2. moren

13 4 0
                                    


Alev alev yanan bir mutfağınız ve elinde yangın tüpüyle evin içinde koşturan bir arkadaşınız varsa mutlu olamıyordunuz, cidden.

"LAN AMINA KODUĞUM DELİSİ!" diye bağırdım yangın tüpüyle mutfağın kapısında durup tüpü açmaya çalışan Jongin'e. "ACELE ETSENE, GEBERECEZ ŞİMDİ!"

"Ulan tamam dur bi'!" dedi sonunda tüpü açmayı başarıp yangın söndürücüyü alevlere sıkarken. Ben evin içindeki bütün camları açıp çıkış kapısına doğru koşuyordum ki arkadan bağırdı Jongin.

"He git, kaç it. Ben kendim yanarım."

Jongin'in dediklerine göz devirip kapıyı açtım ve içeri hücum eden itfaiyecilere geçit sağladım. Bizim at kafalı bitmiş tüpü yere atıp bacakları götüne değe değe koşarken itfaiyeciler de hortumla birlikte tam tersi yöne ilerliyordu. Bu kadar çabuk gelmeleri şaşırtıcı falan değildi, iki sokak ötemizdeki itfaiye ocağı bize ikinciye yardıma koşuyordu. İtfaiye memurları yanan mutfağımızın çaresine bakarken biz de dışarıda soluklanmaya çalışıyorduk. On dakika sonra falan evin önünde duran ambulanstan inen ATT'lere ağzı sulana sulana bakan Jongin'in kafasına bir tane geçirdim. "Göt kafalı."

"Şu sarışın olan var ya..."

"Kes lan, beyinsiz." dedim hemşireler yanımıza oksijen tüpü ile gelmeden hemen önce. İkimize de maske uzattıkları zaman Jongin'in hâlâ kıza bakıyor olduğunu gördüm ve dirseğimle kolunu dürttüm. Onunla arkadaş olduğum, onunla aynı evde kalmayı kabul ettiğim günlere lanet okuyordum. Ama inanın, tekrar onunla arkadaş olmak isteyip istemediğim sorulsa yine kabul ederdim. Yine teklif etse, yine onunla aynı evde kalırdım.

Bir kopukluk olmuş gibi oldu, farkındayım. Hemen söyleyeyim, o ilk karşılaşma ve benim Kyungsoo'nun evine gidişimin üzerinden neredeyse bir ay geçti. Yarın yeni haftaya başlayacağız ve ben onu iki gündür görmüyor oluşumun acısını çıkaracağım. O zamandan sonra nedense onu uzaktan izlemeyi ve yanına fazla gitmemeyi seçmiştim. Benim olacaktı, çoktan kafama koymuştum bunu. Ama yine de bir adım atmayacaktım. Farkında olduğunu biliyordum. Onu izlerken beni elli kere yakalamış ve hatta benimle uzun uzun bakışmıştı. Bu arada onun sayesinde okula gidiyor oluşum derslerimi de nedense olumlu etkilemişti. Onu sevmek aslında incir çekirdeklerini ayıklamaya çalışmak kadar saçma değildi. Onu sevmek; güneşin doğması kadar gerekli, en az beni sevmek kadar mantıklıydı.

"Ben gidiyorum."

"Nereye?" diye sordu sakince ağzında tuttuğu maskeyi çekip. Numaradan ilgileniyormuş gibi yaptığına neredeyse emindim.

"Evime. Sen de durma burada bu gece, yarın gelir kalanı hallederiz."

Dakikalar sonra onunla bir takım konularda biraz daha didişip evin yanından ayrıldım. Yol uzun değildi, evim yürüyerek gidebileceğim kadar yakın olsa da on dakika yürümeye mecalim yoktu. İnanın ayaklarım yerinden zor kalkıyordu. Ama yine inanın, Kyungsoo'yu marketten çıkarken görüp onun peşine takıldığımda bunların hepsi tamamen aklımdan çıkmıştı.

Ve onun evi buradan yürümeyle on beş dakikaydı.

*

Sigaram parmaklarımda küçülüp külleri adımlarımla sarsılarak arkamda kalıyordu. Bir ayın sonunda onun evinin kapısını ilk görüşümdü. Kalbim nedensizce olduğundan hızlı atmaya başlamıştı ve Kyungsoo da en az kalbimin yaptığı kadar nedensiz bir şekilde evin kapısını açıp bedenini içeri sokmadan poşetleri bırakmış; kapıyı kapatıp gözlerini etrafta gezdirerek bana doğru yürümeye başlamıştı. Sakindi.

Adımları, saklanmak için hiçbir şey yapmayan benim önümde durduğunda nefesimi tutarak sigaramın dibinde kalan tütün ve çeşitli zehir karışımını içime çektim. Kafasını yavaşça kaldırıp dümdüz yüzüyle yüzüme baktığında ise yeterince yakın olan yüzüne üfledim dumanı.

Lonicera |sesoo|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin