Yine bir göz yanılması diye inkar edip duruyordu. Şu durumda şizofren olmayı dahi kabul edebilirdi. Babasının şu an kapının ardından kime baktığını çok merak ediyordu. 'Sahi o ne görüyordu?' diye içinden geçirdi. Belki de gerçekten Steve kapıyı çalıp kaçmıştı. Babasına kapıyı açmaması için ikna edememesinin oluşturduğu bir pişmanlık vardı. Şu saniyeler boyunca kendini bir boşluğa adamıştı. Nefesini tutmakta ısrarcıydı. Belki ölürüm ve tüm bunlar biter diye düşünmedi de değil. Ardından babası aklına gelince nefesini verip nefes almaya başladı. Babası "Bu kadar erken geleceğinizi tahmin etmiyordum." dedi. Sahi kiminle konuşuyordu şimdi, diye yeniden içinden geçirdi. "Baba, onu görüyor olamazsın." dedi Morgan orta sehpanın üstüne biraları bırakırken. "Oğlunuz ile konuşabilir miyim?" dedi Kaylieght. "Tabi ki." diyerek içeri davet etti. Kız adımlarını Morgan'a yaklaşırken Morgan anlam veremez bir ifade ile sadece izliyordu. Tam anlamıyla donakalmıştı. Elini uzattı "Dün tam olarak tanışamadık." dedi Kayliegt. Morgan sadece yüzünü izliyordu. Gözleri babasına kaydığında neler olup bittiği hakkında bir şeyleri bildiğini anladı. Saniyelerin ardından kendisi de elini uzattı. Bu sefer tenine dokunuyordu ve bunu tüm hücreleriyle hissetmişti. Kızın kalp atışlarını kulağı ile işittiğine yemin edebilirdi. Babası araya girerek "İsterseniz tüm olup bitenleri ona ben izah edeyim." dedi. Kaylieght bundan onur duyacağını söyleyip gidiyordu ki Morgan seslendi. "Dün nasıl oldu da seni göremediler." Kaylieght hafifçe gülümseyip arkasını döndüğü Morgan'a yüzünü döndü. "Dün için özür dilerim. Yansımamı normalde görmemen gerekiyordu ama bir terslik olmuş olmalı." Bu kız neyden bahsediyor diye düşündü Morgan. " Bu diyarlardan uzağa gidicez. Ama sana söz veriyorum seyahatimiz o kadar uzun sürmeyecek." dedi Kaylieght. Gözlerinde garip bir ışıltı seziyordu Morgan. "Seninle yalnız konuşabilir miyiz?" dedi Morgan nazikçe. Kaylieght, Bay Thurtman'a bakarak onaylay almayı bekledi. Bay Thurtman kafasını hafifçe öne eğerek izin verdiğini söyledi. Sonunda Morgan'ın odasına gelmişlerdi. Odaya girdiğinde Kaylieght'ın gözünü duvarda ki yüze yakın resim aldı. Anlamsız bakışlarla hepsini tek tek taradı. İçeriye geçen Morgan kapıyı yavaşça arkasından kapadı. Kapının kapanmasıyla Kaylieght Morgan'a döndü. "Sen kimsin?" diye sordu gerçekten bilmek isteyen bir ses tonuyla. "Ben Kaylie..." sözünü keserek "Adını biliyorum." kafasının iki ellerinin arasına almış olduğu yerde daire çiziyordu. "Benim adım Kaylieght ve senin yol bulucunum." demesiyle ellerini kafasından çekmesi bir oldu. Kahkaha atmaya başladı. "Tıpkı annene benziyorsun. Gülüşünde onun gibi." demesiyle kahkahasının durması bir oldu. "Benim annemi nasıl tanıyor olabilirsin?" dedi Morgan. Yaşları neredeyse aynıydı. Annesi öldüğünde onun da bir bebek olması gerekiyordu. "Senin gözlerine bakarak anılarını görebiliyorum.". Bunu demesiyle Morgan dakikalardır farketmediği bir şey farketti. Kaylieght donuk ama parlayan gözlerine bakınca yaşanmışlıkları görünüyordu. "Fazla zamanım yok. Bir yere uğramalıyım. İki gün sonra geldiğimde hazır olmalısın." dedi ve odayı terk etti.
O günün ardından babası tüm olup bitenleri ona anlatmıştı. Aslında tamamen anlatmış sayılamazdı çünkü neredeyse yarısından azı bir bilgiye sahipti. Tek bildiği annesinin ona verdiği bir miras vardı ve ona sahip çıkması gerektiğiydi. Hanok'ta bir şeyler ters gitmiş olmalıydı. Bunu bekliyordu ama bu kadar erken olması onu şaşırtmıştı. Tüm bunları Kaylieght gelene kadar inkar ediyordu. Gerçek olmamasını içtenlikle istiyordu. Kızın gelmesi onun için oğlunu uzun bir süre göremeyeceği anlamına geliyordu.
Kaylieght ailesi ile yaşadığı yere Oregon'a dönmüştü. Ailesini yıllar önce evinde gerçekleşen bir saldırıda kaybetmişti. Kibrini içinden atamıyordu. O günden sonra soğukkanlı ve duygusuz biri olmuştu. Kendini bir makineymiş gibi hissetmesi onu her ne kadar rahatsız etse de durumu değiştiremiyordu. Bazen gerçekten bir şeyler hissetmek istiyordu. Kasabaya geldiğinde güneş neredeyse batmak üzereydi. Evinin önünde durdu. Burayı görmeyeli yıllar olmuştu ama her şey olduğu yerdeydi. Annesinin bir Çin pazarından aldığı çirkin bahçe cinleri yıllardır yüzünü asmamış, aynı çirkin gülüşüyle oldukları yerdeydi. Koyu gri çatıdan, beyaz duvarlara kocaman örümcek ağları vardı. Arkadan orta yaşlı bir kadın sesi geldi. "Size ne aradığınızı sorabilir miyim?" Kafasını hafifçe arkaya döndüğünde eskiden en yakın arkadaşı olan Rebb'in annesini gördü. Yüzü neredeyse hiç değişmemişti. "Aman Tanrım." dedi tüm sevinci gözlerinden okunuyordu. Samantha karşıda ki kişinin Kaylieght olduğunu verdiği tepkiden sonra anladı. Kaylieght hızlı adımlarla gidip Samantha'ya kocaman sarıldı. Samantha gözyaşlarına hakim olamadı. "Çok büyümüşsün kızım." dedi ellerini Kaylieght'ın kafasının arasına alarak. Siyahi bir kadının gelişigüzel söylediği bir kelime sanabilirdi ama Samantha'ya göre Kaylieght zamanında onun için kızından farksızdı. "Çok güzelleşmişsin." dedi özlem dolu gözlerle bakarken. "Sende hiç değişmemişsin." dedi Kaylieght. Siyahi bir tene, çakır gözleri çok güzel adapte olmuştu. Kalça bölümü çok genişti ama Samantha'yı kendisi yapan o şeyin bu olduğu barizdi. "Rebb nerede?" demesiyle Samantha'nın yüzünün düşmesi bir oldu. Boynunu büküp cümlesi bitene kadar kafasını yerden kaldırmadı. "Onun geçen sene kaybettik." Kaylieght birden paramparça olmuş gibi hissetti ama sadece birkaç saniye sürdü. Ne hissetmesi gerektiği konusunda onun da pek fikri yoktu. Samantha'nın ellerini kendi elinde kenetleyerek "Bu nasıl oldu?" dedi Samantha'nın gözlerini gözlerinde birleştirmeye çalışırken. Ama Samantha gözlerini kaçırmakta ısrar ediyordu. Bunu aşması gerekliydi. "Bir trafik kazasında iç kanama geçirdi ve .." cümlesini tamamlamasına izin vermiyordu boğazı. Ağlamamak için kendini o kadar tutmuştu ki kelimelerin akışını engellemişti. Derin bir nefes aldı ve gülümsemeye çalıştı. Dişleri o kadar beyazdı ki ilk ilgiyi oraya çekiyordu. "Rebb'in odasında size ait bazı şeyler var. İstersen biraz göz gezdirip, istediğin olursa alabilirsin." dedi Samantha. Kaylieght bir gülümsemesiyle seve seve geleceğini belirtti.
Odaya çıktığında anıları gözlerinin önüne geliyordu. Kimi zamanlar bunu bilinçsiz bir şekilde yapıyordu. Ona verilen bir hediyeydi bu. Gözlerini alan bir sarı rengine sahipti oda. Perdeleri ise açık bir pembeye. Rebb'te aynı odası gibiydi. Rengarenk bir kişiliği vardı. Küçük bir düşme anına bile izin vermiyordu. Aynanın etrafında küçüklüklerinden kalma birkaç fotoğrafa rastladı gülümserken gözyaşlarına hakim olamıyordu. Odanın renkliliği gözyaşlarıyla kararıyordu. İçinde bu tatlı kıza kıyanların nefretiyle boğuşmamaya engel oluyordu. Son halinden kalma bir fotoğrafa uzun uzun baktı. İnci gerçek bir gülümseme ve sonradan boyanan kızıl saçlar. Benden nefret ediyor olmalı diye düşünmeden edemiyordu. Birden bire ortadan kayboldu.
1983 Oregon
"Hayır, sana daha fazla dergi alman için borç veremem Rebb." kafasını iki yana sallıyordu. "Lütfen Kay.." iri gözlerini Kayleight'a çevirmiş yanıt bekliyordu. Kayleight yanaklarını şişirmiş, kısa bir süreliğine düşünüyormuş gibi rol takındı. O sırada arka cebinden cüzdanını alıp "Pekalaa.." deyip Rebb'e uzattı. Rebb cüzdanı alıp ona sarıldı. Olduğu yerden kalkıp hızla dergisini almaya okuldan ayrılacaktı. Market çıkış kapısının biraz ilerde çaprazında kalıyordu. Giderken "Ödeyeceğim!" diye seslendi. Kayleight'ta "Sadece ders başlamadan burada ol." diye karşılık verdi.
Rebb gerçekten de derse yetişmişti. Defterinin arasına sıkıştırdığı dergisini okuyordu ve garip bir şekilde hiçbir zaman yakalanmamıştı. Dergide beğendiği erkekleri yan tarafında oturan Kayleight'a ayağını dürterek gösteriyordu. Kay ise sadece ona anlamsız bir bakış atıyor kimi zamanda önündeki deftere eğilip ölmüş taklidi yapıyordu. Rebb bu iki durumdan da çok eğleniyordu.
Öğle arası zili nihayet çalmıştı. Dersin monotonluğu tüm enerjilerini emmişti. Büyük bir hevesle yemekhaneye yöneldiler. Sıra kocamandı ama asla ikisi yan yanayken gözünü korkutmuyordu. Onlar için birlikte geçirdikleri zaman çok hızlı akıyordu. Ancak daha önce başlarına gelmeyen bir şey tohumlarından doğuyordu. "Bence yıl sonu partisi için bir alışveriş hakkımız olabilir." Kayleight, Rebb'e "Sana elbise almak için eşlik edebilirim." dedi. Rebb " Tabi ki sen bana eşlik edeceksin şapşal." diyerek dirseğiyle Kayleight'a vurdu.
Kayleight o andan sonra garip bir şeyler hissetmeye başladı. Vücudunda dolaşan kanın sıcaklığı göğsünü delecek gibiydi. Nefesini kimseye belli etmeden kontrol etmeye çalışıyordu. Bu sırada ise yemeğini alırken kırıklıkla yemekhanedeki kadına gülümsedi. Sanki koca bir sessizliğe bürünmüştü her yer. Kalp atışı ve vızırtıdan başka bir şey duyamıyordu. Buna anlam yükleyecek durumda da değildi. Ardından sadece bir ses duydu "Kayleight'ı tanıyor musunuz?" . Bu sesi ta yemekhanenin dışında konuşan adamın sesi olduğunu anladı. Kaşlarını çatıp o tarafa baktı. Sarışın uzun bir kadının yanında yine uzun ve kumral bir adam onu soruyordu. Kimdi bunlar?". Kayleight mı? Öyle bir ucube tanımıyorum.". Rebb, Kayleight'ı dürtüp dikkatini çekmişti. "Kay, neden öyle dikiliyorsun? Gel oturalım.". Masaya geçerken bile vücudunun baskısına engel olamıyordu. Sanki beyni onu başka bir yere götürmeye zorluyor gibiydi. "İyi misin Kay? Hiç iyi görünmüyorsun.". Rebb onun için endişelenmeye başlamıştı. "İyi hissetmiyorum Rebb." dedi Kayleight yorgun bir ses tonuyla. Tam Rebb ona kaldırmaya yardım ederken sarışın kadın ile göz göze geldi. Onunla göz göze gelmesiyle kötü şeyler hissetmeye başladı. Bu duruma yemekhane ışıkları yardım ediyordu. Göz göze kaldıkları an boyunca bir yanıp bir sönüyordu. Kadın ona bakıp sinsice gülümserken Kayleight nedenini bilmediği bir kinle ona bakmaya devam etti. Onu tanıyormuş hissini üstünden atamadı. "Kay, beni korkutuyorsun. Kim bu kadın?" Rebb onun koluna girmiş temiz hava alsın diye dışarıya gitmek için bekliyordu. Kayleight ondan özür dileyerek derse girmeyeceğini söyledi. Kadın gözünün kaçırmasının ardından ortalıktan kaybolmuştu ve Kay nefreti dışında sonunda normale dönmüştü. "Seninle gelmemi ister misin?" Çantasını omzuna alıp ayrılırken hayır anlamında kafasını salladı.