Bölüm 3: Nefret, Part II

26.5K 912 35
                                    

Bölüm Şarkısı: Linkin Park- Castle Of Glass

Miskin karanlığımın orta yerinde şimdi

Yanıt vermeye bile gönül indirmiyorsun.

Canımı sıkıp duran o en günücü ağza

Ulu Tanrım gecenin kapısını aç bana

Ki çekilip gideyim, dönmeyeyim bir daha!

-Victor Hugo, Veni Vidi Vici.

 

Sustum.

 Ona ne “evet”, ne de “hayır” dedim. Teklifini daha sonra ayrıntılı olarak düşünmek için rafa kaldırdım.  İyice düşünüp karar vermem lazımdı. Geçmişimde yaptığım hatayı bir daha yapmayacağıma dair yemin etmiştim. Yeminimi bozmamalıydım. Aksi halde; bu sefer evden tabutum çıkardı. Cevaplamamamdan o da düşüneceğimi anlamıştı.

Ayağa kalkıp üstümü düzelttim. Çağın da benimle beraber ayağa kalkmıştı.

“Bu ceketi üstümle uyumlu olduğu için vermediğini varsayıyorum. Planın ne?”

“Düşündüm de…”

Duraksadı, gülümseyerek beni baştan aşağı süzdü. “…sana cidden yakıştı.”

Gözlerimi devirdim. Ceket, bana çok büyüttü. İçinde minicik kaldığıma emindim. Nasıl yakışabilirdi ki? Doğrusunu söylemek gerekirse, bir aynaya ihtiyaç duyacağımı hiç düşünmezdim. Fakat şu an kendime bakabilmek için can atıyordum. Aynayı da, ceketi de, onlarla ilgili diğer düşüncelerimi de savuşturdum.

“Ukala,” diye homurdandım ancak o beni kale almadı. Omzuna tutunarak ayakkabılarımı giymeye çalıştım.

“Yağız’ın en son aklına gelebilecek yere gideceğiz.”

Diğer topukluyu bana uzattı. Elinden kaptığım gibi ayağıma geçirdim ve eski pozisyonumu aldım. Bileğime geçirdiğim tokayla bir yandan saçlarımı topluyor, bir yandan da planını anlamaya çalışıyordum.

“Orası neresiymiş?” dedim, sonunda saçımı atkuyruğu yapabildiğim de. Zafer benimdir!

Çenesinin ucuyla ileriyi işaret etti. Gösterdiği yere bakmak için kafamı çevirdim. Gecenin karanlığında görünen tek yer; bir oyun salonuydu. Bowling toplarının üstüne ışıklı harflerle “Uzay Oyun Salonu” yazılmıştı. Yanımızdan geçip giden çoğu kişi oraya giriyordu. Emin olmak için Çağın’a döndüm.

“Uzay Oyun Salonu?”

Başını evet anlamında aşağı yukarı salladı. Bu kılıkla oraya girsek herkesin odak noktası olurduk. Camın arkasındaki Eymen bana gözlerini devirdi. Şimdi anlamıştım! Zaten amaç buydu; disko bardan fırlamış kıyafetlerimizle işlek bir oyun salonuna gireceğimizi kimse tahmin edemezdi.

Pekâlâ. Bu çocuk ukala değil, aynı zamanda zekiydi.

“Tanrım!” diye inledim. “Benim niye aklıma gelmedi?”

“E…” dedi sırıtarak. “Parlak fikirler bulmak; her yiğidin harcı değildir. Bu iş tecrübe ister, fıstık.”

Keyfi yerine gelmişti, biraz önceki halinden eser yoktu. Kaslarım gevşedi. Biri ciddi olunca ister istemez ben de geriliyordum. Huyum kurusun, kötü duyguların bazılarını mıknatıs gibi üzerime çekme özelliğine sahiptim.

“Ukala,” diye tekrarladım. Oysa bana “Yakışıklıyı unutma,” dedi ve göz kırptı. Sabır dilemek için çok mu geç kalmıştım?

“Anlamadığım bir şey var. Oyun salonuna gireceksek neden bana ceketini verdin?”

Binlerce HisHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin