0.1

437 17 3
                                    

Ev telefonu çaldığında,açmam uzun sürdü.Ön bahçemize bir kanguru girdiğinde,Calum ve ailesi Avustralya'ya yeni taşınmışlardı. İlk yıllarında Calum'un kuzenim olduğunu kabullenmemiş,her gece parkta buluşup bana Alaska'da oturan arkadaşlarını anlatmasını dinlemiştim.Ve o on dört yaşında Alaska'ya tekrar taşınmıştı.Telefondan gelen sesle irkilince bakışlarımı küçük televizyondan ayırdım. Küçük kelimesinin üstüne basıyorum. "Ne var Calum?" "Sevgili Kuzen." Bir şey isteyeceğine emindim. "Düşündüm ki hayatında birkaç değişiklik yapmalısın." Ah,Calum. Lütfen sen düşünme. ",Mesela,buraya Skagway'e gelip bana yardımcı olabilirsin!" Son sözlerini bağırarak söylediği için telefonu kendimden uzaklaştırdım. "Bunu yapacağım çünkü..." İç çekip konuştu. "Çünkü Michael'ın durumu kötüye gidiyor ve üzülerek söylemeliyim ki dükkanda satışlar iyi değil. Sadece yardımcı olmanı istiyorum. Sonra Avustralya'ya geri dönersin. Lütfen."Söylediklerini kafamda tarttım. "Michael" zihnimde neon tablolarla yanıp sönerken Calum'un sesini tekrar duydum. "Michael,Michael,Mikey." Fısıldarken sırıttım. Calum küçüklüğümden beri Michael'dan hoşlandığımı biliyordu. Calum bana onun fotoğraflarını göstermişti. "Hala rehabilitasyona gidiyor mu?" "Dostum sen evden veya dükkandan başka yere gidiyor mu diye sorsana?" "Gelmeye çalışacağım. Bağlantı gidiyor,bu aralar telefonlar pek iyi değil." Daha Calum cevap veremeden telefon bağlantısı kesilince küfrettim.

***

Üç gündür her akşam Calum beni arıyor ve gelip gelmeyeceğimi soruyordu. Bilet parasını denkleştirmeye çalışıyordum. Trenler eskisi gibi ucuz değildi. Aslında trenler hiç ucuz olmamıştı. Bende sinemanın önünde çalışmıştım. Bu aralar Jurassic Park baya ilgi toplamıştı. Zenginler ve bilet parası bulmaya çalışanlara reklam yapmış ve mısır dağıtmıştım. Bunlar her gün yaptığım şeylerdi. Üç gündür fazladan mesaiye kalıyordum. Ama önceden biriktirdiğim para ile beraber bana kalan pay bile oluyordu. Michael için diye düşündüm. Bu ona değerdi. Calum'u arayıp ona yarın geleceğimi söyledim. Sevinmiş gibiydi. Ashton'un da birkaç gün onlarda kaldığını ve Michael'a yardım etmeye çalıştığını anlattı. Beni güldürdü. Michael asosyalken bile uyuzluk çıkartıp onları güldürüyordu.

***

Ertesi akşam tren garında elimde gitarımı tutmaya çalışıyor ve bir yandan da sırtımdaki çantayı ve yerdeki bavulu kolluyordum. Kalabalıkta her an bavul çalan birileri olurdu. Tren garı o kadar kalabalıktı ki bir an neden gitarımı getirdiğimi düşündüm. Zaten onlarda fazlasıyla vardı. Anonsla beraber adımlarımı trene yönelttim. Alaska'ya gitmek için izin alabileceğim biri yoktu. Burada birine heyecanla Alaska yolculuğumu anlatabileceğim biri yoktu. Aslında Avustralya'da neden durduğumu bile bilmiyordum. Ama Alaska'da sadece bir hafta durabilecek param vardı. Trene bindiğimde yerimi bulmak için fazladan bir çaba göstermem gerekti. Çantamdan Cheetos çıkarttığımda karşımda oturan kadın rahatsız olmuşçasına kıpırdandı. İş kadını olduğu çok belliydi. Giydiği takım üstüne tam oturmuş ve sarı saçlarını arkadan sıkıca bağlamıştı. Gitar çantama tiksinircesine baktığında göz devirdim.

Eski kafalı.

Walkman'imden gelen ses onu rahatsız etmişti. Kim Beatles sevmez ki? Umursamayıp kafamı cama yasladım. Tren büyük bir gümbürtüyle ilerlerken önümüzdeki saatleri düşünüyordum. Michael'a gerçekten yardım edip edemeyeceğimi düşündüm. Michael değişmişti. Eskisi kadar canlı olmadığını ve sıkıldığı için çoğu parasını saç boyalarına yatırdığını Calum söylemişti. Evden ve plak dükkanından başka bir yere gitmiyordu. O asasyal,sosyofobik ve sosyal olmayan her şeydi. Plak dükkanı Calum'un babasınındı. O ölünce orayı beraber yürütüyorlardı. Oturdukları apartmanın hemen altındaydı dükkan. Bu yüzden Michael oraya giderken zorluk çekmiyordu. Ona hep evde ne yaptığını sorduğumda bazen akşama kadar Mario oynadığı bile oluyor demişti.

in the corner shop / cliffordHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin