BÖLÜM 7

55.8K 2.7K 66
                                    

…SURATSIZ…

Vampir Kral Marcus öfkeliydi. O kadar öfkeliydi ki kendi oğlunu bile öldürebilirdi. Öfkeyle bağırırken kale duvarına yumruk attı ve duvarda büyük bir çatlak oluştu. Marcus’un arkasında duran oğlu Maxwell tedirginlikle kıpırdandı. Kral, çok fazla öfkelenmişti.

Alnını duvara dayayan Marcus nefes almasına gerek olmadığı halde derin bir nefes aldı. Öfkesini birazda olsa kontrol altına alarak Maxwell’e bakmadan beyaz tahtına ilerleyip oturdu. Burun kemerini tuttu ve gözlerini kapattı.

‘’Demek kızı bulamadınız.’’ Dedi rahat bir ses tonuyla. Maxwell bunun bir soru olmadığını biliyordu. Bunun için sessiz kaldı.

Marcus bakışlarını oğluna çevirdi. Kafasını yana eğerek sessizce ona baktı ve gülümsedi. Sonra dudaklarından kahkahalar dökülmeye başladı. Kafasını kaldırıp oğluna bakarak kahkahalar atmaya devam etti. Maxwell bunun üzerine daha da tedirginleşti. Marcus’un kahkahası birden kesildi ve Maxwell saniyeler içinde babası ile burun buruna geldi. Kral’ın suratına vurmasıyla bedeni arkaya uçup kale duvarına çarptı ve aynı şiddetle yere düştü.

Kale duvarında bir başka çatlak daha oluşmuştu. Maxwell elleri üzerinde doğrulmaya çalıştı. Birkaç kemiğinin çıtırtısını duyuldu. Ama canı çok fazla yanmadı. Kafasını iki yana sallayıp kendine gelmeye çalıştı. Marcus’un sertçe saçlarını tutup çekiştirmesiyle ayağa kalktı. Dengede durmaya çalışarak elinin tersiyle ağzının kenarından akan kanı sildi ve babasına baktı. Marcus oğlundan biraz daha uzundu. Bu yüzden yüzünü ona eğerek kısık sesle sakin bir şekilde konuşmaya başladı.

‘’Şimdi Kirke’ye nasıl hesap vereceğim? Elimdeki kızı nasıl kaybettim diyeceğim? Kızı kaybettiğimizi duyunca ne kadar kızacak farkındasın değil mi?’’

Maxwell korkuyla yutkunurken Kral onu iterek bıraktı. Üzerindeki beyaz takım elbisesini düzeltirken tahtına dönüp oturdu ve oğluna baktı. Maxwell tıpkı babası gibiydi. Siyah saçları bembeyaz vücudunda güzel bir tezatlık oluşturuyordu. Mavi gözleri babasından biraz daha koyuydu. İnsanlara ve diğerlerine göre yapılı uzun olan vücudu, babasının yanında biraz ufak kalmasına neden oluyordu. Birbirlerine aynı anda hem bu kadar fazla benzeyip hem de bu kadar fazla farklı olamazlardı. Ancak öyleydiler.

Maxwell, Marcus’un hak ettiği bir çocuk değildi. Marcus’un daha akıllı, daha zeki ve güçlü bir oğlu olmalıydı. Ancak ne yazık ki Maxwell hayallerindeki çocuk gibi olamamıştı. Sonuç olarak yine de onun oğluydu. Tekrar derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Takım elbisesinin yakasını düzeltti ve kollarını tahtın iki yanına koyup sakin bir şekilde konuşmaya başladı.

‘’Git ve kızı bulmadan geri dönme. Kirke gelene kadar kızı bana getireceksin. Alfanın kalesine birkaç adam gönder. Kız orada olabilir. Emin olmadan büyük bir saldırı düzenleyemeyiz. Şuan istediğim en son şey birkaç köpekle savaşmak. Önce kızı bulmalı ve Kirke’ye teslim etmeliyiz. Umalım ki Vincent kızı almış olmasın yoksa seni öldürürüm. Anlaşıldı mı OĞLUM?’’

Maxwell’in bedeni gerildi. Elleri iki yanında yumruk oldu. Sıkılı çenesini kaldırarak başını salladı ve hızlı adımlarla odadan çıktı. Sinirden deliye dönmüştü. Gözleri kırmızı renkle parlarken koridordaki kolona yumruk attı. Duvarda ince çatlaklar oluşurken sıkılı dişleri arasından soludu. Öfkeliydi. 2 gün önce kızı kaybetmişlerdi. Görevlendirdiği salak yeni dönüşüm geçirenler kızı orman yolunda kaybetmişti. Çünkü o sırada ormanda gördükleri yürüyüş yapan aileyi, parçalara ayırıp zevk içinde yemekle meşguldüler. O iki salak yüzünden babasının gözünden düşmüştü. Zaten Marcus’un gözünde pek bir değeri olduğu söylenemezdi. Yıllardır onun gözüne girebilmek için her şeyi yapmıştı. Binlerce kez ölümden dönmüştü. Babasının hayatını kaç kere kurtardığını hatırlamıyordu bile. Sürekli onun için kendini feda edip durmuştu. Ama sonuç, sıfırdı. Hala onun gözünde işe yaramazın tekiydi. Onun gözüne girebilmek için daha ne yapması gerekiyordu? Boğazı yırtılırcasına bağırarak kolona tekrar vurdu ve duvar parçalara ayrıldı. Kaleyi yıkmadan önce öfkesini çıkartacak birilerini bulmalıydı. Ve kimden çıkartacağını çok iyi biliyordu.

Hızlı ve sert adımlarla kalenin mahzenine indi. Vampir askerler Maxwell, geçtiği yerde saygıyla selam veriyorlardı. Mahzende demir parmaklıklar ardındaki salakları görünce dişleri tatlı bir sızıyla uzadı. İçerideki vampirler korkudan zincirlerin izin verdiği kadar geri çekildi. İki gün önce kızı kaybetmesine sebep olan salaklar öfkesini gidermek için harika oyuncaklardı. Mahzendeki görevli vampir kapıyı açtı. Maxwell yavaş adımlarla içeriye girdi. Kafasını yana eğip dizleri üzerine çöken iki vampire baktı. İkisi de Maxwell’e, onları affetmesi için. Ama Maxwell’in affetmek gibi bir huyu yoktu…

Kanlar içinde mahzenden çıkan Maxwell duş alıp parçalara ayırdığı yeni dönüşüm geçirenlerin pis kanından kurtulmak istiyordu. Odasına doğru ilerlerken arkasından korkuyla onu takip eden vampire döndü.

‘’Askerleri hazırla. Bu akşam köpekçiklerle buluşmamız var.’

***

Rebekah korkunç bir baş ağrısı çekiyordu. Beyni zonkluyordu. Kapalı gözlerini açmaya çalıştı. Ama bunda bile zorlanıyordu. Üzerinde filler tepinmiş gibi hissediyordu. Hayır, sadece filler değil filler ve ayılar diye geçirdi içinden. Yatakta yan dönmeye çalıştı ancak ağrıyan bedenini kıpırdatamadı. Ağzından ufak bir inleme çıktı.

‘’Rebekah?’’ Jordan’ın sesini duyan Rebekah tekrar gözlerini açmaya çalıştı. İkinci denemesinde sonunda gözlerini açtığında endişeli gözlerle ona bakan Jordan ile karşılaştı.

Jordan yaklaşık bir saattir yatakta oturmuş Rebekah’nın uyanmasını beklemişti. Uyanması uzun sürdüğü için endişelenmeye başlamıştı. Biraz daha uyanmasaydı James’e haber vermeyi düşünmüştü.

‘’Neden üzerimde filler ve ayılar tepinmiş gibi hissediyorum. Ve lanet olsun bu Parker’ın kokusu mu?’’ dedi burnunu kıvırarak. Aslında koku gayet hoştu. Ancak Rebekah’nın midesi bulanıyordu ve bu koku şuan onu daha da rahatsız ediyordu.

‘’Böyle konuşabildiğine göre iyi olmalısın. Bir saattir baygındın.’’ Dedi Jordan rahatlayarak. Gözleri kocaman açılan Rebekah, olanları tekrar hatırlamanın etkisiyle inledi.

Hayatı daha ne kadar karışacaktı. Daha ne kadar gariplikler olacaktı. Ailesiyle ilgili sorunları yetmiyormuş gibi birde ona anneleri gibi koktuğunu söyleyen mitolojik yaratıklarla uğraşıyordu.

‘’Bana söyler misin hem kurt değilim hem de annenizim. Bu nasıl oluyor.’’ Kollarından güç alarak zorlukla doğruldu ve sırtını yatak başlığına dayadı. Jordan kıkırdadı ve Rebekah’nın tam karşısına oturarak bağdaş kurdu.

‘’Annemiz değilsin Rebekah Ya da kurt. Kesinlikle ikisi de değilsin. Sadece bizde bu hissi uyandıran çok tatlı bir kokun olduğunu söylemek istemiştik.’’

‘’İşte bunu duyduğuma sevindim.’’ Rahatlamanın etkisiyle derin bir nefes aldı. Gözlerini kapatıp şakaklarını ovalarken Parker’ın olmadığını o an fark etti.

‘’Baş belası sevgilin nerede? Gerçekten de kokusunu yastığıma bulaştırmış.’’ Tekrar kıkırdayan Jordan yüzüne düşen saçını arkaya attı.

‘’Az önce Caleb geldi. Sanırım Vincent onları çağırmış. Ayrıca sevgilim gayet güzel kokuyor.’’

Rebekah gözlerini açıp dik dik Jordan’a baktı. Jordan gülümserken dudakları yavaşça düştü. Rebekah pekiyi görünmüyordu. Sanki teni solgunlaşmış gibiydi.

‘’Sen iyi misin? Biraz solgun görünüyorsun.’’ Rebekah ona iyi hissetmediğini doğum gününden beri böyle olduğunu, bir gün iyiyse diğer gün kendini çok bitkin hissettiğini söyleyecekti ki kulakları tırmalayan bir çan sesi duydu. Süper hız gücü – Bu ismi Rebekah bulmuştu- ile yataktan fırlayan Jordan’a baktı.

‘’Bu seste ne?’’ diye sordu. Jordan’ın bedeni gerilmiş, kaşları çatılmıştı.

‘’Alarm.’’ Dedi Jordan kısaca. İlerleyip büyük camların perdesini açtı ve dışarıya baktı.

‘’Ne alarmı?’’

‘’Vampir. Kaleye vampirler saldırıyor.’’ Rebekah’nın bedeni anında kaskatı kesildi. Telaş, öfke, endişe bütün duygular aynı anda bedenine hücum etti. Zaten ağrıyan vücudu şimdi öfkeyle gerilmişti. Evet, Rebekah’nın hissettiği şey öfkeydi. Korku yoktu. Bolca heyecan ve adrenalin vardı. Bacaklarına dolanan yorganın altından sıyrılıp Jordan’ın yanına ilerledi. Hava kararmak üzereydi. Kale duvarlarında ve duvarların içindeki alanda birçok insan vardı. Hayır, insan değil kurtadamlar. Hepsi birbiri ardına dönüşüm geçirip kale duvarından aşağıya atlıyor ya da devasa büyüklükteki, iki yana açılmış olan kapıdan hızla ormana ilerliyorlardı. Rebekah onları belirli bir yere kadar ilerlediklerini gördü. Ancak ormandaki sık ağaçlar yüzünden daha ilerisini ya da vampirleri göremiyordu. Kısa sürede alan boşalmaya başlamıştı ve kalabalığın ardından sadece yırtılan kıyafetler kaldı.

‘’Benim için saldırıyorlar.’’ Dedi Rebekah. Bu soru değildi. Öyle olduğunu biliyordu. Jordan kafasını salladı ve genç kızı elinden tutarak kapıya doğru çekiştirdi.

‘’Diğerlerini bulup seni güvenli bir yere götürmeliyiz. Kaç kişi olduklarını bilmiyorum. Kalabalıklarsa ordunun başına geçmeliyim.’’ Rebekah tam cevap vermek üzereydi ki kapı büyük bir gürültü ile açılıp hızla duvara çarptı. Aynı anda Jordan korumacı bir şekilde Rebekah’nın önüne geçti. Belini öne doğru büktü, gözleri sarıya döndü ve hırlamaya başladı. Ancak içeriye Parker, Caleb ve 2 erkek daha girdi. Jordan rahatlayıp Parker’a doğru ilerledi.

‘’Neler oluyor?’’

‘’Vampirler. Bizi test ediyorlar. Senin burada olup olmadığından emin olmak için kaleye saldırdılar.’’ Dedi Parker Rebekah’a bakarak.

‘’Hiçbiri henüz kaleye ulaşamadı. Kalenin dışında ki ormanlık alanda sürü onları temizlemeye çalışıyor. Fazla kalabalık değiller. Parker’ın dediği gibi amaçları sadece Blackwood’un burada olup olmadığını öğrenmek.’’Dedi Caleb.

‘’Kaleye girseler bile seni görmedikleri sürece burada olduğunu anlayamazlar çünkü kokun bizim kokularımız arasında fark edilmez. Burada yüzlerce kurtadam var. Kokumuz senin kokunu bastırır. Bu nedenle seni göremeyecekleri bir yere saklamalıyız.’’ Diye devam etti Parker.

‘’Saklanmak istemiyorum.’’ Dedi Rebekah dişlerinin arasından konuşarak. Öfkeyle öne doğru adım attı. Ama hızlı hareket ettiği için kendine lanet okudu. Ona neler oluyordu? Başı dönüyor, midesi bulanıyordu ve bütün bedeni sızlıyordu. Aynı anda Rebekah bacağına değen soğuk metali hissetti. Güzel bıçak hala botumun içinde diye düşündü.

‘’Ne yapmayı istersin Blackwood? Hiçbir şey bilmediğin halde aptallık yapıp onların karşısına mı çıkmayı düşünüyorsun.’’ Dedi Caleb hırlayarak. Rebekah tam ağzını açacaktı ki Jordan devreye girdi.

‘’Buna zaman yok. Caleb haklı Rebekah. Henüz onların karşısına çıkamazsın.’’ Bunu Rebekah da biliyordu. Ama vampir kelimesini duyunca kendinden geçmişti sanki. Zaten şuan bedenindeki garipliklerle uğraşmak onu yeterince yoruyordu bu nedenle mantıklı düşünemiyordu. Derin bir iç çekerek kafasını salladı.

‘’Bizim diğerlerine katılmamız gerek. Bunlar Liam ve Josh. Caleb ile birlikte seni güvenli bir yere götürecekler.’’ Dedi Parker odada ki diğer iki adamı göstererek. Rebekah’nın gözleri Jordan’a çevrildi. Bir anda içini bir endişe kapladı. Onlara bir şey olmasını istemiyordu. Parker, James, Caleb, Jordan hatta bütün kurtadamlar. Rebekah hiçbirine bir şey olmasını istemiyordu.

‘’Dikkatli olun.’’ Endişesi sesine yansımıştı. Jordan bunun üzerine içtenlikle ona gülümsedi.

‘’Gece yanına geleceğim. ‘’ dedi ve Parker ile el ele tutuşup ortadan kayboldular. Bu sırada huzursuzca etrafa bakan Caleb

‘’Acele etmeliyiz.’’ Dedi. Rebekah hızlı adımlarla onların peşinden odadan çıktı ama adeta görmeyen gözlerle ilerliyordu. Nereye gittiklerini bilmiyordu. Başının felaket derece dönmesi yetmiyormuş gibi bacakları onu zor taşıyordu. Aşağıya inen merdivenlere gelince tutunarak dikkatli bir şekilde merdivenleri indi. İki kat daha indikten sonra geniş koridorda ilerlemeye başladılar. Önden ilerleyen Caleb başını arkaya çevirip Rebekah’nın sararmış yüzünü görünce kaşları çatıldı.

‘’Neyin var?’’ dedi ancak Rebekah ağzını açmıştı ki kızın hemen sağındaki cam büyük bir gürültü ile patladı ve içeriye giren vampir Rebekah’nın üstüne atladı.

Genç kız, ani saldırı karşısında afallamıştı. Kırılan cam parçaları, yüzünü korumak için kaldırdığı koluna saplanırken bedeni, üzerindeki yaratık ile sert yere hızla düşünce boğazından büyük bir çığlık koptu. Zaten bedenini zor yürütüyorken şimdi yerden kalkabileceğini sanmıyordu. Üzerinde bir vampir vardı ve şaşkınlıktan bunun yeri farkına varıyordu. Saçlarını çekiştiren vampirin yüzünü göremiyordu ki görmek istediğini de sanmıyordu. Ensesine üflediği soğuk nefesi bedenin gerilmesine yetmişti. Altından kurtulmaya çalıştı ancak vücudu ona itaat etmiyordu. Bedenini kıpırdatacak en ufak güç kırıntısını bile bulamıyordu. Büyük bir uğultu duyunca gözlerini açıp karşısındaki kum rengi dev kurda baktı. Kurt hırlayarak öne atıldı ve Rebekah’nın üzerindeki vampire saldırdı. Her şey sadece saniyeler içinde olmuştu. Vampir Rebekah’nın üzerine atlamış ve kurt da ona saldırmıştı.

Vampir karşılık vermekte gecikmedi. Hızla ayağa kalkarak kollarını kurdun boynuna doladı. İki yaratık yerde yuvarlanırken Rebekah afallamış bir şekilde onlara bakıyordu. O kadar hızlı hareket ediyorlardı ki genç kız onları tam seçemiyordu bile. Aynı anda gözüne yansıyan ışıkla bakışları biraz ileride yerde duran bıçağına takıldı.

‘’Kahretsin.’’ Sürünerek bıçağına yaklaştı. O sırada Liam ve Josh Rebekah’nın iki yanına geldi ve Rebekah vampirle dövüşen kurdun Caleb olduğunu anladı.

‘’Hadi gitmeliyiz.’’ Dedi adı Liam olan sarı saçlı kurtadam. Rebekah’ı kolundan tutup kaldırdı. Kırık cam parçaları genç kızın canını fazlasıyla yakıyordu. Ama sızlanacak zaman değildi. Ayrıca bıçağı onlara belli etmeden almalıydı ama Liam onu çekiştirip duruyordu. Ayağıyla bıçağı dikkat çekmeden kırmızı uzun perdenin altına itti ve onu çeken Liam’a ayak uydurmaya çalıştı.

‘’Caleb?’’ diye sordu. Sesi inleme gibi çıkmıştı. Çünkü hiç olmadığı kadar acı çekiyordu. Sorun sadece cam kesikleri değildi. Bütün vücudu garip bir acıyla kasılıyordu.

‘’Merak etme başının çaresine bakabilir. Bize yetişecektir.’’ Dedi Josh ve koşar adım yürümeye başladılar. Hızla bir başka merdiveni daha indiler ve karanlık koridorda ilerlemeye başladılar.

Rebekah eğer Liam onu kolundan tutamasaydı yürüyemeyeceğini biliyordu. Liam onu resmen sürüklüyordu ve tutuşundan kızın canını acıtıyordu. Ama Rebekah eğer o tutmasa kendini yerde bulacaktı. Mide bulantısı ve baş dönmesi daha da şiddetlenmişti. Zaten ağrıyan bedeni cam parçaları yüzünden daha fazla sızlıyordu. Bedeni ter içinde kalmıştı. Görüşü iyice bulanıklaştı. Bunlar yetmiyormuş gibi bedeni elektrik akımına kapılmış gibi titriyordu.

Onlara durmalarını söyleyecekti ki koridorun sonunda ki büyük kapı savrularak açıldı. Rebekah’nın bedeni gerilirken karşıdan hızlı adımlarla gelenin Ares olduğunu gördü. İki kurt adam onu görünce durdu. Rebekah, Liam’ın tutuşundan kurtularak ellerini dizlerine dayadı ve nefes almaya çalıştı. Gözleri kolundan hızla yere damlayan kanına takılmıştı.

‘’Sizin burada ne işiniz var? Onu buraya getirmemeniz gerekiyordu.’’ Diye bağırdı Ares. Ancak gözü Rebekah’a takılınca açıklama yapmaya çalışan Liam’ı duymadı. Rengi bir limon gibi sararmış ve üzerindeki kıyafeti kanla kaplanmıştı. Dizlerinden destek alarak öne eğilmişti. Hala konuşan Liam’ın sözünü keserek

‘’Siz diğerlerinin yanına gidin gerisini ben hallederim.’’ Dedi. İki kurtadam başlarını sallayarak hızla ortadan kaybolurken Rebekah sırtını duvara dayadı.

‘’Neyin var?’’ dedi Ares kaşlarını çatıp kızı incelerken.

Genç kız, kafasını kaldırıp Ares’e baktı. Onu çift görüyordu. Üzerinde sadece siyah bir pantolon olduğunu fark etti. Geniş çıplak göğsü kusursuzdu. Pürüzsüz ve o kadar güzeldi ki genç kız ona dokunmak istedi. Bakışları koluna inince sağ elinde kocaman bir kılıç olduğunu gördü.

Sonra bakışlarını yukarıya kaldırıp Ares’in gözlerine baktı. Ağzını açtı ama konuşamadı. Bayılacağını biliyordu. Gözleri tamamen kararırken bir eli havalandı ve Ares’in kasla kaplı koluna tutundu. Temas ile bedenine geçen elektrik akımı boğazından boğuk bir inleme çıkmasına sebep oldu ve aynı gün ikinci kez bayıldı.

Ares ani elektrik akımı ile afallamıştı. Ancak kendini toparlayıp kollarına düşen kızı sıkıca tuttu ve kucağına aldı. Çatık kaşları ile kızın bedenine baktı. Kanaması vardı. Ancak öldürecek şiddette değildi. Bu kızda ne vardı bilmiyordu. Ama onu gördüğü andan itibaren vücudunda uğuldayan elektriğin farkındaydı. Üzerinde garip bir etkisi vardı. 

Kuş kadar hafif olan kızı tek bacağı ile destekleyerek sol koluyla tuttu. Elindeki kılıcı belindeki kılıfına sokup, kızı tekrar kucağına aldı. Odasına ilerlerken gözlerini kızın yüzünden alamıyordu. Ona bakmak istemiyordu. Çünkü bu kız yıllar önce yok olduğunu düşündüğü duygularını tekrar ortaya çıkartmıştı. 

Yüzyıllar önce kaybettiği ve hala yasını tuttuğu eşinin ardından, yok olduğunu düşündüğü duyguları şimdi bu kız yüzünden tekrar canlanmaya başlamıştı. Bu nedenle ona bakmak istemiyordu. Onu görmek ya da sesini duymak istemiyordu. Bu kız da ne vardı bilmiyordu. Ama öğrenmek istediği de söylenemezdi. İstediği iki şey vardı. Bu kız ortaya çıktığı zaman kulaklarında uğuldayan ve etrafında gezinen lanet olasıca elektriği durdurmak ve bir an önce bu kaleyi terk edip karanlık mağarasına dönmek. Ancak şuan bile onu kucağında taşırken etraflarında uğuldayan elektrik akımını duymazdan gelemiyordu. Bu kız hakkındaki bütün sırları ve geçmişini öğrenecekti. Belki ondan sonra mağarasına dönebilirdi.

Yıllar önce vampirler Ares’in eşini öldürdükten sonra kurtadamlara yardım edeceğine dair yemin etmişti. O zamanlar kurtların alfası Vincent’ın babasıydı. Yıllar sonra Vincent başa geçince onunla sadece birkaç kez görüşmüştü. Yardıma ihtiyaçları olduğunda hep uzaktan yardım etmişti. En son kaleye geldiğinde vampirler büyük bir saldırı düzenlenmişti. Her zaman olduğu gibi savaşın ve kurt ordusunun başında yer alan Ares kazanmıştı. Ancak aynı şey Vincent için söylenemezdi. O savaşta Vincent ruh eşi Helena’yı kaybetmişti. 

Yıllar sonra şimdi tekrar bu lanet kaledeydi. Sebebi ise kucağındaki kızdı. Sonunda bakışlarını kızın yüzünden ayırıp önündeki kapıyı ayağıyla iterek açtı. Kafasını iki yana sallayarak yönünü değiştirip hızla kendi odasına ilerledi. İçinden bir ses bu kızın başına bela olacağını söylüyordu.

...

Rebekah gözlerini açtığında kendini masmavi gökyüzüne bakarken buldu. Parlak gökyüzünde beyaz pamuk gibi bulutlar vardı. Gözlerinin önünden birbiri ardına renkli kuşlar uçuyordu. Kaşlarını çattı. Gökyüzü mü?

Kollarından destek alarak yattığı yerden doğruldu ve etrafına baktı. Yemyeşil çimlerin üzerinde oturuyordu. Etrafta birbirinden farklı onlarca ağaç vardı. Kuşlar neşeyle ötüyor, sıcak rüzgâr hafif hafif eserek Rebekah’nın bedenini okşuyordu.

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Ciğerlerini yazın muhteşem kokusu ile doldurdu. Gözlerini açıp tekrar etrafı taradı. Hiç kimse yoktu. Ama daha da önemli olan Rebekah neredeydi? En son hatırladığı şey Ares’in kucağına bayılmasıydı. Bayıldıktan sonra onu başka bir yere mi getirmişlerdi? Oturduğu yerden kalktı ve eline yapışan toprak parçalarını temizledi. O anda üzerinde ki beyaz elbiseyi fark etti. V yaka olan askılı elbise dizlerinin biraz üzerinde bitiyordu. Rebekah bu elbiseyi ona kimin giydirmiş olabileceğini düşünürken hafif bir rüzgâr esti. Rüzgârın etkisiyle uzun saçları arkaya savruldu. Rüzgârla dans eden çimler genç kızın çıplak ayaklarını gıdıkladı.

Dikkatle etrafına baktı. Ama kimseyi göremiyordu. Yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Bir yandan dikkatlice bu güzel yeri inceliyor bir yandan da neler olduğuna bir anlam vermeye çalışıyordu. Bunun rüya olup olamayacağını düşündü. Ama her şey Rebekah’a o kadar gerçekçi geliyordu ki. Rüzgârın esintisi, güneşin sıcaklığı, çimlerin yumuşaklığı… Hepsi rüya olamayacak kadar gerçekçi hissettiriyordu.

Rebekah ilerledikçe sık olan ağaçlar yavaş yavaş seyreldi. Adımlarını biraz daha hızlandırdı. Sonunda ağaçların arasından çıktığında kendini rengârenk çiçeklerle dolu bir bahçede buldu. Çiçeklerin güzel kokusunu ciğerlerine doldururken, keyifle gülümsedi. Kendi etrafında dönerek çevreyi inceledi. Biraz ileride köpürerek aşağıya akan şelaleyi gördü ve şelaleye doğru ilerlemeye başladı. Uçurumun kenarına geldiğinde nefes kesen görüntü karşısında şaşkınca ağzı açıldı. Nerede olduğunu bilmiyordu. Ama bulunduğu yer kesinlikle Rusya değildi. Acaba ölmüştü de cennete mi gelmişti? Bu kadar çabuk mu ölmüştü? İntikamını alamadan? Yoksa vampirler baygınken Rebekah’ı ele geçirmiş ve gerçekten de ölmüş müydü? Peki Ares? Ya diğerleri? Endişeyle alnı kırıştı. Korku çoktan bedenini esir almıştı bile.

‘’Dikkat et düşeceksin.’’ Kıkırdama eşliğinde söylenen sözcüklerin üzerine Rebekah irkildi ve hızla arkasını döndü. Biraz ilerideki ağaca yaslanmış bir figürü gördü. Birkaç adım atıp ona yaklaştı. Adam kollarını göğsünde birleştirmiş rahat bir pozisyonda ağaca yaslanmıştı. 

Rebekah onun kısa yazlık kaprisini ve kısa kollu gömleğini net bir şekilde görebiliyordu. Aynı şekilde açıkta kalan beyaz, pürüzsüz kol ve bacaklarını da görebiliyordu. Ama yüzüne gelince net bir şekilde göremiyordu. Sanki minik bir bulut adamın kafasının etrafına dolanmıştı ve Rebekah’nın onu görmesini engelliyordu.

‘’Sen de kimsin?’’

‘’Bu şuanda cevaplayamayacağım bir soru.’’ Dedi adam yine kıkırdama eşliğinde. Onun suratını göremiyor olmak Rebekah’nın canını sıkmıştı. Çünkü bu ses ve kıkırdamayı tanıyordu ama zihnini içinde kime ait olduğunu bulamıyordu. 

‘’Niye suratını göremiyorum?’’

‘’Çünkü henüz güzel suratımı görmeni istemiyorum. Gizemli olmak hoşuma gidiyor.’’ Kollarını iki yana açıp miskince gerindi. O ne tarafa hareket ederse sis de onunla birlikte hareket ediyor ve suratını gizliyordu. Adam gerinirken Rebekah onun etrafında dönmeye başladı. Ama hiçbir şekilde yüzünü göremiyordu. Hatta saçını bile göremiyordu.

‘’Ne diye seni görmemi istemiyorsun? Hem biz neredeyiz böyle? Hey sana diyorum.’’ Diye seslendi Rebekah, aylak adımlarla çiçeklere doğru ilerleyen adamın arkasından. Rebekah da hızlı adımlarla onun yanına ilerledi ve tam yanına gelince adımlarını ona uydurdu.

‘’Zamanı geldiğinde beni göreceksin. Ama şimdi değil. Ayrıca bu güzel yeri soruyorsan burası senin zihnin.’’ Dedi işaret parmağı ile genç kızın kafasını göstererek.

‘’Ne demek zihnin? Bu rüyamı yani?’’ Dedi şaşkınlıkla etrafına ve gökyüzüne bakarak.

‘’Tam olarak rüya denemez. Rüyalar gerçek değildir. Ama burası, ben ve sen gerçeğiz. Senin zihnine girdim ve görmeni istediğim bu yeri sana gösterdim. Aslında sen şuanda uyuyorsun. Ama burada olan her şey gerçek. İkinci bir boyut gibi düşün.’’ Rebekah’nın şaşkınlıkla gözleri büyüdü.

‘’Zihnime mi girdin?’’ diye cıyakladı.

‘’Ne demek oluyor bu? Bunu nasıl yapabilirsin ki? Bu taciz sayılır. Nasıl zihnime girmeye cüret edersin? Burası bana özel alan.’’ Dedi kafasını göstererek. Yanındaki suratsız adam kahkaha attı.

‘’Merak etme. Sana özel şeylere bakmıyorum. Sadece zihnine girip rüyalarına dahil oluyorum. Sıradan gerçek olmayan bir rüya yerine, burayı görmeni istedim ve kendimi de buraya dahil ettim. Aslında İan Somerhalder ile farklı bir rüya görmek üzereydin ama onu rüyandan dışarıya ittim. Tanrım o adamı mı arzuluyorsun? Ondan daha yakışıklıları da var bu dünyada.’’ Dedi suratsız adam. Sesinden alay ettiği belli oluyordu. Rebekah’nın yanakları öfke ve utançla karışık kızardı.

‘’Buraya gel diyen ben değildim. Ian’ı düşündüğüm ya da arzuladığım yok. Zihnimin oyunudur büyük ihtimalle. Ayrıca bunlar seni ilgilendirmez.’’

Suratsız cevap vermek yerine kıkırdadı. Rebekah kaşlarını çatarak onu inceledi. Boyu ondan oldukça uzundu. Rebekah ancak omzuna gelebiliyordu. Geniş omuzları vardı. Gözleri tekrardan suratının olması gerektiği yere çevirdi. Ama sis bulutundan başka hiçbir şey göremedi.

‘’Peki, bu benim zihnim ve benim rüyam. Burada olan her şey gerçek. Bunu anladım ama senin burada ne işin var bay suratsız.’’ Rebekah’nın sözleri üzerine adam kahkaha attı. Sesi etrafta yankılanıp onlara geri döndü. Rebekah’nın kulakları bu kahkaha ile uğuldadı. Bu sesi çok iyi tanıyordu. Hemen onun kim olduğunu bilmesi gerektiğini düşünüyordu. Ama bir türlü çıkaramamıştı.

‘’Suratsız ha? Bunu sana sonra tekrar hatırlatacağım.’’

‘’Seni bir yerden tanıyor muyum? Sesin çok tanıdık geliyor.’’ Dedi Rebekah birden. Yanındaki adamın adımları durdu ve bedenini Rebekah’a çevirdi.

‘’Evet. Beni tanıyorsun.’’ Dedi. Ancak sesi az önceki gibi neşeli gelmiyordu. Rebekah üzgün gibi olduğunu düşündü.

‘’Kimsin o zaman? Niye kendini bana göstermiyorsun.’’ Dedi genç kız kızgınlıkla.

‘’Her şeyin bir sırası var.’’ Dedi adam ve ellerini cebine sokup ıslık öttürerek yürümeye başladı.

Rebekah öfkeyle ayağını yere vurdu ve onun arkasından ilerlemeye başladı. Suratsızın yanına gelince adımlarını ona uydurdu. 

‘’Yani sen gerçektende normal hayatta varsın?’’ Aslında bu soru değildi. Sadece emin olmak istiyordu. Suratsız ıslık öttürmeyi bırakıp yine kıkırdadı.

‘’Evet güzelim. Canlı kanlı olarak yaşıyorum. Ve hatta şuanda senin bedenine çok yakınım. Bedenin derken gerçek dünyada yatakta uyuyan bedenine.’’

‘’Yani sen kaledesin. Kurtlardan biri misin? Eğer bu sisin altındaki sensen Parker yemin ediyorum seni pataklarım.’’dedi öfkeyle gözleriyle yine sisin ardını görmeye çalıştı. Suratsız kıkırdadı.

‘’Hayır, Parker değilim. Hem Parker’ın sesi benimki kadar güzel mi? Ayrıca vücudumun ondan daha çekici olduğuna eminim.’’ Kollarını kaldırıp pazılarını gösterdi. Rebekah gözlerini devirerek kollarını göğsünde birleştirdi. James olamaz diye düşündü. Çünkü James onun kadar yapılı değildi. Caleb olsa zaten dövmeler kendini belli ederdi. Vincent olacağını da hiç sanmıyordu. Geriye o kalede tanıdığı tek kişi kalıyordu. Ares. Ama o da kesinlikle değildi. Çünkü Ares daha yapılıydı. Biraz daha uzundu ve teni bu kadar beyaz değildi. Ve… Tanrım! Adamı ne kadar da incelemişim diye cıyakladı. Kafasını iki yana sallayarak kendine geldi ve tekrar suratsıza baktı.

‘’Peki, neden zihnimdesin en azından onu söyle.’’

‘’Buradayım çünkü benim yardımıma ihtiyacın var.’’

‘’Ne yardımı?’’

‘’Kim olduğun ve gerçek ailenle ilgili yardımıma ihtiyacın var. Aradığın cevapların hepsi bende ancak şuan sana bu cevapları veremem.’’ Genç kız şaşkınlıkla dona kaldı. Ağzı açık aptalca önündeki sis bulutuna bakıyordu.

‘’Hayatımla ilgili bütün cevapları biliyorsun ancak bunları bana şimdi söyleyemez misin? Tanrı aşkına beni delirtmeye mi çalışıyorsun. Ne biliyorsan bana hemen her şeyi anlatacaksın!’’ diye bağırdı. Suratsızın karşısına geçip ellerini beline koydu. Gözlerine bakmayı isterdi ama gözlerinin tam olarak nerede olduğunu bile bilmiyordu. Boyu Rebekah’dan oldukça uzundu. Genç kız ona tamamen bakabilmek için kafasını kaldırmak zorunda kalmıştı.

‘’Her zaman ki gibi sabırsız ve suratsızsın. Ciddi anlamda diyorum. Burada suratsız olan biri varsa o da sensin. Biraz gülümse, neşelen.’’ Dedi ve tam Rebekah’nın önüne geldi.

‘’Suratsızmış. Konuyu dağıtmaya çalışma bana cevap ver. ’’ Dedi genç kız tekrar bağırarak. Ancak ‘Suratsız’ cevap vermek yerine sesiz kalmayı tercih etti. Bunun üzerine Rebekah homurdanarak sert adımlarla ilerlemeye başladı. Gerçekten deliriyor olmalıydı. Şuan gördüklerinin hiçbiri gerçek değil hepsi rüyaydı. Çünkü duydukları ve gördükleri ona hiç mantıklı gelmiyordu. Suratı sis bulutu tarafından gizlenen bir adam karşısına geçmiş her şeyi bildiğini söylüyordu. Evet, bu kesinlikle gerçek olamazdı. Öfkeyle homurdanıp yürürken ileride taşlı bir yol gördü. Yol yılan gibi kıvrılıyordu ve iki tarafı ağaçlarla kaplıydı. Rebekah bu ağaçları daha öncede görmüştü. İzlediği bir belgeselden aklında kalmıştı. Ne belgeseli olduğunu tam hatırlayamasa da bu ağaçların dünyada sadece belirli yerlerde yetiştiğini hatırlıyordu. Çam ağacının bir benzeri olan servi ağaçları ince ve upuzun oldukları için yan yana durduklarında harika bir görüntü sunuyorlardı. İki tarafta servi ağaçları ile kaplı olduğu için yolun sonunu göremiyordu. Yanında sessizce yürüyen suratsıza döndü.

‘’Konuşmayı, bir şeyler söylemeyi düşünüyor muşun?’’

‘’Şuan sana söyleyebileceğim bir şey yok. Şimdilik bunu tanışma olarak düşünebilirsin. Daha sonra zamanla bilmen gerekenleri sana anlatacağım. Sana her şeyi hemen anlatamam. Çünkü çok tehlikeli. Sabırsızsın. Neler olduğunu bilmek istiyorsun. Ama bu kadar sabırsız olma. Her şeyin bir zamanı var. Ve şimdi de senin uyanma zamanın. Çok yakında tekrar görüşeceğiz.’’

Rebekah kaşlarını çatıp ona döndü. Etrafı neden hep manyaklarla çevrili olmak zorundaydı ki? Sinirlerine hakim olamayıp, ağzını açıp ona aklına gelen bütün küfürleri sıralayacaktı ki suratsızın sözleri etrafta yankılanırken birden görüntü kayboldu. Güneş gibi parlayan ışıktan dolayı yanan gözlerini kapattı. Etrafında esen sert rüzgar elbisesini ve saçlarını geriye savurdu ve bedenide bu rüzgarla beraber geriye uçtu.

Uyku ile uyanıklık arasında olan genç kız huzursuzca kıpırdandı. Bütün vücudu adeta uçuyormuşçasına hafifleşmişti. Bedeninin altındaki yumuşaklığı hissedince yatakta olduğunu anladı. Gözlerini açtığında içeri giren güneş ışığı nedeniyle gözleri kamaştı ve tekrar kapattı. Yatakta doğrularak gözlerinin önüne siper ettiği elinin arından gözlerini açıp etrafa baktı. Kaledeki odasında olduğunu anlayınca içi rahatladı. Düşüncesinin üzerine gözlerini devirdi.

‘’Evet. Kurtadamlarla dolu bir kaledeyim. Tamamen güvende ve rahatım.’’ Diye mırıldandı. Odasında kimsenin olmadığını anlayınca ayaklarını yataktan sarkıttı. Bayılmadan önce olanlar aklına gelince kollarına baktı. Üzerinde askılı üstü ve kısa şortu vardı. Açıkta kalan bütün bedenini tekrar tekrar inceledi ancak hiç yara izi bulamadı. Yataktan kalkıp odadaki banyoya ilerledi. Aynadaki yansımasını dikkatle inceledi ama hiçbir şey bulamadı. Cam kesiklerinden eser kalmamıştı. Aynı zamanda kendini çok dinç hissediyordu. Başı dönmüyor, midesi bulanmıyordu.

‘’Tanrı aşkına neler oluyor?’’ Diye mırıldandı. Ellerini banyonun fayansına koyup kafasını da ellerinin üzerine koydu. Onu sakinleştirmesini umduğu derin bir nefes aldı. Ama hiçbir işe yaramadı. Ne zamandır uyuduğunu bilmiyordu. Bugün günlerden ne olduğunu bilmiyordu. Saldırının olduğu günü net bir şekilde hatırlıyordu. Caleb’ın onu bir yere götürmesi, vampirin saldırması ve Ares. Rebekah hepsini hatırlıyordu.

‘’Tanrım bana bir vampir saldırdı.’’ Buna inanamıyormuş gibi kafasını iki yana salladı ve aynadaki yansımasına baktı tekrardan. Son olarak hatırladığı şey Ares’in yanında bayılmasıydı. Sonra neler olduğunu anlayabilmiş değildi. Bir rüya görmüş ve öldüğünü sanmıştı. Ama rüyasındaki adam –ki eğer gerçekse bunun olduğuna inanamıyordu- zihnine girdiğini ve aradığı bütün cevapların onda olduğunu söylemişti. Böyle bir şey gerçekten de olabilir miydi? O adam söylediği gibi eğer gerçek hayatta yaşıyorsa nasıl olurda rüyasına girebiliyordu? Bu da farklı bir tür yaratık mıydı? Homurdanarak doğruldu ve üstündekileri çıkardı. Bedenini soğuk suyun altına attı. Önce duş alıp kendine gelecek sonrada diğerlerini bulacaktı.



Duşun ardından Rebekah üzerine dar kot pantolon ve bedenini saran mor kareli bir gömlek giydi. Siyah bilekte biten botlarını da ayağına geçirip camın önündeki koltuğa oturdu. Islak saçlarını tararken dışarıdaki ormana baktı. Ağaçların üzeri bembeyaz kar ile kaplıydı. Gökyüzünden tane tane yere düşen karı izlerken uzun saçlarını taramaya devam etti. Birden aklına tekrar rüyası geldi. Rüyasının ne kadar saçma olduğunu düşünürken o suratsız adamın sesi kulaklarında çınladı. O sesi çok iyi tanıyordu. Ama bir türlü çıkaramamıştı.

Rebekah buraya geldiğinden beri yaşadığı gariplikleri düşündü. Vincent’ı gördüğü ilk an garip bir şeyler olmuştu. O adam Rebekah’ı gördüğü an ifadesini kontrol edememişti. Şaşırmıştı ve genç kızın gözlerine bakmıyordu. Onda bir gariplik olduğu kesindi. Vincent ve diğer tüm kurtlar, onda garip bir his uyandırıyordu. Hepsini korumak istiyordu. Sanki onlarla arasında bir bağ var gibiydi. Tanımadığı bir kurtadama bile bir şey olmasını istemiyordu. Parker ve Jordan’ın söylediklerini düşünce bedeninin ürpermesine engel olamadı.

Sonra aklına Ares geldi. Rebekah’nın aklını en çok karıştıranda Ares’di. Onu gördüğünde hissettiklerini unutmamıştı. Unutamıyordu da zaten. İçini öyle büyük bir sıcaklık kaplamıştı ki. Lanet olsun ki onu da tanıyor gibiydi. Bunların hiç birine anlam veremiyordu. Bütün bu garip hislerin nedenini bilmiyordu ve bu da onu deli ediyordu. Ares ile teması unutulacak gibi değildi. Saçındaki eli donarken o anıyı zihninde tekrar canlandırdı. Ares kapıdan içeriye girdiği gibi vücudunu yine o sıcaklık kaplamıştı. Bayılmadan önce koluna dokunduğunda vücudundan garip bir elektrik akımı geçmişti. Bunu hisseden sadece Rebekah değildi. Ares’in de bunu hissettiğini biliyordu. Çünkü elinin altındaki bedeni temasla gerilmişti. Rebekah kafasını iki yana sallayıp saçını taramaya devam etti.

‘’En sonunda delireceğim.’’ Tarağını koltuğun yanındaki küçük yuvarlak masaya bırakıp ayağa kalktı. Camın tam önüne geçip kollarını göğsünde birleştirdi. Alnını soğuk cama yaslarken gözlerini kapattı.

Zihnen kendini yorgun hissediyordu. Bilmediği anlayamadığı o kadar çok şey vardı ki. Ve henüz hiçbir şey öğrenememişti. Kurtadamlarla birlikteydi. Onlara karşı garip duygular hissetse de hala tam anlamıyla güvenemiyordu. Vampirlerin saldırısında onu korumuşlardı. Ve bu konuda onu eğiteceklerdi. Ancak hala ne onlar hakkında ne de vampirler hakkında bir şey öğrenebilmiş değildi. 

Bir şeyler yapıp neler olup bittiğini öğrenmesi gerekiyordu. Bedeninde ve ruhundaki garipliklerin nedenini öğrenmek istiyordu. Vampirlerin neden onu istediğini öğrenmek istiyordu. Öncelikle rüyasındaki ‘Suratsızın’ gerçek olup olmadığını öğrenmeliydi ama nasıl? Ne olursa olsun tek tek bütün sorularına cevap bulacaktı. Buraya geldiği andan itibaren zihnindeki bütün sırların varlığını hissetmişti. Sanki zihninde yüzlerce kilitli kutu vardı. Her kutu yaşadıklarının cevabını saklıyordu. Ama genç kız hala anahtarları bulup onları açamamış ve cevaplara ulaşamamıştı. Kutulardan biri kurtlarla arasındaki garip bağın cevabını saklıyordu. Diğeri Vincent’ın kim olduğunu. Bir diğeri rüyasında gördüğü gerçek mi değil mi karar veremediği ‘Suratsıza’ aitti. Bir başka kutu kim ve ne olduğun sorusunun cevabını saklıyordu. Ve en önemli kutulardan biri gerçek ailesine diğer ise Ares’e aitti. Ve Rebekah bencil ve umursamazca öce Ares’e ait olan kutunun anahtarını bulmayı diliyordu. 

Gözlerini açtığında odasının tam karşısında duran ağaca baktı. Ağacın dalında simsiyah bir karga vardı. Küçük kafasının üzerinde siyah tüylerinin arasında beyaza yakın sarı renkte tüyleri vardı. Durmuş öylece Rebekah’a bakıyordu. Rebekah dudaklarında oluşan küçük gülümsemeye engel olamadı. Kapının tıklatılması ile kafasını kapıya çevirdi. Jordan, başını kapıdan içeriye uzatmış gülümseyerek Rebekah’a bakıyordu. Rebekah onu görünce rahatlamayla gülümsedi.

‘’Günaydın.’’ Dedi Jordan odaya girip arkasından kapıyı kapatırken. Kale ne kadar sıcak olsa da dışarısı buz gibiydi. Ama Jordan buna aldırış etmeden yine kısa bir şort ve askılı bir üst giymişti. Uzun kahverengi saçlarını tepesinden dağınık bir şekilde toplamıştı. Rebekah onun bu haliyle küçük bir kız çocuğu gibi göründüğünü düşündü.

‘’Günaydın.’’ Dedi Rebekah ve endişeyle Jordan’ı baştan aşağıya inceledi. Bütün bedenini çatık kaşlarla incelerken yavaş adımlarla ona yaklaştı.

‘’Bir şeyin var mı yaralandın mı? Ya da yaralanan başka biri var mı? James? Parker? Caleb? O nasıl? Vampir ona saldırmıştı iyi mi?’’ 
Jordan Rebekah’nın endişesini iliklerine kadar hissetti. Bedeninden yayılan koku, endişe ve korkuyla karışıktı. İçtenlikle gülümseyip yanına gelen kıza sımsıkı sarıldı.

‘’Rahatla biraz. Hepimiz iyiyiz. Sadece 4 adamımız yaralandı. Ama şimdi durumları gayet iyi.’’ Rebekah rahatlayarak Jordan’a sarıldı ve bedeninin rahatlatıcı sıcaklığını hissetti.

‘’Kendini nasıl hissediyorsun?’’ diye sordu Jordan. Rebekah ile cam kenarındaki masaya ilerleyip karşılıklı oturdular.

‘’İlginç bir şekilde harikayım. Cam kesiklerinden sonra bedenimde izlerin kalacağını düşünmüştüm ama garip bir şekilde yoklar.’’ Dedi tekrar kollarına bakarken.

‘’O Ares sayesinde oldu. Gücünü kullanarak seni iyileştirdi.’’ Rebekah gözlerini Jordan’a çevirirken şaşkınca ona baktı. Gözlerini kapatıp derin bir iç çekti.

‘’Gücü kullanarak iyileştirmek ne demek diye sorsam. Ben delirmeden bana cevap verebilir misin?’’ dedi kapalı gözlerinin ardından. Jordan’ın kıkırdamasının üzerine gözlerini açıp ona baktı.

‘’Ares’in özel gücü var. Seni odasına götürüp bütün yaralarını iyileştirmiş. Saldırı sonrasında her şey yatışınca da seni buraya getirdi. Yani düşündüğü gibi kendini beğenmiş uyuzun teki değil. Sana yardım etti.’’

Bedenini Ares’in kolları arasında düşününce Rebekah’nın bedenini yine o garip sıcaklık duygusu kapladı. Kafasını hafifçe iki yana sallayıp Jordan’ın söylediklerine odaklandı.

‘’Benim bakış açımla hala kıçı kalkık ve kendini beğenmiş herifin teki. Teşekkür etmemi bekliyorsa, ona boşuna beklememesi gerektiğini iletirsen sevinirim.’’

Rebekah’nın sözleri üzerine Jordan’ın gözleri kocaman açıldı ve hızla etrafa göz attı. Sanki Ares her an çıkacakmış gibi bir korkuya kapılmıştı. Çünkü Ares'i birkaç dakika önce bu katta görmüştü. Dışarıdan gelen kahkaha benzeyen karga gaklamasını duyunca yerinden sıçradı. Rebekah gülümseyerek

‘’Bak o benim söylediklerimi komik buluyor işte.’’ Dedi kargayı göstererek. Karga yine kahkahaya benzeyen gaklaması ile kanatlarını açıp gökyüzüne doğru uçtu. Jordan huzursuzca yerinde kıpırdanıp, boğazını temizledi.

‘’Her neyse sonuç olarak seni o iyileştirdi.’’ Rebekah artık ne duyarsa duysun şaşkınca tepkiler vermeyecekti. Yeterince garip olaylar oluyordu zaten. Bu nedenle buna da garip bir tepki vermedi. 

‘’Bütün kurtlar bunu yapabiliyor mu?’’ diye sordu.

‘’Hayır. Hiçbir kurtadam bunu yapamaz.’’ Rebekah kaşlarını çattı.

‘’O zaman Ares nasıl yapabiliyor?’’ Jordan’ın yüzünde garip bir ifade oluştu.

‘’Ares kurtadam değil de ondan.’’ Ağzı şaşkınlıkla açılan Rebekah endişe ve bıkkınlıkla sordu. Yine bomba geliyor diye düşündü.

‘’Kurtadam değilse Ares ne?’’ Jordan’ın surat ifadesi düşerken üzgün bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

‘’Biliyorum her şeyi sana hemen anlatmadığımız için bize kızıyorsun. Ama bunlar senin iyiliğin için. Anlatacaklarım ve duyacaklarını kaldırıp kaldıramayacağını bilmiyoruz. Bu nedenle akıl sağlığın için işleri yavaştan almak en iyisi. Söz veriyorum seninle derslere başladığımızda her şeyi anlatacağım. Bilirsin hiçbir şeyden haberin yokken birden kendini kurtadam ve vampirlerin arasında buldun. Diğer varlıkları öğrenmeden önce yavaş yavaş ilerlemeliyiz. Çünkü yakında öğreneceklerin hiç hoşuna gitmeyecek. Bu nedenle hepsini birden anlatmam doğru olmaz. Olayı bizim açımızdan da değerlendirmelisin. Daha önce varlığımız hakkında kimseye bahsetmedik. Bu bizim içinde bir ilk.’’

‘’Kurtlar, periler ve vampirler dışında daha ne kadar yaratık var?’’ Dedi Rebekah bıkkınlıkla. Daha neler duyacak ve öğrenecekti? Jordan dudaklarını büzerek

‘’Oldukça fazla var.'' Dedi. Rebekah gözlerini kapatıp inleyerek koltuğa bıraktı bedenini.

‘’Bende daha ne kadar boka batacağımı merak ediyordum.’’ Jordan’ın kıkırdaması üzerine o da gülmeye başladı. Sinirleri o kadar bozulmuştu ki kıkırdaması kahkahaya dökülürken Jordan da ona eşlik ediyordu.

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin