Kafamın içinde dönüp duran bir kemirgen vardı ve beynimin içini didikliyordu. Çok değil bundan bir hafta falan önceydi, Ronnie Ahjussi'nin gündüz gözü mekanına uğramış ve biraz kaliteli bir zaman geçirmek istediğim için de masalardan birine geçmek yerine İhtiyar'ın yakınlarına bir yerlere kuruluvermiştim. Yeni bir kokteyl hazırlamıştı ve elbette deneyen ilk şanslı kişi de ben olmuştum. Mekanda Oasis'ın Wonderwall şarkısı çalıyor, birkaç kişinin işgal ettiği masaların üzerindeki küllüklerde sigara dumanları dans ediyordu. İhtiyar falandı ama belki de kafalarımızın uyuştuğuna tek inandığım kişiydi ve ne zaman konuşmaya ihtiyaç duysam Ronnie'nin yanına uğrar, iki lafın belini kırardık ve ben çoğu zaman geçen vaktin farkında bile olmazdım.
Mekana hiç tanımadığım ve muhtemelen buraya daha önce hiç uğramamış biri gelmişti ve Ronnie'de huy kapmış kedi gibi bir anda kabarmıştı. İhtiyar Ronnie yabancıları sevmezdi ama mekâna gelmişse, ağırlamaktan da çekinmezdi. Tam yanımdaki tabureye kurulmuş ve koyu gözlerini önce bana çevirmiş, sonra da Ronnie'ye dönerek, "Bana her şeyin yeniden güzel olacağını söyleyebilecek birilerini arıyorum," demişti bir ânda. Deli olduğunu düşündüren bir şimşek çakmıştı kafamın içinde o ân. Hatta sebepsizce kahkahalarla gülesim gelmişti ama o ân bu gülme krizinin beni neden dürttüğünü anlayamamıştım. Neyse ki adamın karşısında kahkahalarla gülme isteğimi dizginlemeyi başarabilmiştim.
Ronnie hiçbir şekilde istifini bozmadı elbette, her zamanki o çok sigara ve alkol tüketmekten yıpranan ama yaşına taş çıkaracak kadar güçlü sesiyle, "Ne istersin evlat?" diye sordu. Abartısız söylüyorum, Ronnie kesinlikle benim idolümdü. çoğu zaman keşke onunla aynı yaşlarda olsaydım ve seksen, doksan yıllarında birlikte takılsaydık diye düşünüp kendi kendimi üzüyordum. "Sert bir şeyler olduğu sürece hiç farketmez," demişti adam.
Tam da bu noktada, taş çatlasın otuzunda olan bu adamın omuzlarına seksen yaşında, yaşlı bir adam çökmüştü sanki. Tokat yemişim gibi irkildim o ân. Buraya gelmekteki asıl amacım çene çalmaktı başlarda ama yalnızca sessiz bir antlaşma imzalanmış gibi aramızda o adamla içkilerimizi içtik sadece. Bilemiyorum neden, sanki o ân bana eşlik ediyormuş gibi hissetmiştim ve tuhaftır, uzun uzadıya konuşmamış olsak bile o ân saatlerce beni dinlemiş de, içimdeki tüm her şeyi o adama anlatmışım gibi hissetmiştim. Sessiz ve sedasız bir şekilde birbirimize eşlik ettik ama bu pek eşlik etmek de sayılmazdı. Yine nedenini bilmediğim bir şekilde, sessizliğin pervazından sarkıp üstüne bir de kayıp düşen, iflahımı döndüren bir ağrı göğüsümün hemen sol tarafına yığıldı kaldı, boğazıma bir yumru çöktü.
Neden bir ânda bu geldi aklıma bilmiyorum. Ama sonrasında yine beynimi didikleyen o kemirgenle mücadele ettim.
Haneul'ın cenaze törenindeydik, ölüm sessizliği dedikleri şey hâkimdi etrafa. On altı yaşındaydım, yazın ortasındaydık ama üşüyordum. Yazın ortasındaydık ama her ân kasırga kopacakmış gibi gökyüzü gri ve küskündü. Bir kadın anneme doğru ilerlemişti tütsülerin arasından sıyrılıp, sima olarak tanıdık ama ismini çıkartamadığımı hatırlıyorum. Annemin omuzlarını kavrayışını, ona sarılışını ve sırtını sıvazlayarak, "Geçecek, ölenle ölünmüyor, hayat devam ediyor," diye anneme anlamsız şeyler söylerken onları dişlerimi sıka sıka izlediğimi hatırlıyorum. Her şey geçecek, hah. Güzel palavra.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
when icarus falls 'ks
FanfictionKim Jongin & Do Kyungsoo. *Bu ficin ilham kaynağı, Regular Show Çizgi filmi ve Zayn'in Icarus Interlude şarkısıdır.*