NOT: Düzenlendi.
"Aydınlıklarda bir şeyler bulmak bir şey anlatmaz. Çünkü sırlar karanlığın bağrındadır."
"Anne!" Yanımda sessizce duran küçük kahverengi köpek bacaklarıma dolanarak gitmemi engellediğinde tek yapabildiğim, beni duymamak için özel bir çaba harcıyormuş gibi görünen anneme seslenmek olmuştu. Yine gidiyordu ve ben yine bir şekilde peşinden gidemiyordum. Birkaç eski ve kiminin çalışmayı çoktan bıraktığı sokak lambasının cansızca aydınlattığı karanlık sokakta, arkasına bir kez bile bakmadan giden kadının ardından çaresizce bağırıp duruyordum. Bir kez daha: "Anne!" Fakat o yine bakmıyordu. İçimdeki çaresizlik hissi terk edilmenin verdiği ürkütücü ıssızlık hissiyle bütünleştiğinde, küçük köpeğin bacaklarıma dolanarak teşkil ettiği engele bile kızamıyordum. Çünkü çaresizdim, bir kez daha terk edilmiştim.
Gürültülü bir hırıltıyla uyandım. Kâbus, tüm yaşama sevincimi gözlerimi henüz açmama rağmen yok ederken ne yeniden uyumak ne de uyanmak istiyordum oysa.
Evet, uyanmıştım fakat hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu bilerek bir diğer güne uyanmak nasıl hissettirirse insana, tam da öyle hissederek ve huysuz bir birikime özgü inatla açmadım gözlerimi. Ya da orada, içimde bir yerlerde fokur fokur kaynayan öfkeyi içgüdüsel olarak bastırmak istediğimden de olabilirdi bu; doğrusu emin de değildim. Öfke düşünebilmemi ya da belki de olumlu düşünebilmemi engelleyen en önemli etkendi. İçimde keşfedilmemiş bir cevher olabilirdi, hassas yanımın açıklaması olabilecek bir yan; fakat ben öfkemde öyle kaybolmuştum ki hassas yanımın açıklamasını da bana vereceği artıları da göremiyor, umursayamıyordum. Yapabildiğim yalnızca olduğum konumda sıfır zararla ilerlemeye çalışmaktı. Öfke, olası cevherleri, mantıklı düşünmeyi ve dahası, hislerimi öldürmüştü.
Benim için her şeyin sonsuza dek bitmiş olduğu düşüncesine, uçsuz bucaksız bir yerde, belki bir çölde kaybolmuş bir çocuk gibi ürkek hissediyor oluşuma karşı koyamamak, içinde yaşamaya alışkın olduğum öfkeli hissizliğimi de beraberinde getiriyordu. Bir ucubeden farksızdım. Bununla, bu ne olduğunu asla kestiremediğim hislerle uyuyup yine aynı şekilde uyanmak öyle zoruma gidiyordu ki... Nasıl "dur" diyecektim? Kendi sorumdan bile bihaberdim, cevap zaten görünürlerde yoktu. Yapacağım hangi hareket, okuyacağım hangi kitap ya da izleyeceğim hangi film beni bu çıkmazdan kurtarabilirdi? Türü komedi olan bir filmde dâhi, o kısacık, sadece filme yön vermek için ortaya konmuş hüzünlü sahneleri görmeyi bekliyorken beni neyin kurtarmasını isteyebilir, bunu niçin bekler ve en önemlisi, bunu nasıl umardım?
Bu beni her zamanki gibi dünyadan alıkoyan düşünceler zihnimi doldururken inat etmeyi bırakıp açtım gözlerimi. Kabusun bıraktığı etkiden daha fazla kaçamazdım. Eskiden ağlardım. O kabuslardan sonra kalkar ve saatlerce hüngür hüngür ağlardım. O zamanlarda en yakın arkadaşım diyebileceğim İdil buralarda olurdu. Sabahları okula gitmek üzere beni almaya gelir, her defasında ağladığım için bana kendimi kötü hissettirirdi. Ağlamak hiçbir şey için çözüm değil, derdi. Anlamsız bir umursamazlığı, çirkin bir bıkkınlığı olurdu hep. Kendimi çok kötü hisseder, ama ona hak verirdim. Uzunca bir süre kendimi buna inandırdım: ağlamamalıydım. Kırılgan yapım, yerini kaba davranışlara bıraktığında koptuk, artık beni almaya gelmiyordu. Artık arkadaş bile sayılmazdık. Beni yalnız bırakmıştı çünkü, diğerleri gibi.
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayvan İçgüdüsü
Novela Juvenilİsteksizlik damarlarımda dolanan uyuşturucu bir madde ya da kötü huylu bir kanser hücresi gibi tüm sistemlerimi ağır ağır, acıta acıta sarıyordu ve ben sadece, öylesine bir şeymişçesine izliyordum. NOT: 2014'te yazıldı. Şu anda kesinlikle istediğim...