|yardım
†chattaway - somerset†
gecenin, karanlığını yırtarak büyüsünü bozmak ister gibi tam ortasında beliren dolunayı izlerken, odamın ortasındaki halıya uzanıyor ve düşünüyorum.
seni düşünüyorum.
düşünmem gereken kafa karıştırıcı bir olay varken ben yine de seni düşünüyorum.
gözlerimi kapatıyorum, kokusunu alıyorum sanki teninin.
deniz kokuyor saçların bazen.
yada bana öyle geliyor.ama çok güzel kokuyor saçların, bunun güzel bir gerçek olduğunu biliyorum.
birden kahverengi tutamlarını koklamak arzusuyla yanıp tutuşuyor, uzandığım yerden hızlıca kalkıyorum.
sonra birden duraksıyor, başka bir düşünceye ev sahipliği yapan zihnime kulak veriyorum.
"o bir deniz." diyor ses.
"o bir deniz. gel-gitleri olan, hırçın bir deniz. ve sen,"
merak ediyorum, kendi kendime soruyorum devamını.
"ve ben?"
"ve sen o denizin dalgalarının vurduğu kayalıkların kenarında bile duramayacak kadar zayıfsın."
yutkunuyorum, sertçe. boğazıma takılıyor duyduklarım. o kadar ağır bir lokma ki yutmak zorunda kaldığım, su içmeden yutamayacağımı biliyorum ama dünya üzerindeki son su damlası da tükenmiş gibi hissediyorum.
sonra pencereme bir şey çarpıyor, dizlerimin üzerinde ilerleyip pervazı yukarı çekerek başımı dışarı uzatıyorum.
ellerin cebinde, başını kaldırmış yukarı bakıyorsun. beni görünce gülümsüyorsun.
hafif esen rüzgar aynı anda ikimizin de saçlarını karıştırıyor, tam o an saçlarını karıştırması gerekenin rüzgar değil de parmaklarım olduğunu düşünüyorum.
az önceki ellerimi saç tutamlarında gezdirme isteğim tekrar alevleniyor.
"aşağı gelsene, yürüyelim biraz."
duyabileceğim kadar yükseltiyorsun sesini, birkaç saniye daha sana bakıp pencereyi kapatarak dolabıma doğru yürüyorum.
üzerime yağmurluk giyip merdivenlerden hızlıca iniyor, televizyonun karşısında uyuyakalan annemin üzerini küçük bir battaniye ile örterek sessizce dışarı sızıyorum.
bahçe kapısının dışında, az önceki gibi ellerini cebine koymuş bekliyorsun.
saçların her zamanki gibi dağınık, üzerine aldığın ince gri ceketin fermuarını yarısına kadar çekiyorsun. içine giydiğin beyaz tişörtle üşüdüğün belli, ama bozuntuya vermeden yürümeye başlıyorsun.
biraz yürüyoruz, sahile geldiğimizde gözlerini üzerimde hissediyorum.
"özür dilerim." diyorsun içten ve çekingen bir sesle.
gülümsüyorum, ama buruk bir gülümseme bu. dudaklarımın kenarları sızlıyor güldüğümde.
"önemli değil. sadece birkaç gün yüzüme bile bakmadın, o kadar. özüre gerek yok."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
4 o'clock
Fanfiction•taejin• her şafak vakti, akrep yelkovanı paçasından tutup yakaladığında; sana aşık olmayı öğreniyorum.