17 Ocak 2015, sabahın en erken saatlerinde hırkamı sırtıma aldığım; balkondaki sandalyeye oturup güneşin doğuşunu izlediğim bir başka gündü. Sabah kokusu; biraz denizin getirdiği ferahlık, biraz soğuk havaya bulaşmış toprak kokusu, biraz da sanayi şehrinin kirli havası. Aklımda sen, hyung.
Öğleyin, iş yerimizdeki aşçı hanımın yemeklerini gözün tutmadı; yemeğe çıkacağını söyleyip ayrıldın kısa bir süreliğine. Gözün tutmadı diye gittin dedim fakat kim bilir, belki sırma saçlı, badem gözlü sevgilinle romantik bir öğle yemeği için çıkmışsındır. Yanlış anlama, sevgilin gerçekten güzel. Diğer insanların gözünde.
Mesai bitene kadarki süre zarfında, tüm konuşmalarımızdan veya bütün yaptıklarımızdan bahsedecek değilim zira hiçbiri özel bir anlam taşımıyordu. ''Jeongguk, beş numaralı masanın siparişini al.'', ''Jeongguk, tabak kırılmış içeride, bir el at.'', ''Jeongguk, masaları temizle.'' ve daha niceleri. Zoruma gitiğinden değil. Yalnızca biraz fazla rutin.
Gün (daha doğrusu, işte geçirdiğimiz saatler) bittiğinde, arabanı park ettiğin kaldırım kenarına doğru yürüdük beraber.Beni evimin yakınlarında bırakman da monoton hayatımızın bir parçasıydı. Ferah, bazen yoğun bir parfüm kokusuyla bezeli arabanda geçirdiğim genelde on beş dakika, nadiren yirmi. Bu kısa zaman farkı trafik kaynaklı değil, bazen her nedense arabayı yavaş sürüyorsun.
''Bugün de gidecek misin? İçmeye.'' beni ilgilendirmeyen bir mevzuydu lakin seninle ilgili her şeye burnumu sokmayı seviyordum, (seviyorum). Bir süredir, alışkanlık haline getirdiğin alkol tüketimine ne zaman son getireceğini bilmek istiyordum.
''Yok. Mina ile planlarım vardı bugün.'' pencereden dışarı bakıyordum. Haliyle, onun adı geçtiği an gözlerimden fırlayıveren alevleri görmedin, göremedin. İkinci bir soruya gerek duymadım. Zaten genelde, bu birkaç dakikalık araba yolculuğunu benim en fazla üç sorum ve senin vereceğin cevaplar biraz olsun keyifli geçirtirdi. Patron ve çalışan; aramızda her daim saygı ile örülmüş bir duvar, yaş farkımızla yer edinmiş uzunca bir mesafe vardı. Tabii, bir de senin sırma saçlın.
''Peki madem, iyi akşamlar.'' dedim arabadan inmeden hemen önce. Selamlayıp önüne döndün sanki acelen varmış gibi. Gülümsemedin bile.
Bir şeye mi canın sıkkındı, meraklandım. Düşündüm, aklımda seni neyin gülümsemekten alıkoyduğunu kafamda kurmaya başladım.
Rutindi.
🌾
-Bakın, bu patronumuz. Kim Namjoon. Kafe sahibi. Bu gibi fotoğraflar çekmeyi, tarz giyinmeyi, yolculukları ve kahveyi sever. Bazen oldukça düşünceli; bazen deli dolu, şen şakrak.
Bu da okuyup okuyup argo ifadeyle bir bok olamamış Jeon Jeongguk. Kafe çalışanı. Kahvenin acısını içer, acı konuşur, biraz suratsızdır. Ya siyahtır ya siyah. Yalnızca Namjoon varsa biraz gri olabiliyor.
🌾
"Senin burada işin ne?" diyor içimden bir ses. Ben de kendimi, bir daha bu bir iki saati bulamam zaten deyip geçiştiriyorum.
Bu bölümü gören üç beş kişi, umarım sabırla beklersiniz uzun bir süre gelmeyecek bölümleri. Bir de, hikayenin zaman kavramı yok. Ama düzelteceğim, ne zaman olursa...
Oylamayı unutmayın.
Teşekkürler. 🐱
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gamlı | jeon jeongguk & kim namjoon
Fanfictionkafe sahibi kim namjoon, çalışanlardan biri jeon jeongguk. depresif, yalnız bir oğlanın güncesi.