kimse bunun kolay olacağını söylememişti. kimse bunun zor olacağını söylememişti. kimse ona takip etmesi gereken bir kitap vermemişti* her şeyi tüm acısıyla kendi sırtlanmış, hayatın zorluklarını hatalarıyla öğrenmiş ve ruhunu tek başına büyütmüştü. yalnızlığa alışmıştı yoongi ama kaybetmek hâlâ çok zor geliyordu ona. bir şeylere bağlanmaktan korkmasının en büyük sebebi buydu belki de, gidişleri sevmezdi hiç.sevilmek nasıl hissettirirdi unutalı çok oluyordu, en son ne zaman içten bir şekilde gülmüştü onu da hatırlamıyordu. tüm gülüşleri, mutluluğu ve neşesi ruhunun derinliklerinde kara bir kutuya hapsedilmişti sanki, kendisi de karanlık koridorlarda tökezleye tökezleye ilerlemeye çalışıyordu. kurtulmak istiyor ama o sonu olmayan, karanlık mesafeyi geçecek cesareti bulamıyordu kendinde. sonunda ne olduğunu bile bilmiyordu oysa, değer miydi hissedeceği onca korkuya? bu yüzden ruhunu aydınlatacak, karanlık koridorlarına çiçekler serpecek birine ihtiyacı vardı sadece, korktuğu o koridorda kalsa bile sorun olmazdı işte o zaman.
bu yaşına kadar geride bırakılmanın acısını yaşamıştı hep. önce babası terk etmişti annesini ve onu. küçüktü o zamanlar yoongi, mükemmel bir aileye sahip olduğunu düşünür, arkadaşlarına sürekli anne ve babasıyla yaptıklarını anlatırdı. ama babasının evi terk ettiği gün, o soğuk kış gününde, yoongi küçük yaşına rağmen her şeyin farkına varmıştı. yoongi ilk defa o gün anlamıştı sevginin sahte olabileceğini. ve bundan kesinlikle nefret etmişti.
babasının ardından büyükannesini kaybetmişti. daha sonra da annesini. "çok güzel büyüdün güzelim..." demişti annesi ona son nefeslerinde. güzel büyümüştü ama o hâlâ küçük bir çocuktu. yaşadığı bu kayıpları taşıyacak gücü olmayan, annesinden sonra yapayalnız kalan bir çocuktu. adı üstünde işte, çocuk... bir anda büyümek zorunda kalmamalı, hayatın zorluklarıyla bu kadar kısa sürede tanışmamalıydı. hayata dair hiçbir tasası yokmuşçasına saatlerce parkta oynamalıydı. yoongi büyümek kelimesinden de nefret etmişti.
sevdiklerini elinden alan hep ölüm değildi tabii. sebebini hâlâ tam olarak bilemediği bir sebepten dolayı en yakın iki arkadaşı da ona sırtını döndüğünde tamam demişti kendi kendine. sevgiyi hak etmediğime eminim artık.
zaman akıp gitmiş, geride bırakılanlar umursanmamıştı. yoongi de onlardan biriydi işte. bütün dünyası, önce ona yüz çevirmiş daha sonra da altüst olmuştu. insan, öldükten sonra ismini hatırlayan son kişi de zamana karışana kadar yaşamaya devam ederdi. yoongi öldükten sonra da onu yaşatacak olan tek şey kahverengi piyanosuydu. son parçası kayıplara karaşana dek beyazlarıma dokundu bir çocuk kırılgan parmaklarıyla, ruhundan damladı gözyaşları siyahlarıma diyecekti. bıraktığı incilerin hatrına bir de deniz hatırlayacaktı belki onu.
yoongi henüz bilmiyordu fakat ışığı söndükten sonra bile onu hatırlamaya devam edecek biri daha vardı. her anında ismini sayıklayacak, onu daima yaşatacak biri...
gece yarısında acelesiz adımlarla denize doğru yürürken zihni uzun zamandan beri ilk defa bu kadar durgundu. düşünceleri birbiriyle kavga etmiyor, kendisi de bir an önce o kargaşadan kurtulmak istemiyordu. kafasını meşgul eden biri vardı sadece. ama bu, bu zamana kadarki meşguliyetlerin en güzeli, en huzur vericisiydi. her zaman gelip oturduğu ve yıldızları izlediği kayayı gördüğünde tırmanmak için bir girişimde bulunmuştu ki kayanın yan tarafına özenle bırakılmış çiçekleri görünce durakladı. gecenin karanlığında kırmızının güzel bir tonuna bürünen çiçekler yoongi'yi selamlıyordu yavaşça. kayanın üzerine oturacak kadar yer açmak için çiçeklerden birkaçını elleri arasına aldı. ıslak çiçekler, burnuna daha önce duymadığına emin olduğu bir kokuyu ulaştırırken kapattığı gözlerini duyduğu yumuşak sesle araladı. "onları beğendin mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fear is his tear ' yoonmin
Fiksi Penggemar[mini fic] kim derdi ki min yoongi'nin ruhundaki koca yalnızlık denizin güzel incileriyle dolacak?