4.BÖLÜM

39 10 12
                                    

O gece aynı rüyayı/kâbusu/sanrıyı gördüm. Nasıl adlandırırsanız adlandırın. Derin bir uykudaydım ve öyle kalmak için mücadele ediyordum ama simsiyah göz yuvaları, sarı beyaz kafatasları ile ölü suratlar üzerime hücum etti. Etrafımda dönmeye başladıklarında sıçrayarak uyandım. Karanlıkta öylece oturup kanat seslerinin yarattığı kasırgayı dinledim.

Ertesi sabah sanki içime bir ruh girmiş gibi arabamı erkenden eski ahıra sürdüm.
Arabanın tepeleri daha hızlı tırmanmasını istediğimden, keskin virajları patinaj çekerek döndüm, asfalt yoldan ayrıldıktan sonra arkamda bir toz bulutu bıraktım ve direksiyonu sıkı sıkı kavrayıp öne doğru eğildim.

Otomobilimi kavak ağaçlarının yanına park ettikten sonra uzun otların arasından geçip tepeye doğru koştum. Uzun ayaklı su deposu ve aşağıdaki ev ile ağıra ulaşan yol hala oradaydı. Paslanmış kamyonet yine evin önünde duruyordu ve ahırın kapısı çarpmaya devam ediyordu.

Gökyüzüne yükselen kocaman bir kuş sürüsü gibi kafamın içinde yükseken kanat sesleri uzak dur! Dedi bana. Ancak çılgınlık sınırını aşmıştım ve onları umursamayıp tepeden aşağı koştum, yeni tamir edilen çitleri geçip ağıra doğru yöneldim.

Her an avcı'yla burun buruna gelmeyi bekliyordum. Evden çıkacak yüzüme bakıp üzerime kurukafalar yollayacak ve beni ölesiye korkutacaktı. Ya da diğerleriyle birlikte, çocuklu kadınlar, genç adam, ve arkadaşlarımla ahırın içinde olacaktı.

Ama hayır, çerçevenin boyalarıyla lekelenmiş kirli pencerelerine bakınca boş gibi görünen evin yanına kadar gitmeme kimse engel olmadı. Evin soluk yeşil renkli kapısı sıkı sıkı kapalıydı.

Sessizce kapıya yaklaştım ve kolunu çevirdim. Kilitliydi.
Uzak dur! Yaklaşma!

En yakındaki pencereden içeri baktım ve eski bir kuzineyle üzeri boş bir masa gördüm. Bir mutfak rafının üzerine yeşil ve beyaz renkli tabaklar sıralanmıştı. Ocağın üzerinde toz içinde, çelik bir çaydanlık duruyordu. Bu kilitli kapıdan içeri girildiği anda sanki yüz yıl öncesine adım atmış gibi olmak mümkündü. İçeride bir asırlık toz, nesiller boyu hiç yakılmamış bir ocak vardı.

Evden ayrılıp bahçeyi geçtim ve ahırın arka tarafına doğru yöneldim.
Neden burada olduğumu merak etmek ve devam edip etmemeye karar vermek için bir kez daha durdum.
Öncelikle psikiyatr Kim'in kendine dikkat et derken kastettiği kesinlikle bu değildi. Burada tek başımaydım ve kimseye nereye gittiğimi söylememiştim. Bir kâbus yaşıyordum ve onu kimseyle paylaşmıyordum. Kimseye güvenmiyordum. Kendime bile.
İkinci olarak, aklım tamamen karışmış olabilirdi. Belki yaşadıklarımın bir kısmı gerçek bir kısmı gerçekdışıydı. Mesela dört bir yanda, okulda, kendi cenazesinde Sehun'u görmek kesinlikle travma sonrası yaşanan o bozukluğun bir parçası olabilirdi. Öte yandan avcı gerçek olabilirdi. Belki insanlardan uzak yaşamayı seven, davetsiz misafirlerden nefret eden birisiydi ve bu yıkık dökük evin sahibi de oydu. Eğer durum buysa beni mülkünden kovma hakkına sonuna kadar sahipti.
Ama bu ahıra ilk gelişimde, Avcı tarafından farkedilip tabanları yağlamadan önce sadece Sehun'u değil  Kris, Chen ve Chanyeol'u de görmüştüm.

Bu çocuklardan her birnin benim için özel bir anlam ifade ettiği doğruydu.
Özellikle de Kris'in. O çok özel birisiydi sadece benimiçin değil, onu tanıyan herkes için. Ama neden şimdi durduk yere, Sehun'un acısıyla dolu olan zihnime girsinler ki? Neden öldükleri zaman değilde şimdi?
Konuştuklarını duymuştum. Ve onu mezarlığın ötesinden halkalarının içine, Geri dönenler'in dünyasına davet ederlerken Sehun'un gözlerinde beliren sersemlemiş bakışlarıda görmüştüm.
Kris, Sehun'un geri dönüşünü Avcı'nın ayarladığını söylemişti. Liderleri, Avcı'ydı.

Tüm bunlar gerçekten oldu! Dedim kendi kendime. Sehun'u bu ahırda, öldüğünü bildiğim diğer insanların arasında gördüm. Böylece ahıra açılan dar bir kapı bulana dek çalıların arasında ilerledim. Herhalde atları arka taraftaki çayırlığa çıkarmak için kullanılan bir kapıydı. Çürümüş menteşelerle ayakta duruyordu ve üst kısmından içeri tırmandığım anda gıcırdadı.

Ahır bir önceki gelişimde olduğu gibi karanlıktı ve küf kokuyordu. Ön kapı gürültüyle çarptı.

Ahır bir önceki gelişimde olduğu gibi karanlıktı ve küf kokuyordu. Ön kapı gürültüyle çarptı.

"Burada kimse yok," diye mırıldandım içimde bir hayal kırıklığı darbesi hissederek. İncecik örümcek ağları hiç bozulmamıştı ve içeride tam bir sessizlik hüküm sürüyordu. Her şeyi ben uydurdum, diye düşündüm.

Birkaç saniye için kendimi rahatlamış ve neredeyse özgür hissettim.

Sonra kapı ardına kadar açıldı ve geniş aralıktan, yerde küçük metal bir objenin parladığını gördüm. Önce bunun, etraftaki çengellere asılmış tozlu at koşumlarının birinden düşen eski bir plaka olabileceğini düşündüm. Ama çok parlak ve yeni görünüyordu.

Yanına gidip onu yerden aldım ve parmaklarımın arasında döndürmeye başladığımda çelik bir kemer tokası üzerine basılmış Harley amblemini hemen tanıdım.

Harley-Davidson'ın kuru kafalı logosunu ve " Özüne her zaman sadık kal" sloganını inceledim. Motorcuların ikonuydu.

Avucumun içindeki kemer tokası kalbimin çılgınca çarpmasına neden oluyordu.

"Chanyeol!" Diye mırıldandım. Bahse girerim ki bu toka ona aitti ve bu kesinlikle bir rastlantı değildi.

Elimde Chanyeol'un kemer tokasıyla karanlık ahırda öylece dururken çırpan kanatların sesi tekrar yükseldi ve dışarıda birinin olduğunu hissettim.

Tokayı sıkı sıkı tutarak arkamı döndüm ve hızla ahırın arkasına koşup dışarı çıkmak için kapının sürgüsünü çekmeye çalıştım. Ama paslanmıstı, yukarı tırmanmam gerekiyordu ve aynı anda birisi ahırdan içeri giriyordu. Büyük ihtimalle davetsiz misafir avına çıkmış Avcı'ydı. Bu yüzden tekrar panikleyip sersemledim, dengemi yitirip dağılmış saman balyalarından birinin üzerine düştüm.

Ayak sesleri yaklaştı ve birisi, elimden tutup ayağa kalkmam için yardım etti. Elimi sımsıkı tutuyordu.

Ve ben...

Aşık olduğum yüze bakıyordum.

NOT: Merhabalarr:) uzuuunca bir aradan sonra bölüm paylaşıyorum umarım beğenirsiniz:)
LÜTFEN OU VE YORUMLARINIZI EKSİK ETMEYİN!

Love  And DeathHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin