nefes almak neden bu kadar zordu? yılların getirip kalbinin tam üstüne bıraktığı ağır yük müydü nefes almasını zorlaştıran, yoksa dört bir yanını çevreleyen denizde kendini sadece üç saniyeliğine bıraksa her şeyin son bulacağını bildiği ama yapmaya cesaretinin olmadığı huzursuz düşünce miydi? kalbi o kadar ağırdı ki suyun hâlâ onu nasıl kendi içine çekmediğine şaşırıyordu. bedeni soğuktan, zihni yoğun düşünceler yüzünden uyuşmaya başladığında ciğerleri nefes alması için yalvarıyordu. birkaç saniyenin ardından daha fazla dayanamayacağını anladığında kendini bırakmak istedi ancak bu isteğine karşı çıkan bedeni kendini suyun yüzeyine çekmeye başladı. oksijen ciğerlerine dolarken korkak ve beceriksiz olduğunu haykıran iç sesini göz ardı etmeye çalıştı. denize karışan gözyaşlarından ise bihaberdi o an.
•
sabahın erken saatleri olmasına rağmen sahilde yalnız değildi yoongi. yürüyüşe çıkmış yaşlı bir çift, balığa çıkmak için hazırlanan bir balıkçı ve o; denizin bugünki konuşmasının giriş kısmını dinleyen kişilerdi. deniz, asırlardır konuşuyordu ve bu konuşma sadece duymak isteyenler içindi. her gün anlatacağı başka bir konusu olurdu. bazen sinirlenirdi, neye sinirlendiğini anlayamazdınız ama. bazen de uyuyan bir bebek kadar tasasız görünürdü. yoongi hiç sıkılmazdı denizden ve anlattıklarından. çünkü değerini bilebildiği tek arkadaştı o, ondan gitmeyecek olan tek arkadaş. aynı zamanda sırdaşıydı da. öyle ya, güçsüz sanmasınlar diye kimselere göstermediği gözyaşlarını denize akıtırdı yoongi. o da gözyaşlarını saklardı güzelce, fark ettirmezdi kimseye. yoongi çok güçlüydü ya güya, tüm zorluklara göğüs gererdi ama gecenin sonunda dizleri üzerine düştüğünde kalp ağrısı hatırlatırdı ona her şeyi. güçsüzlüğünü, çaresizliğini, kimsesizliğini... işte o zamanlarda gel diye fısıldardı deniz ona. bunun iki anlamı olduğunu düşünürdü yoongi. bu, ya gel, sana sonsuzluğu göstereyim ya da gel, ağla istediğin kadar. ben saklarım incilerini en derinimde demekti onun için. yoongi o ilk seçeneği hiç mi hiç sevmiyordu. çünkü cesareti yoktu ki, korkak bir çocuktu o. yüzmeyi öğrenmek ve denizi keşfetmek için babasının ellerinden çekiştiren küçük çocuğun cesareti yoktu artık. o çocuk neredeydi, ne yapıyordu hiç bilmiyordu yoongi.
oltasını güzelce yerleştirdikten sonra küçük teknenin halatını çözmeye başladı. herkes sabahın erken saatlerinde balığa çıkarken o, günbatımını tercih ediyordu. amacı balıklar değildi ki zaten. güneşin uykuya doğru gittiği o vakit yoongi de sonsuzluğa gidiyordu sanki. huzurlu hissediyordu.
kıyıdan biraz uzaklaşana kadar çekti kürekleri. uygun olduğunu düşündüğü bir noktaya vardığında oltasının ucuna yem yerleştirdi. balıkçılık hakkında pek bir bilgisi yoktu aslında. sadece oltayı sallıyordu ve gerisi meraklı balıklara kalmıştı. oltayı ayakları arasına yerleştirip gözlerini gökyüzüne çevirdi. dudaklarında hüzünlü bir şarkının kıpırtısı vardı. o halde neden radyomu açmıyorum? bir yerlerde, birinin sesini duyuyorum ve radyodaki üzücü hikaye tıpkı benimki gibi...
elleri buz gibi suda dolaşırken dalgalar sayesinde hafifçe sallanan tekne uykusunu getiriyordu. işte böyle zamanlarda gelip çatardı o lanet yalnızlık hissi. denizin fısıltısını duyardı yine başlardı ağlamaya. denizin suyuna karışan inci taneleri ait olduğu yere, evine giderdi sanki. kendini böyle avutuyordu işte. ağlamıyordu o, kendine emanet edilen incileri denize geri veriyordu.
gökyüzü kararmaya, hava soğumaya başladığı sıralarda ayakları arasında hissettiği kıpırtıyla hemencecik ellerine aldı oltayı. misinayı geri sarmaya başlarken daha iyi görebilmek için bir ayağını teknenin kenarına koymuş ve öne eğilmişti. ama nereden bilebilirdi ki tekneye çarpan dalgayla dengesini kaybedeceğini ve kendini soğuk suların içinde bulacağını?
ağzını kapatmaya vakit bile bulamamış, ciğerlerine büyük bir miktarda su gitmişti çoktan. suyun yüzeyine çıkmak için yaptığı telaş daha büyük bir kaosa sebep oluyor, dibe çekiliyormuş gibi hissediyordu.
istediğin bu değil miydi zaten?
beyninde yankılanan cümle kalbinin daha hızlı atmasına neden olurken kendi kendine verdiği 'sakin ol' komutları hiçbir işe yaramıyor, sonunun geldiğini hissediyordu. yavaş yavaş bilincini kaybetmeye başladığında sıkı sıkı kapattığı gözlerini birkaç saniyeliğine açtı. görebildiği tek şey gökyüzünden ona selam veren ayın suyun üzerine vuran ışığıydı.
tüm bunların kaç saniye ya da kaç dakika içinde gerçekleştiğinin bilincinde değildi yoongi, ama ne olduğunu kavrayamadığı bir şey tarafından yüzeye çıkarıldığında güldü iç sesi. bak gördün mü, yine olmadı.
o an ilk defa gerçekten olmasını istemiş miydim ki diye düşündü.
ciğerlerindeki suyu çıkarmak için istemsiz bir şekilde öğürürken aynı zamanda nefes almaya çalışıyordu. gözlerini açmakta zorlanıyor, deli gibi ağlamak istiyordu. çok yakındı. çok yakındı ölüme. bu dünyadan göçtükten sonra ne olacağını bilmiyordu yoongi ama merak da etmiyordu açıkçası. sadece bu kadar yakınken neden sonu göremediğini merak ediyordu. çünkü bu dünyada yer kaplayan bir et parçasından başka bir şey değildi o. hedefleri yoktu. sevdiği, sevildiği, özleyeni yoktu. küçük bedeninin kaldıramayacağı kadar acı görmüş, kanatları kırılmıştı. çok yakındı ölüme ama olmamıştı. her gün beynini kemiren o tanıdık ama bir o kadar da yabancı sesin dileği gerçekleşmemişti.
ölüm fikri güzel görünüyordu önceden yoongi'ye. bir o kadar da korkuyordu ondan. kendisini bu güzel korkudan kurtaran şeyin ise ileride en büyük korkusunun en güzel acısı olacağından habersizdi.
dakikalar sonra kendine gelebildiğinde meraklı mı yoksa endişeli mi olduğuna o an karar veremediği bir çift gözle karşı karşıya olduğunu fark etti. karşısındaki yaratığın aksine, kendi gözlerinde belirgin bir korkunun kendini belli ettiğine emindi. bu korkunun sebebi az önce ölümden dönmüş olması mıydı yoksa gerçekten ölmüş ve farklı bir diyara geldiğini düşünüyor olması mıydı emin değildi. çünkü karşısındaki bu güzel yaratık bu dünyaya ait olamazdı. efsaneviydi.
"s-sen... nesin?" soğuktan titreyen çenesini umursamadan konuştuğunda karşısındaki gözler önce tedirginlikle uçsuz bucaksız denizde gezindi, daha sonra yine yoongi'nin gözlerinde sabitlendi.
"ben..." karşısındaki bu sarı saçlı çocuğun gözleri, ne diyeceğini bilemez halde birkaç saniye bekledikten sonra aklına bir şey gelmiş olacak ki parladı. suyun altında tuttuğu ellerini yukarı çıkardığında avucundaki parlak şeylere ilk başta anlam veremedi yoongi.
"merhaba efendim, sizin incilerinize sahip çıkmakla görevlendirildim. onları daha sonra evlerine götüreceğim."
karşısındaki bu güzel çocuk, minik avuçlarında min yoongi'nin gözyaşlarını taşıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fear is his tear ' yoonmin
Fanfic[mini fic] kim derdi ki min yoongi'nin ruhundaki koca yalnızlık denizin güzel incileriyle dolacak?