Genç şövalye zırhı giydirilirken yine düşüncelere dalmıştı. Prensi nasıl bulabileceğinden emin olamıyordu. Turnuvada galip gelip saraya alınsa bile prens odasından çıkmayan bir züppeyse kapısından muhafızlar, yatağından kızlar eksilmiyor olmalıydı. Prensi yalnız yakalama ihtimali yok gibiydi.
Saraya girdikten sonra buna bir çare bulabilirdi illaki. Prensin odasına yemek götüren bir hizmetçi ya da gece odasına çağırılan bir kızın cebine biraz altın sıkıştırsa yeterdi. Hançer ya da zehir prensin işini çok rahat görürdü.
Ama asıl hedefi kraldan bizzat kendisi intikam almak ve prensi kendi elleriyle öldürmekti. Onların insanlardan çaldığı, onlardan da çalınmalıydı.
"Sir Harry Edward! Sir Magnar'ın oğlu!" Adının duyurulmasıyla kulak hizasında olan kıvırcık saçlarını geriye atıp miğferini taktı. Derin bir nefes alıp başı dik bir şekilde hazırlandığı çadırdan çıktı. Meydanda kurulmuş küçük oditoryum tamamen doluydu. İnsanlar şövalyelerin düellolarını izlemeyi heyecanla bekliyorlardı.
Kılıcını havaya kaldırıp gürültülü bir tezahürat kopmasına sebebiyet verdi, bu gururunu okşamıştı. "Karşısında baş kraliyet şövalyesi!" Harry onun adının söylenmemesine sadece gözlerini devirdi ve kılıcını elinde bir tur döndürdü, ayrımcılığa katlanamıyordu, özellikle kraliyete olan pozitif ayrımcılığa.
Karşısındaki şövalye kendisinden yalnızca biraz daha kısaydı, miğferinin önündeki açıklıktan mavi gözleri kendini çok net belli ediyordu. Yeşil gözler bir anlık şövalyeyi baştan aşağı süzdü. Bir şövalye için ince bir fiziği vardı. Tekrar göz göze geldiklerinde Harry onun gülümsediğine dahi yemin edebilirdi, o parlak zırhın içinde olmak için fazla masum duruyorlardı mavileri. Onu yendikten sonra tanışmayı düşünebilirdi belki.
Kafasını iki yana sallayıp bu saçma düşünceleri zihninden attı, burada böyle saçma şeyler için bulunmuyordu. Yerine getirmesi gereken bir görevi ve yenmesi gereken şövalyeler vardı.
Düelloyu başlatmak için kalkanını ve kılıcını savunma pozisyonunda kaldırdı. Kraliyet şövalyesi de onu tekrarlamıştı. "Önden buyurun, Sir." Baş şövalye yumuşak sesinde hissedilen bir gülümsemeyle söylediğinde Harry bu nezaket olayına daha fazla katlanamayıp kılıcını var gücüyle savurmuştu.
Kraliyet şövalyesi bu kadar sert bir darbeyi kesinlikle tahmin etmiyordu, yine de kalkanıyla darbeyi karşılamış ve rakibini itmişti. Mavi gözler çok şaşkın bakıyordu, kendisi gibi rakibi de gücü fiziğinde olmayanlardandı demek. Asla bir kitabı kapağına göre yargılamaması gerektiğini kendisine hatırlattı.
Bu sefer kılıcını savuran kraliyet şövalyesiydi, tekrar, tekrar ve tekrar. Kılıcını ve kalkanını öyle uyumlu kullanıyor, öyle çevik ve etkili darbeler savuruyordu ki Harry resmen karşılamakta güçlük çekiyordu. Asla kendinden başkasını kılıçta bu şekilde övmezdi fakat bu adama karşılık verebilmek için tüm eforunu harcıyordu. Darbeleri cüssesinden beklenmeyecek kadar sert ve hızlıydı.
İki şövalye kılıçlarını çarpıştırırken düello öyle hızlı gelişiyordu ki koca oditoryumu dolduran kalabalıktan çıt çıkmıyordu. Yankılanan tek şey demirlerin birbirine vurup çıkarttığı tiz seslerdi. Herkes kimin galip geleceğini merak ediyordu. Kraliyetten böyle güçlü bir şövalye çıkmasına şaşırmışlardı, amaçları saraya sövalye almaktan çok şövalyelere haddini bildirmek gibiydi. Ama Sir Harry Edward o ana kadar gayet iyi gidiyordu.
Beklemediği anda kraliyet şövalyesinin tüm beden gücünü kullanarak kalkanıyla kendisini itmesi sonucu Harry sırt üstü yere düşmüş ve miğferi kafasından fırlamıştı. Kıvırcık saçları kumlara dağılırken yüzü acıyla buruşmuştu. Baş şövalye vakit kaybetmeden kılıcının ucunu boynuna dayamış sözlü pes etmesini bekliyordu.
Ta ki Harry gözlerini açıp onunkilerle buluşturana kadar, göz göze geldiklerinde kraliyet şövalyesi nefesini dahi unutmuştu. Harry onun bu boşluğundan yararlanıp yerden güç alarak karnına tekme atmış ve onun geriye uçmasına sebep olmuştu. Kalkanını umursamadan kılıcıyla ayağa kalktığında onun gibi miğferi uçmuş kraliyet şövalyesi de kılıcıyla ayaklanmıştı.
Aynı anda kılıçlarını birbirlerinin boğazına dayadıklarında ikisi de nefes nefese kalmışlardı. Kaşları çatılı birbirlerine bakıyorlardı. Kraliyet şövalyesinin açık kestane tonundaki saçlarının bir kısmı terden alnına yapmıştı, Harry'nin uzun kıvırcık saçlarıysa hafif esen rüzgarla uçuşuyordu. Ortamdaki gerilim ve düellonun ateşi öyle etkileyiciydi ki hiçbir şey söylenmeden öylece durmuşlardı bir dakika boyunca.
Düellonun berabere bittiği su götürmez bir gerçekti.
Meydan anonslarını yapan gür sesli göbekli adam durumu sesli bir şekilde dile getirdiğinde bir alkış tufanı kopmuş iki şövalye de kılıçlarını indirip seyircilere selam vermişlerdi. İkisi de yerden kalkanlarını ve miğferlerini aldıktan sonra birbirlerine selam verip düelloyu bitirmişlerdi. Alkışlar devam ederken ikisi er meydanını yan yana terk etmiş ve yeni düello duyurulmaya başlanmıştı.
Baş şövalye yanına koşan yardımcılarına kalkanını ve miğferini teslim edip üstünde ağırlık yapan fazlalıkları da çıkarırken diğer şövalye çadırına dönmüştü. İkinci düellosunda berabere kalması hiç iyi olmamıştı.
Mavi gözlü adam sinirinden arınmış görünürken şövalyenin girdiği çadıra hemen ardından girmiş, fark edilmek için boğazını temizlemişti.
"İzniniz var mı Sir?" Harry kafasını sallayıp elindeki kalkanı geniş tahta masaya bıraktı. Kılıcını kınınına koyup kollarındaki ağır demirleri çıkartmıştı. "Adil ve dişli bir düelloydu." Uzun saçlı olan ellerini saçlarına daldırıp saçındaki kumları silkeledi. "Karnınız ağrımıyordur umarım? Beklediğimden sert bir tekme oldu."
Mavi gözlü olan gülümseyip kafasını iki yana salladı. "Alışığım." Harry gözlerini adamdan alamıyordu. Gözlerinin yanındaki minik kırışıklıklar bile hoşuna gidiyordu sanki. Adam içeri biraz daha girdiğinde oturaklardan birini işaret edip "Oturmaz mıydınız?" demişti. Kumral şövalye nazikçe kafasını iki yana sallamıştı.
"Size bir teklifim var, sonrasında malesef ki gitmeliyim." Harry ellerini arkasında birleştirerek diyeceği şeyi merakla bekledi. Saraya girme bileti bu adam olabilirdi. Berabere kalmak, günün sonunda belki de o kadar kötü bir şey değildi.
Mavi gözler onu detaylıca inceliyordu. Pürüzsüz yüzünü süsleyen benleri, şekilli dudakları, kendinden emin duruşu, kendini işine adamışlığı, bir zümrütü andıran parlak gözleri, hacimli kıvırcıkları ve kabiliyetleriyle tam aradığı adamdı.
"Sizi dinliyorum Sir?" Genç şövalye tek kaşını çatarak konuştuğunda Baş Kraliyet Şövalyesi boğazını temizleyip gözlerini direkt olarak yeşillere dikmişti. "Bu akşam sarayda verilecek ziyafete katılırsanız, beni çok memnun edersiniz." Bu bir ricadan çok bir emirdi, adamın ses tonu bunu açıkça ele veriyordu.
"Onur duyarım Efendim." Harry saygıyla reverans yaptığında şövalye kısa bir gülümseme ve kafa onayıyla geçiştirmişti. Kısa adımlarla yürüyüp genç şövalyenin önünde durup elini uzattı kraliyet şövalyesi. "Sizi bekliyor olacağım, Sir Harold." Harry adının yanlış söylenmesine takılmadan kendine uzatılan eli nazikçe sıktı.
"Adınız, Bayım?" Adam söylemediğini yeni fark ettiği belli olan bir mimikle elini çekmişti. "Louis." Harry küçük dilini yutacakken düzeltti. "Louis William. Louis kullandığım için..." Prens saçmaladığını fark edip sakince geri adımlamaya başladı. "Her neyse. Sizi bekliyor olacağım."
Harry şaşkınlığını gizlemeye çalışsa da çok başaramıyordu. "O-" boğazını temizleyip "-orada olacağım." dediğinde prens kafasıyla onaylayıp çıkmıştı.
Harry oturağa oturup yanındaki testiden işlemeli kalay bardağa içki doldurdu. Prensin bu adam olması hiç adil değildi. Bardağı tek seferde içip kafasını geriye yatırdı.
Prensi öldürmek belki de düşündüğü kadar kolay olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Infatuated Assassin | Larry
Ficción históricaHarry Edward, yıllar süren bir kan davasının ateşiyle yetiştirilmiş bir süikastçi. İngiltere kralının en büyük oğluna verdiği değer ve prensin kabiliyetleri herkesin dilindeyken Harry'den tek istenen onun kellesidir. İntikam hırsı ile yetiştirilen ş...