“ Evet, sayın seyirciler ana gündemimiz olan siyaset dünyasına bu haberimizle birlikte son veriyoruz. Sıradaki haberimiz ise bir hırsızlık olayı. Güpegündüz kuyumcu soygununa teşebbüs eden hırsızlar kan döktü. Silahlı ve maskeli dört kişi olduğu tahmin edilen soyguncular kendisine direnen kuyumcuyu tereddüt etmeden kurşun yağmuruna tutarak öldürdüler. Yaklaşık olarak 200 bin liralık vurgunla olay mahallinden hızla uzaklaşan hırsızlar hakkında polis geniş çaplı operasyon yürütüyor...”
Pazar güneşinin o çiğ sıcağında olduğundan daha bir solgun görünen haki renkli eski koltuğunda oturuyordu Fethi Bey. Günün akşama yaklaşan saatlerinde mutat olduğu üzere her zamanki yerine kurulmuş haberleri izliyordu. Evinden pek çıkmaz mümkün olduğunca yeni insanlarla tanışmaktan imtina ederdi. Akı karasını geçen seyrek saçlarını geriye doğru tarar; hızlı uzamayan saçlarına sık berber ziyaretlerine sebep olmadıkları için içten içe minnet duyardı.
Arada sırada uğradığı mahalle kahvesinin uzak bir köşesinde iki çay içer biraz gazetelerle oyalanır sonra da kestirmeden evinin yolunu tutardı. Korkardı insanlardan. Onların şaşkın ve kınayan bakışlarına aldırmazdı. İçlerinde sakladıkları ve dışarı çıkarmak için fırsat kolladıkları kötülüklerini ifşa eden ana haber bültenleriyle gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini ise tartışmasız şekilde haklı olmasına yorumlardı.
Zigon sehpanın üzerinde yer yer görülen kahve damlaları kalitesiz mürekkebini dağıttığı zavallı gazetenin kullanılmış yorgunluğuna fevkalade efkârlı bir hava veriyordu. Manşet yazısının en az kâğıdı kadar ucuz mizanpajı ve büyük puntolarla yazılan üçüncü sayfanın dramatik haberleriyle uyumlu hâli trajik görüntüsünü daha bir vurguluyordu.
Ortasından katlanmış müsveddede “...14.00 itibariyle etkili olan sağanak yağış, sele dönüştü. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, ev ve iş yerinde su baskınlarına neden olurken bodrum katta yaşayan bir anne ve iki çocuğu boğularak öldü. ” haberi göze çarpıyordu.
“Akşam haberleri diyorlar ama daha güneş bile batmadı.” diye ancak kendinin işitebileceği bir sesle söylendi. Yaz saati uygulamasının bu küçük cilvesini kendine özgü kinayesiyle dile getiriyordu Fethi Bey. Sonrasında sanki büyük işler başaran adamlara has çok önemli bir olayı aydınlatmanın verdiği kurumla daha bir yerleşti koltuğuna. Kol izinin muhlis bir kedi gibi kurulduğu koltuğun kenarındaki kirli sarıya dönen dantelliyi eliyle düzeltirken kaçamak bir bakış attı kapıya. Öyle ya hanımı hiç hoşlanmazdı yakını iyi seçemeyen gözleriyle hâlâ beyaz zannettiği dantellilerinin yerinden oynatılmasına.
Bu esnada kısa aralıklarla çalan tiz bir telefon sesi duyuldu. “Ben bakıyorum.” deyip yılların alışkanlığıyla ahizeli telefonun üzerinde sararmaya yüz tutmuş el işi örtüyü kaldırdı. “Hay Allah. Gördün mü Hanım bak yine şaşırdım telefonları.” diyerek gülümsedi ve sehpanın üzerindeki telvesi kurumuş fincanın hemen yanında bulunan tuşlu telefona uzandı.
Bir anda yüzüne ciddi bir ifade oturan adam aynı ciddi tavırlarla boynunda asılı duran dereceli gözlüklerini taktı. Kurumaktan ziyade eskimeyen alışkanlığının yönlendirmesiyle diliyle dudaklarını ıslattı. İstemsizce geriye doğru çektiği kafası ve iyice kıstığı gözleriyle bir müddet inatla çalan telefonun küçük ekranına baktı. Tanıdık birisinin aramadığını anlayınca şöyle bir durakladı. Neden sonra gözle görülür bir hışımla telefonu açarak kulağına götürdü. “Alo...” “...Kim soruyordu... Hmmm. Yani belki alışveriş yapıyorumdur da başka yerlerde oluyor hani. Yok, kardeşim yok... Ya ısrar etmeyin araba maraba istemiyorum... Çekilişmiş talihmiş bırakın efendim bırakın... Hay hay. İhtiyacı olan birine verin siz onu... Haydi, Yallah” diyerek kapıyı yüze çarpmaya eş bir kızgınlıkla telefonu kapattı. “Terbiyesiz adam seni. Birde o aklıyla beni kandıracak.”
Fethi Bey, az önceki yüksek tansiyonlu anın artçı sarsıntılarını titreyen ellerinde belli ediyordu. Bir yandan büyük bir badireyi zarar almadan savuşturmanın gururunu yaşarken öbür yandan kendisinden pek emin olan telefondaki o neşeli sesin sahibi adamı düşünmeden edemiyordu. “Ya sahiyi söylüyorsa ?”, “ Ya araba gerçektende bana, pardon bize çıktıysa?” diye dudaklarının ucunu düşünceli anlarda yaptığı zamanlarda ki gibi dişlerinin arasına alarak bir müddet düşündü. Yok yok doğrusunu yapmıştı. Kim kime karşılıksız bir şey verirdi şu zamanda.
Ayağa kalktı. Aralık duran kapıdan arada tıkırtılar gelen odaya doğru bakındı. Önce gidecek gibi oldu. Sonra vazgeçerek eline kumandayı aldı. “Hatırlar mısın bir ara sana cebelleş olmuşlardı. Terör örgütü falan diyerek ne var ne yok bir siyah poşete koymanı istemişlerdi senden. Heh heh. Sesin çıkmaz tabii. Zor ikna etmiştik seni yahu. Sen daha oyalan oralarda.”
Belli ki pili zayıflamış olan kumandayı şöyle bir iki denedi. Çalıştıramayınca gazını çıkartmaya çalıştığı bir bebek gibi tıpışlayarak bir daha yokladı. Evet, bu defa olmuştu.
Ekrandaki kalın dudaklı keskin bakışlı güzel spiker sert erkeksi tavırlarıyla haber bültenine devam ediyordu. “Sahi ne ara kıstım ben bunun sesini.” diye söylendi. Bu defa arkasına yaslanmadan çıkarmaktan vazgeçtiği gözlüklerinin üzerinden haberleri izlemeye devam etti.
“ Konya Meram’da serinlemek amacıyla gölete giren iki arkadaşın cesedi yakınları tarafından teşhis edilerek otopsi yapılmak üzere Devlet Hastanesi’ne sevk edildi. Acılı aileleri...” diye üstüne bastıra bastıra bültenini okumaya devam ediyordu güzel spiker.
“ Allah Allaaah. Ahhh çocuklar ahh. Yavrum neden büyükler olmadan girersiniz bilmediğiniz şu sulara.” Tam o esnada acı bir fren sesi geldi dışardan. Fethi Bey alelacele ayağına geçirdiği terlikleriyle perdeyi hafifçe aralayarak endişeli gözlerle pencereden aşağıya baktı.
Diken diken şekillendirdiği saçları ve alt iki düğmesi iliklenmeyen dar gömlekli genç şoför ve arkadaşı ağır hareketlerle arabadan aşağıya indiler. Boş gözlerle kendilerine veryansın eden adamı izlemeye koyuldular. Olsa olsa yerden bir karış yüksekte duran beyaz renkli doğan marka arabanın içindeki müzik, açılan kapılardan ara vermeksizin sokağa dökülüyordu.
Öte yandan siyah şerit çizgilere sahip panelvandan çıkan bıyıklı adam oldukça sinirli görünüyordu. Bazen tek elini tehdit edercesine sallıyor bazense çarpışmaya ramak kalan arabaların ortasında iki elini kullanarak abartılı tepkisine ara vermeksizin devam ediyordu. Etrafta toplanan kalabalık her geçen dakika daha da çoğalıyordu. Hallerinden son derece memnun, aralarına yeni katılan arkadaşlarına eğlenceli tavırlarla olan biteni kafalarının da yardımıyla anlatıyor bir yandan da birbirlerine çekirdek ikram etmeyi ihmal etmiyorlardı. Zaman ilerledikçe gençlerin fark edilir derecede sabırsızlaşmaya başlayan hareketlerle adamı izlemeye devam etmeleri, arada göz göze gelerek ne yapılması gerektiğini sorgulayan ketum bakışları kendi içinde doğal bir tehdit oluşturuyordu.
Bıyıklı ve sinirli adamın arabada bulunan karısının bir azimle kendini dışarı atması perdenin gerisinde kaşlarını yukarı kaldıran ve büyük bir merakla olayın akıbetini bekleyen Fethi Bey'e derin bir nefes aldırdı. Belli ki o ana kadar arabada sabreden kadın en az eşi kadar abartıyla kullandığı el kol hareketleriyle bir anda meydana daldı. Kâh kocasına kâh gençlere arada da olay çıkar arsızlığıyla şamataya koşan izleyicilere bağıra çağıra, vargücüyle isyan ediyordu kadın.
“İyi iyi çok şükür kimseye bir şey olmadan sonlandı bu iş.” derken bile kaçamak bakışlarla beklenmedik olumsuz bir durumun çıkıp çıkmayacağını kontrol ediyordu.
Neyse ki Fethi Bey’in korkuları yersiz çıktı. Taraflar son sözü ben söyledim dercesine arabalarını tırısa kaldırdılar. Umduklarını bulamayan kalabalığın arasından aksi istikametlere doğru yol aldılar.
Fethi Bey şöyle bir boğazının gıcığını alıp sesini diğer odaya rahatlıkla duyuracak kadar temizleyince “Olacak artık o kadar.” dedi. Arada tıkırtılar duyulsa da odadan yine herhangi bir cevap gelmedi. Hoş Fethi Bey'de pek oralı olmadan konuşmasına devam etti.
“Hanım ben pek bi' çekinirim kalabalığın ortasında patlak veren hadiselerden. Neden?” Kendi sorusunu yine kendisi yanıtladı. “Çünkü adamlar belki bırakacaklar tantanayı. Ama öyle mi! Bırakır mı elin oğlu şenliği. Bir o yana laf, bir bu yana laf. Sonra bakmışsın olan olmuş...” diye konuşmasına devam ederken çat diye bir ses geldi karşı ki odadan. Fethi Bey bir an kulaklarını dikip sesin devamı gelecek mi diye bekledi. “Hayırdır inşallah. Yoksa çocuklardan mı geldi o ses ?“ deyip panikle odaya doğru yöneldi. Ne zaman bu kapıdan geçecek olsa tur atlayan futbol takımının sevinç gösterilerinden mi yoksa üst sokaktaki düğünden mi geldiği belli olmayan nazar boncuğunun hemen yanı başına saplanan kurşuna kayardı gözü. Yine öyle oldu.
Tedirgin adımlarla odaya geçen yaşlı adam açık pencereden esen rüzgârın ucu boncuklu demode perdeyi savurduğu yere doğru baktı. Ardına kadar açılmış pencereyi ne vakit açtığını bir türlü hatırlayamıyordu. “Acaba hırsız mı girdi? ”diye bir düşünce peyda oldu hemen sonra. Her an hamle yapacak biri varmışçasına ani hareketlerle kolaçan etti etrafını.
Sonra iki çocuğunun olduğu masadaki fotoğraflara hızlıca baktı. Evet yine aklına gelen başına gelmişti işte. Savrulan perde bisikletleriyle gülümseyen iki çocuğunun olduğu fotoğraf çerçevesini yüzüstü devirerek kırılmasına sebep olmuştu. Parçalanan camları dikkatsiz bir şekilde elinde topladı. Fotoğrafın zarar görmediğini anlayınca tuttuğu nefesini derin bir şekilde bıraktı.
“Korkma Hanım korkma. Bak çocuklarımız iyi evelallah. Senin en sevdiğin resimleriydi değil mi? Yeni yeni öğreniyorlardı bisiklet kullanmayı.” deyip arkasını duvara doğru döndü. Karısı bembeyaz hasta kıyafetleri ve gözlerinde ki yılgın gülümsemesiyle duvarda asılı bir halde cam çerçevenin içerisinde bakıyordu kocasına. Hemen yan tarafındaysa freni patlayan şantiye kamyonunun altına alarak çiğnediği bisikletli çocukların haber kupürleri vardı.