kafes

129 23 8
                                    

|kafes

†chattaway - sorrento†

rüya

"seokjin hadi! ooof acele et biraz!"

elimde kayak takımlarıyla, en tepede öylece beklerken hala hazır olmayan seokjine söyleniyordum. herkes gittikten sonra kaymak istediğini söylemişti ama acele etmiyordu. alanın ışıkları kapanırsa öylece kalırdık.

"geldim sevgilim!"

yüzünde şapşal bir gülümsemeyle, elindeki kalın eldivenler yüzünden şapkasını zorla düzeltmeye çalışarak yanıma geldiğinde suratım asık bir halde oturuyordum.

"hadi ama, bu gece özel olsun istiyorum. lütfen." kollarını belime sararak, yanağıma ufak bir öpücük kondurduğunda karşı koyamamıştım. yine ve yine ona yeniliyordum.

saatime bakarak konuştuğunda kolumdan çekiştirerek beni tam tepeye getirmişti. tek başıma kayacak olsaydım korkabilirdim ama beraber yapacaktık. onunla olduğunda, dünyanın en ürkütücü şeyleri bile basitleşiyordu.

"hazır mısın?" dediğini duydum, dudaklarım cevap için hareket bile etmeden kendimi sonsuz bir rüzgarın kollarında bulmuştum.

"seni çok seviyorum!" diye bağırdı seokjin. sesi yankılanıp karla kaplı devasa dağlara çarpmış, ardından kulaklarıma dolmuştu.

"sana çok aşığım!"

bir kez daha aşkını bağıra çağıra dillendirdiğinde, gözyaşlarım yüzüme vuran soğuğun aksine aktığı yerleri ısıtıyordu. dudaklarıma bulaşan tuzlu tadı umursamadım. bir süre sonra durduk.

üzerimizdeki her şeyi çözüp bir kenara attığımızda seokjin kendini karların içine atmıştı bile. bense hala ağlıyordum.

sonra yüzüme uğrayan gözleri dalgalandı.
hırçın denizinde biri boğuldu.
birileri öldü.
ben yaşadım.

yavaşça doğruldu, elini cebine attı. gözyaşlarım boynuma sardığım kırmızı atkımı ıslatmaya devam ediyordu.

"süslü cümleler, sevgi sözcükleri... hiçbirine ihtiyacımız yok."

elimin tersiyle yanaklarımı silerken zaten daha çok ağlayıp sildiğim yerlerin yeni yaşlarla ıslanacağını biliyordum. yine de silip durdum. sonunda öleceğini bilen ama yine de avından kaçan kapana kısılmış tavşan gibi.

"seni seviyorum kim taehyung."

cebinden çıkardığı küçük kutuyu açtı, içinden iki yüzük çıkardı. birini kendi parmağına taktığında, ellerinin titrediğini buradan görebiliyordum.

"parmağına takmak istemezsen sorun olmaz, boynuna kolye gibi de takabilirsin sonuçta biz biliyoruz yani kimsenin anlamasını istemiyorsan ben darılmam onun içi-"

dudaklarını örten dudaklarımla susmuştu, derin nefesini göğüs kafesimin içinde hissetmiştim.

geri çekildim, alnımı alnına dayadım. parmaklarım yumuşak saçlarını okşarken gülümsedim. gözyaşlarım şimdi onun da dudaklarındaydı.

"bütün dünya bizim aşkımızı konuşsun istiyorum."

o da gülümsedi, artık o da ağlıyordu. gözyaşlarımız bile birbirine tutunarak hayatta kalırken biz ne yapabilirdik ki?

"evlen benimle." diye fısıldadı kulağıma doğru.

"evlenelim tae."

derin bir nefes aldım, titrek bir nefes bıraktım soğuk havaya.

göğsümde o ilk aşık olduğum zamanki kelebekler uçuşmuyordu artık.

tam orada, kalbimi koruyan kafesin içinde bir kuş büyümüştü. ancak tutsak değildi.

o kuş sevdiğim adamdı.
tutsak değildi.
kafesim onun yuvasıydı.
kalbimle besleniyor, ancak orada nefes alabiliyordu.

bense o uçup giderse nefessiz kalırdım.
kafesimin kenarları kalbime batardı.
ölürdüm işte. basitti onsuzluğun sonucu. iki kere ikinin dört ettiğini herkes bilirdi. benimse bildiğim tek şey, şu dakikadan sonra bir an bile o kuş olmadan yaşayamayacağımdı.

"beni çok beklettin." diye mırıldandım burnumu boynuna sürterken. o sırada alanın ışıkları bir bir sönmüştü.

yüzüklerimizi parmağımıza taktığımızda, zaten manen birlikte olduğumuz gerçeğini birde alenen göstermiş olmuştuk.

karda yuvarlanıp birbirimize aşkımızı haykırırken mutluyduk.
karanlıkta her şey daha saklanılabilirdi, biz de birbirimize saklandık.

yarını düşünmedik.
bir sonraki günü, ondan sonraki günleri de.
zaten düşünmek de istemezdik.

|kafes

4 o'clockHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin