↬1↫

26.5K 1K 684
                                    

Hafif şiddetli esen rüzgârın yüzünden kopmaya hazır yapraklar dallarından ayrılıp geniş bahçeye yayılırken başımı kaldırıp uçuşan yapraklara baktım. Hava her zamankinden daha serindi. Yağmur yağacak gibiydi ama yağmıyordu.

Kolumdan kayan ince hırkamı omzuma çekip derin bir nefes aldım. Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken arkamda kalan ağaca yaslanmıştım. Bir müddet rüzgarın etkisiyle uçuşan yaprakların düştüğü havuzu izledikten sonra bakışlarımı yavaşça karşımda kalan eve çevirdim. İkinci kata tırmanan gözlerim geniş camının arkasında olan bedeni bulduğunda biraz orada oyalanmıştı.

Elindeki bardağıyla dikilmiş öylece ileriye bakıyordu. Min Yoongi. İnsan düşmanı varlık. Bir dondurucudan daha soğuktu belki de. Hoş, bu durum umurumda da değildi.

Bakışlarımı üzerinden ayırıp bacaklarımı kendime çektim. Kollarımı bacaklarımın etrafına dolayıp yanağımı dizime yaslamıştım. Gözlerim tüm güzelliğiyle parıldayan Dolunayı bulduğunda derin bir nefes aldım. Kıskanıyordum onu. Etrafındaki bulutlara rağmen hâlâ parıldıyordu.

Yanında bir tane bile yıldız yoktu. Ama her şeye inat, tek başına olmasına rağmen parlıyordu. Gerek de yoktu yıldızlara aslında. Tek bir şey lazımdı ona; güç aldığı güneş..

Bir zamanlar aya benziyordum ben de. O gücünü güneşten alırken ben de babamdan alıyordum. Önüne geçen bulutlar parlamasına engel olmuyordu. Tıpkı benim karşıma çıkan sorunlar gibi.

Ama düşünmemiştim hiç. Kendimi aya benzetiyordum ama küçük bir farklılık vardı aramızda. Güneş her daim var olan bir yıldızdı. Bu yüzden ay hiçbir zaman güçsüz gözükmeyecekti. Her zaman güneşin desteğiyle parıldayacaktı.

Ama ben ay gibi değildim artık. Benim güneşimin tamamen solduğu kısa bir süre olmuştu. Güç kaynağım kaybolmuştu. Ve ben, bu gücü hiçbir zaman bir daha elde edemeyecektim. Güçlü olmam için babama ihtiyacım vardı ama.. o artık yoktu. Bir daha da olmayacaktı.

Bir ay önce öyle bir karanlığa düşmüştüm ki önümü artık göremiyordum. Karanlığıma doğan ışıltılar tek tek sönmüştü. Ben de parlamayı bırakmıştım.

Ondan başka kimsem yok muydu? Vardı ama yok gibiydi. Annem vardı mesela umurunda bile olmadığım. Bu yüzden o da benim umurumda olmamıştı. Vardı, hayattaydı ama yoktu işte. Hiçbir zaman da olmayacaktı.

Şimdiki yaşantıma gelecek olursak idare eder gibiydi. Maddi bir yönden hiçbir sorunum yoktu ama manevi tarafım oldukça boş kalmıştı. Babamın ölümü oldukça derinden etkilemişti beni. Bir kuyu misaliydi içim. Oldukça derin ve ışık görmeyen..

Kaldığım kişiler oldukça iyi kalpli insanlardı. Babamın çok uzun zamandır arkadaşıydılar. Babamın dediğine göre o ölmeden önce onlarla konuşup beni onlara emanet etmiş. Onların evinde kalıyordum işte. Beni umursamayan bir kadın vardı anne adını taşıyan ama görevini yapmayan. Ona bırakmadı beni babam. Bıraksa da ben kalmazdım. Bu zamana kadar yanımda olmayan birinin yanında olmazdım.

Burada her şey iyiydi ama o buzdan inşa edilen oğulları hariç. İnsanlardan nefret ediyordu sanırım. Ya da bu benim için geçerliydi bilmiyorum. Şu ana kadar bana karşı hiç de insan gibi davranmamıştı.

Evlerine taşındığım günden beri birçok şeyi ima etmişti yüzüme karşı. Bu evin kendilerine ait olduğunu milyon kez yüzüme vurup evde rahat olmamı engellemişti. Girip çıktığım bir yemek odası, lavabo ve odam olmuştu.

Ben de zaten pek hevesli değildim evinde kalmaya. Hatta birçok kez Han soo amcayla yeni bir eve çıkmak istediğim hakkında konuşmuştum ama ona babamdan emanet olduğumu, yanlız bırakamayacağını söyleyip duruyordu.

Bu nedenle evden de ayrılamıyordum. Kaldığım her süre boyunca da burnumdan geliyordu.

Bana karşı neden böyleydi bilmiyorum. Pek umurumda değildi aslında. Beni sevmese de olurdu fakat insanın ağırına gidiyordu. Beni sadece annesi ve babası ilgilendirse de haklı oluşu yüzüme bir tokat gibi çarparken yapacak, söyleyecek hiçbir şey bulamıyordum.

Şu düşünceler yüzünden kaç gece uyumayıp düşünerek uykusuz kaldım bilmiyorum. Bu gece de o gecelerden biriydi sanırım. Fakat bir farklılık vardı bu gece. İlk kez düşündüklerim canımı sıkmıyordu. Sanki bu gece son gecemmiş gibi rahattım.. Garip bir ruh halindeydim, bir o kadar da hissiz..

Bulutlar giderek ayın önünü kapatıp ışığını kesmeye başladığında başımı kaldırıp bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Ardından daha net görmek adına ayaklanıp ağacın altından çıkıp ayın tam karşısında durdum.

Bulutlar önünden gelip geçerken parlamaya devam ediyordu. Ama o da biliyor olmalıydı. Birazdan siyah bir bulut önünü gelip kesecek, parlamasına engel olacaktı. Eski beni görüyor gibiydim. O parlıyordu ama karşısındaki ben, tüm karanlığımla karşısında duruyordum. Sönmüş bir ay olarak karşısında duruyordum..

Gözlerim buğulanıp gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya başladığında bir bulut geçmişti önüne. Bulutların arkasındaki varlığı giderek kaybolurken yüzüme düşen damlalarla başımı biraz daha kaldırıp öylece kapalı, ışık almayan gökyüzüne bakmaya devam ettim.

Giderek hızlanan yağmur elimi önüme doğru kaldırmama neden olmuştu. Avcumu gökyüzüne doğru çevirip soğuk yağmur damlalarının ılık elime isabet etmesini izledim bir müddet.

Gök gürültüsü bedenimi titrettiğinde gözlerimi sıkıca kapattım. Elimde birikmiş yağmur damlaları elimi yumruk yapmam sonucu dökülmüştü.

Göz kapaklarım yavaşça ayrıldığında ıslak gözlerimle etrafıma bakındım. Yağmuru da seviyordum bir nedenle. Asla ağladığımı belli ettirmiyordu. Bu yüzden en güçsüz olduğum zamanlar yağmur yağdığı zamanlardı..

Elim serbest kalıp yanıma düştüğünde başımı eğip alt dudağımı dişlerim arasına aldım. Etrafımın bu kadar karanlık olmasına bir türlü alışamıyordum. Alışamayacaktım da sanırım. 

Bana güç veren adamı öyle özlüyordum ki..

Derin bir nefes eşliğinde başımı kaldırıp her şeye inat dik durdum. Önüme geçmeye çalışan siyah bulutlara yenilmeyecektim. Sönen ışığım bir daha yanmazdı biliyorum ama kayıp unutulan yıldızlardan da olmayacaktım.

Gözden kaybolan ayın az önce olduğu yere doğru baktım. Orada olduğunu biliyordum. Bekleyecektim onun gibi. Eninde sonunda siyah bulutlar pes edip çekilecekti önünden. Parlamaya devam edecekti. Ben de bekleyecektim. Her ne kadar sonunda parlamasam bile..

Arkamı dönüp eve doğru ilerleyeceğim sıra hâlâ pencerenin önünde olan bedeni gördüğümde duraksamıştım. Duraksamamı sağlayan onu görmem değildi. Bakışlarının üzerimde oluşuydu.

Aradaki mesafeye rağmen soğuk bakışlarının estirdiği rüzgârı hissedebiliyordum. Her ne kadar üşütse de donduracak kadar bir güce sahip değildi. Tamam. Güçlüydü, kabul ediyorum ama artık estirdiği rüzgârda dengemi kaybetmeyecek, sarsılmayacaktım.

Dudaklarındaki bardağı indirip ardından perdeyi çektiğinde bakışlarımı bahçe kapısına çevirip ilerlemeye devam ettim.

Her ne kadar uyuyamayacağımı bilsem de yağmurun altında geceyi geçiremezdim. Üzerimdeki nemlik üşütmeye başlamıştı bile. Hasta olmak istemeyeceğim en son şey bile değildi.

Bahçe kapısından geçtiğimde yüzüme vuran sıcaklıkla gevşemiştim. Sıcağı seviyordum, soğuğun aksine..

Merdivenlerden yukarı sessiz bir şekilde tırmanıp odama doğru ilerlerken odasından çıkan buzdolabıyla karşı karşıya gelmiştim. Göz teması kurmadan yanından geçip gitmiştim.

Gecenin bir saati onu dinleyemezdim. Söyleyecekleri belirli şeylerdi zaten. Söylemiş kadar oluyordu soğuk bakışları. Dile dökmesine gerek yoktu...

•••

Eski bir kitaptır, düzenlenecektir.

- Jimse.

Agust D ᴹʸᴳHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin