzun bir aradan sonra mutlu hissettim kendimi.
Ta ki eve gelene kadar.
Eve geldiğimde annemin yüzünde başımın çok büyük bir dertte olduğuna dair bir ifade vardı. Kanımı donduran bir ifade.
Ve ağzını açtı, kelimeler kurşun gibi saplandı beynime.
"Facebook'una girdim. Mesajlarının hepsini okudum. Kim bu Rıza?! Ve Mete. Yuh sana. Yuh. Demek onlara gittiğimizde hep bunu düşünüyordun. Kötü gözle bakıyordun çocuğa. Ve burda, sürekli yalan söylüyormuşsun demek! Her dışarı çıktığında, her izin aldığında... Ben sana güvenmiştim! Sen Rıza pisliğiyle mi buluşuyordun hep?! Kim bu Rıza, soyadı ne?! Nerede oturuyor bu çocuk!!"
Ses tonu. Yüzündeki igrenme ifadesi. Tiksinme. Ben bu sefer gerçekten sıçmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUZENİNE AŞIK OLMAK.
RomanceHenüz imkansız bir aşktan kurtulmuşken daha imkansızına kapılmak... Milyonlarca engel gibi diye karşıma çıkan şey: Aileler, çocuğun geçim durumu. Ha bir de kuzenim olması. Hiçbir engel benim umrumda değil. Onunda değil demek isterdim tabi de, en b...