14 Kasım 1995
Yaşayacak uzun yılları olan insanlar, etrafta koşuşturanlar, el ele göz göze aşıklar, çocuklarının elinden tutmuş oraya buraya koşturan insanlar. Hepsi gözlerinin önünden geçiyordu. Hepsinin yok oluşumu izliyordu. Her şeyin bitişini. O güzel maviliğini alış götüren simsiyah dumanlar yükseliyordu gökyüzüne. Her şey bitmişti, buraya kadardı. Yaşayacakmışım yılları yoktu artık o insanların. Aşıkların gözlerinde ölüm, son bir kez görebilmek için savaşıyorlardı. Kendini çocuklarına siper etmiş anneler korkuyla ve son bir can havliyle, ufak bir belki ile sarılıyorlardı çocuklarına. Fakat hepsi boşunaydı. Belki de son nefesleriydi. İnsanların son umutları tükenmiş, artık kimse hareket etmiyordu. Ölümün soğuk sessizliği her yeri kaplamış, büyük bir hevesle son yaşam gücünü arıyordu. Es geçmek istemiyordu hiçbirini. Artık ağlayan çocuklar, siper olan anneler yoktu. Her şey tozdan ibaretti...
O ise tepede koca bir şehrin çöküşüne bakıyordu. Yetişememişti. Şehirdeki son sesler de kesildiğinde o da artık bir şeyin değişmeyeceğini fark etmiş dönmek üzere arabasına ilerliyordu. O sırada bir bağırış duydu. Ölümün sessizliğini yırtan yeni bir hayat. Ölüm sanki bunu fark etmiş gibi o minicik hayata ilerliyordu. Ondan daha hızlı olması gerekliydi. Peki bir insan nasıl ölümden daha hızlı koşabilirdi ki? Nasıl onunla yarışabilirdi? Son bir hayat dedi, çoktan yok olmuş, zamanla unutulup gidilecek koskoca bir şehirde ufak bir umutla fark edilmeyi bekleyen son bir hayat. Kendini tehlikeye atmak uğruna bile olsa o son umuda doğru koştu. Ölümden önce yakalamak için hiç koşmadığı hızlı koştu. Ve sonra onu gördü. Gökyüzünün siyahlığına inat mavilerini daha siyahlıklar kaplayamamış, kalan son ağacın yeşilliğini yansıtan gözleriyle ona bakıyordu. İnceleme fırsatı bulmak gibi bir şansı yoktu. Onu aldı oradan ve tekrar koşmaya başladı tüm hızıyla. Arabaya geldiğinde dikkatli bir şekilde arka koltuğa koydu onu ve kendisi binip son hızla kaçmaya başladı. Ölüm sanki onları fark etmiş gibi etraflarından geçtikleri her şeyi yok ediyordu. Buna daha fazla izin veremezdi adam. Arabayı kullanırken mırıldanmaya başladı:'Nomino solem, lunam vero. Hanc circulus morte claudere. Clavis mea nunc. Parare me'
Güneş, ay ve gerçek adına. Çemberi koru ve ölümü durdur. Anahtar artık benim. Bana itaat et.Bunun ileride karşısına çıkacağını bilse bile yapacak başka bir şeyi yoktu. Ağaçlar yeşil kalmayı başardığında, başardığını anlamıştı adam. Gaza yüklendi ve arkasında koca bir şehri ölümün sessizliğiyle bıraktı.
Artık her şey için çok geçti. Onun için yeni bir hayat, yeni bir dünya başlıyordu. Peki arkadaki yeni başlamış hayat için ne yapacaktı? Öylece bırakamazdı. Yapmak zorunda olduğu tek bir şey vardı; onu eğitmek. Bunu her ne kadar istemese de dünyayı kurtaracak olan oydu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Clavis (Anahtar)
AdventureHer şeyin bittiği yerde yeni bir umut bulan iki yakın arkadaş ve korumakta yeminli oldukları anahtar. Dışarıdan sadece soğuk duran görünümleri var fakat içeriden aslında ikisi de soğuk birer katil. Dünyayı korumak için ne kadar ileri gidecekler peki...