…İNTİKAM…
Rebekah yumuşak yatakta yan dönerek üzerindeki örtüye sıkıca sarıldı. Sonra homurdanarak tekrar sırt üstü döndü. Ne yaparsa yapsın boynundaki korkunç ağrı dinmiyor ve rahat bir uyku uyumasını engelliyordu.
''Sanırım uyanıyor.’’ Dedi bir kız sesi. Kız mı?
''Sessiz ol.’’ Dedi bir başka ses. Genç kız bu sesi hatırlıyordu. Aniden beyninde şimşek çakmışçasına bütün yaşadıklarını hatırladı. Orman, polisler, sarıgözler, kaçırılması. KAÇIRILMAM! Diye haykırdı zihni. Bedeni korkuyla gerilirken, hızlanan nefes alış verişini düzenli tutmaya çalıştı.
''Çoktan uyandı. Kalbinin sesini buradan rahatlıkla duyabiliyorum. Yarış atı gibi tepiniyor.’’ Dedi bir başka ses. Rebekah bu sesi de hatırlıyordu. Bunlar onu kaçıranlardı. Zihni çılgınca şeyler üretmeye başlamıştı bile. Neredeydi? Bunlar kim? Neden kaçırılmıştı? Ve en önemlisi de onların elinden kurtulma ihtimali var mıydı? Uyuyor numarası yapmayı sürdürebilirdi. Ancak numara yapmanın bir anlamı kalmamıştı. Nasıl olduğunu bilmese de uyandığını anlamışlardı.
Kıpırdanarak yavaşça gözlerini açtı. Her şeyi bulanık görüyordu. Gözüne yansıyan ışıklar beynine çekiç darbesi indiriyordu. ‘Bayıltıldıktan’ sonra bir şey olmuş olmalıydı. Çünkü ensesi çok fazla ağrıyordu. Gözlerini kırpıştırıp tekrar açtı ve etrafa bakındı. Geniş bir odada, büyük oldukça büyük bir yatakta yatıyordu. İlk önce, hemen karşısında, odanın kapısının önünde kollarını göğsünde birleştirmiş olan adamı gördü. Bu ormanda gördüğü her tarafı dövme ve piercing ile kaplı adamdı. Soğuk bakışları ile Rebekah’ı inceliyordu. Onun biraz ilerisinde kıvırcık saçlı, uzun boylu olan duruyordu. Suratında acayip bir gülümseme vardı.
Sağ tarafındaki kıpırdanma dikkatini çekince genç kız kafasını hızla çevirdi. Ancak bu büyük bir hataydı. Çünkü hızlı hareketi beynine beton düşmüş etkisi yarattı ve zonklamaya başladı. Gözlerinin önünde siyah noktalar belirdi. Gözlerini kırpıştırıp eliyle ağrıyan boynunu ovaladı ve yatağın ucunda oturan kıza baktı. Upuzun kahverengi saçları, neredeyse saçlarıyla aynı renk gözleri ve kıskanılacak kadar pürüzsüz, beyaz bir teni vardı. Yüzündeki sıcak gülümseme Rebekah’nın içindeki gerginliği birden dağıttı. Ancak kızın arkasında onu kaçıran diğer adamı görünce tedirginlik tekrar her yerini sardı.
Tamam, neler oluyor burada dedi kendi kendine. Yatakta oturan kızın arkasında ki adam Rebekah’a doğru bir adım attı.
''Sana zarar vermek gibi bir niyetimiz yok.’’
''Uzak dur benden!’’ Diye hırladı. Sesi titremediği için kendiyle gurur duyuyordu. Korktuğunu belli etmemesi gerekiyordu ama bunda pek de başarılı değildi.
''Sakin ol tatlım. James’in de söylediği gibi. Sana zarar vermeyeceğiz. Seni buraya sadece koruma amacıyla getirdik.’’ Dedi yatak da oturan kız.
''Kaçırıldım. Kibarca getirilmedim. Bu saçmalığı inanacağımı mı sanıyorsunuz? Neden buradayım? Ne istiyorsunuz benden?’’
''Seni o şekilde getirdiğimiz için üzgünüm ama başka çaremiz yoktu. Aklının karışık olduğunu biliyorum. Sana her şeyi anlatacağız. Ama öncelikle bize güvenmen gerekiyor. Bizimde sana güvenmemiz gerekiyor. Buradan kaçmaya çalışmayacaksın. Anlaşıldı mı?’’ dedi adı James olan. Biraz daha Rebekah’a yaklaşıp gözlerini, gözlerine dikti.
''Sanki istese kaçabilecek. Ne diye böyle bir şey söyledin ki? Buradan kaçması imkânsız.’’ Dedi kıvırcık saçlı olan gülerek. Rebekah gürültülü bir şekilde yutkundu. Yatakta oturan kız omzunun üzerinden kıvırcık saçlıya bakıp, sesini yükselterek konuştu.
''Kes sesini Parker. Onu geriyorsun.’’
''Sen nasıl istersen sevgilim.’’ Dedi Parker kıza muhteşem bir şekilde gülümseyerek. Kız da ona gülümsedi ve tekrar bakışlarını Rebekah’a çevirdi.
''Ahh ne kadar da aptalım. Sana kendimizi tanıtmadık. Ben Jordan, James, Parker ve Caleb.’’ Dedi son olarak kapının önünde ki sessiz adamı göstererek. Rebekah bakışlarını tek tek hepsinde gezdirirken James
''Jordan burada kaldığın süre içinde san-
''Ben burada kalmıyorum. Anlaşıldı mı? Neden buradayım? Siz kimsiniz bilmiyorum ama ben burada kalmıyorum! Öyle bir niyetim yok!’’
''Zor kullanmak istemiyorum ama beni buna mecbur etme.’’ James tekrar yatağa doğru yaklaştı ve ardından siyah gözleri sarıya döndü. Genç kız yatak da geriledi. Ama gidebileceği bir yer yoktu. Korku yine bedenini esir alırken James’in gözleri eski haline döndü. Beni kaçıran adamlarla baş etmeye çalışabilirim ama gözleri sarıya dönen adamlarla kesinlikle baş edemem, etmeye çalışamam dedi kendi kendine.
''Kızı korkutman bir işimize yaramayacak.’’ Dedi Jordan kızgınlıkla ve yatak da Rebekah’a yaklaştı.
''Öncelikle tekrarlıyorum. Seni kaçırmadık.’’ Rebekah’nın kaşlarını çatması üzerine iki elini teslim oluyormuşçasına havaya kaldırdı.
''Tamam, teknik olarak kaçırılmış olabilirsin ama sana zarar vermeyeceğiz. Sana bilmen gereken her şeyi anlatacağız. Neden burada olduğunu öğrenince eminim sende burada kalmak isteyeceksin. Ama her şeyi öğrenmeden önce biraz rahatlamalısın. Şimdi siz bok kafalılar bizi Rebekah ile yalnız bırakın.’’ Dedi diğerlerine kızgınlıkla bakarak. Üç erkek birbirine şaşkınca baktı sonra da Rebekah ve Jordan’a baktılar.
''Bir saat sonra onu, Vincent’a getir.’’ Dedi James. Caleb ve James odadan hızlı adımlarla çıkarken Parker kızların yanına yaklaştı. Jordan’ı dudağından öptükten sonra Rebekah’ın örtüyü sıkıca kavramış eline uzandı. Nazikçe tuttuğu eli dudaklarına götürüp öptü.
''Tanıştığıma memnun oldum güzellik. Biraz rahatla. Korkma seni ‘ısırmayız’.’’ Göz kırpmasının ardından birden ortadan kayboldu. O kadar hızlı gitmişti ki Rebekah onu görememişti bile. Sanki ışınlanmıştı. Saniyeler içinde yok olmuştu. Genç kız şok içinde açılmış ağzını kapattı.
''Bu... Bu nasıl?’’
''Yakında hepsini öğreneceksin. Hadi bakalım sen düşüp bayılmadan önce sıcak bir duş alsan iyi olur. Bu kendine gelmeni sağlar.’’ Dedi Jordan gülümseyerek. Yataktan kalkıp elini Rebekah’a doğru uzattı.
Rebekah bir ona uzatılan ele bir de Jordan’a baktı. Kafayı yemek üzereydi. Neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu ve bu sinir bozucuydu. Korkuyordu, yorgundu ve her yeri ağrıyordu. Onlara kesinlikle güvenmiyordu.
’Bana zarar verecek olsalardı çoktan yaparlardı. Ama beklide benden başka bir şey istiyorlar diye düşündü. Zihni bunlarla uğraşırken bir de o sarıgözler ve az önceki ışık hızı ile giden garip adam kafasını iyice karıştırmıştı.
''Hadi ama düşünmekten vazgeç. Burada güvendesin ve bana güvenebilirsin.’’ Genç kız şüpheyle önce etrafına sonrada Jordan’a baktı. Eh zaten şu durumda başka çarem yoktu diye düşündü. Uzattığı eli tutup yataktan çıktı. Bu kızda ya da diğerlerinde ne vardı bilmiyordu ama onlardan düşündüğü kadar korkmuyordu. Sadece gariplikleri Rebekah’ı ürkütmüştü. Neden böyle hissettiğini de bilmiyordu ama sanki onları tanıyormuş gibi bir his vardı içinde…
…
Rebekah Jordan’ın gösterdiği büyük banyoda sıcak bir duş alıp getirdiği enfes yiyeceklerle karnını doyurmuştu. Yemeklere önce şüpheyle baksa da, Jordan’ın, onun tabağından yiyip rahatlatmasının ardından aç olan karnını doyurdu. Bu süreç içinde Jordan hiç susmadan sürekli konuşmuştu. Kendileri hakkında hiçbir şey söylemiyordu. Saçma konular hakkında konuşuyordu sadece. En sevdiği ülke, yemekler, yaz, güneş, kıyafetler, saçlar… Hepsini de Rebekah’ı rahatlatmak için yapmıştı ve de bunda başarılı olmuştu. Rebekah garip bir şekilde artık hiç korkmuyordu. Ya da korkmadığını sanıyordu. Ama beyninde binlerce soru dolanıyordu.
Hala neler döndüğünü anlamış değildi. Ancak kaçırılmış gibi hissetmiyordu. Bunun en büyük sebebi de Jordan’ın sıcak davranışlarıydı. Kaçırılan kişiye kötü davranılması gerekmiyor muydu? Oysa Rebekah burada kendini çok rahat hissediyordu. Karnını doyurmuş, duş almıştı. Sorgulanmamış ya da tehdit edilmemişti. Zihni çoktan onlarla ilgili bir sonuca varmıştı. Belki onlardan daha fazla korkup delirmeliydi. Ama içinde ki o garip his yüzünden bütün korkusu buhar olup uçmuştu. Sanki onları tanıyor gibiydi. Buna rağmen mantıklı düşünen tarafı kaçış yolu arıyordu. Belki uyurken ona çeşitli ilaçlar vermiş ya da başka şeyler yaparak zihnini bulandırmış olabilirlerdi. Beyninde ve bedeninde iki taraf savaşıyordu. Bir tarafı onları kabullenmişti ve korkmuyordu. Diğer tarafı ise sürekli kaçıp kurtulma planları kurmaya çalışıyordu. Rebekah iki taraftan biri susturmuyor, bunun için çabalamıyordu. Sürekli onlar hakkında bilgi edinmeye, neden kaçırdıklarını öğrenmeye çalışıyordu. Ama Jordan cevap vermek yerine her seferinde konuyu değiştirmişti. Rebekah da sonunda pes edip bir daha bir şey sormamıştı. İlk sorusu elbette ki
''Gözleri nasıl renk değiştirebiliyor ve o sürekli gülümseyen, Parker nasıl o kadar hızlı hareket edebildi?’’ olmuştu. Ancak cevap olarak
''Birazdan gerekli bilgileri sana anlatacaklar. Bunları söyleme yetkim yok üzgünüm.’’ Demişti. İkinci sorusu ise
''Peki, hepiniz aynı şeyleri yapabiliyor musunuz?’’ olmuştu. Bu seferki cevap ise
''Saçını kurut ve bu elbiseyi giy ben kapının önünde seni bekliyor olacağım.’’ Olmuştu.
Elindeki havlu ile saçlarını iyice kurutup havluyu bir kenara bıraktı. Yatak da duran siyah elbiseye burnunu kıvırarak baktı.
''Neden bunu giymek zorundayım.’’ Diye seslendi kapının önünde duran Jordan’a.
''Vincent’ın karşısına çıkıyorsun. O sıradan biri değil. Onun karşısına çıkarken giydiklerine özen göstermelisin. Neden diye soracağını biliyorum. Şimdilik başka soru sormak yok sadece giy.’’
Genç kız, homurdanarak kalın askılı elbiseyi üzerine geçirdi. Siyah elbise dizlerinin biraz üzerinde bitiyordu. Üst tarafı bedenini sıkıca sarıyor belinden aşağısı bollaşıyordu. Boynundaki kolyeyi elbisenin altına sakladı. Yatağın kenarında duran siyah düz ayakkabıları da hızla ayağına geçirdi. Saçlarını düzeltip Jordan’ın yanına ilerledi.
''Kim bu Vincent?’’
''Birazdan öğreneceksin. Hadi artık gidelim geç kalıyoruz.’’ Dedi Jordan ve odadan çıkıp, uzun koridor da yürümeye başladı. Tuttuğu nefesi öfkeyle bırakan genç kız sinirden patlama noktasına gelmişti. Tedirginlik bedeninde yılan gibi kıvrılarak dolaşıyor ve sorularına cevap alamamak onu yoruyordu. En azından birazdan sorularını cevaplayabilecek biri ile karşılaşacağı için umutluydu. Jordan’ın arkasından ilerlerken dikkatle etrafını inceledi. Eğer kaçması gerekirse yolunu kaybetmek istemiyordu.
Uzun koridor, duvarlarda asılı olan mumlarla aydınlatılıyordu. Yerler kan kırmızısı bir halı ile kaplıydı. Duvarlar ise simsiyahtı. Ancak insanın içini karartan bir siyah değildi. Parlak ve yumuşak kadife gibi bir renkti. Sanki dokunsa eli diğer tarafa geçecekmiş hissi uyandırıyordu. Koridordan sağa dönerken camdan dışarıya baktı. Büyük camın iki tarafındaki kırmızı perdeler kenarda toplanmıştı ve dışarısı rahat bir şekilde gözüküyordu. Bembeyaz karla kaplı orman tarih öncesinden kalmış, ama oldukça sağlam ve kalın gibi görünen kale duvarları ile çevrelenmişti. Uzun duvarların üzerinde ve arkasında siyah giyimli adamlar duruyordu. Şuana kadar gördüğü herkes siyahlar içindeydi. Önünde yürüyen Jordan da kısa askısız siyah tulum giyiyordu. Bulundukları yer inanılmaz derecede sıcaktı. Genç kız üşümüyordu. Ancak onu kaçıranların ve kale duvarlarının etrafındakilerin bu soğukta nasıl üşümeden rahatlıkla gezebildiğini anlayamıyordu. Nasıl bir insan bu soğukta atlet ile dolaşabilirdi ki?
Uzun koridorun sonunda bir biri ardına büyük kapılardan geçmeye başladılar. Burası bir ev gibi değildi. Etraftaki eşyalar, perdeler ve camdan gördüğü kale duvarları filmlerdeki eski şatolardaki gibiydi. İçindeki tedirginlik artarken, aklına takılan düşünce ile kaşlarını çattı.
''Lütfen en azından bana hala Rusya da olduğumuzu söyle.’’
''Sonunda cevaplayabileceğim bir soru sordun. Endişelenme hala Rusya’dayız. Hatta evine düşündüğünden daha yakınsın.’’ Jordan'ın gülümsemesi ve hala Rusya da olduğunu bilmek Rebekah'nın biraz daha rahatlamasına neden oldu. Koridorun sonundaki devasa kapının önüne gelince Jordan durdu. Rebekah da hemen yanında durdu.
''Korkmana gerek yok. Biraz sakin ol. Kalbinin sesi kulaklarımda uğulduyor. Sadece sana birkaç soru sorulacak ve sende istediğin cevaplara ulaşacaksın. Tedirgin olmanı gerektirecek hiçbir şey yok.’’ Dedi ve göz kırpmasının ardından devasa büyüklükteki kapıyı rahatlıkla açtı. Derin bir nefes alan Rebekah rahatlamaya çalıştı.
İşin aslı kaçırılmış gibi hissetmiyordu. Sanki gerçek Rebekah, uzaklardan bu olanları izliyor bedeninin tepkilerine dehşetle karşılık veriyordu. Bedeni ise sıradan bir günmüş gibi rahattı. Zihni sanki bu anı bekliyormuşçasına sabırsızlanıyordu. Göremediği, anlayamadığı ya da unuttuğu bir şey varmış gibiydi. Hiçbir şeye anlam veremiyordu. Uyuşturulmuş gibiydi. Bedeni karıncalanıyordu. Vücudunda gezinen garip elektrik iki noktada toplanıyordu. Kalbinin üzerindeki doğum lekesinde ve sağ elindeki eski yara izinde.
Derin bir nefes alan Rebekah açık kapıdan içeriye girdi. Salon oldukça büyüktü. Tıpkı az önce geçtikleri yerde olduğu gibi burası da ortaçağ filmlerinden fırlamış gibiydi. Salonun tam ortasında büyük bir taht vardı. Taht gece kadar siyahtı. Kenarları ise altın işlemeliydi. İki kolunun olduğu yerde altın işlemelerle dolunay ve uluyan kurt figürü vardı. Ancak taht boştu. Jordan’ın arkasından ilerlerken etrafını dikkatle incelemeye devam etti. Tahtta ilerleyen yol ve tahtta çıkan iki basamak kırmızı halı ile kaplıydı. Diğer yerler çıplaktı ve gri taşlarla çevriliydi. Siyah duvarlarda altın sarısı şamdanlar asılıydı. Büyük salon sadece mumlarla aydınlatılmıyordu. Salonun tam ortasında devasa büyüklükte avize vardı. Genç kızın gözleri James ile kesişti. Tahtın hemen sağ tarafında kollarını göğsünde birleştirmiş ayakta bekliyordu. Parker ise tahtın sol tarafında duruyordu ve gülümseyerek içeriye giren iki kıza bakıyordu.
Bu çocuk gülmeden durabiliyor mu? Diye düşündü Rebekah.
Caleb da Parker’ın biraz ilerisinde duruyordu. Tıpkı diğerleri gibi kollarını göğsünde birleştirmiş, yine ürkütücü bakışları ile bakıyordu.
Peki, bu adam hiç gülümsüyor muydu?
Rebekah’nın gözleri Caleb'ın biraz ilerisinde sırtı dönük olan adama takıldı. Kollarını arkasında birleştirmiş camdan dışarıya bakıyordu. Üzerindeki kumaş pantolon ve gömleği, saçları gibi simsiyahtı. Jordan aniden durunca Rebekah da onunla birlikte durdu. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyorken Jordan
''Efendim istediğiniz üzere Rebekah’ı getirdim.’’ dedi. Rebekah bu resmi konuşma üzerine suratını buruşturdu. Tıpkı oda gibi konuşmalarda ortaçağdan fırlamış gibiydi.
Kapı açılıp iki kız içeriye girerken Vincent camdan dışarıya bakıyordu. Önce Jordan’ın kokusunu aldı. Sonra yanındaki kızdan gelen tanıdık koku ile kaşlarını çattı. Jordan’ın sözleri üzerine önce omzunun üzerinden kafasını çevirdi. Bakışları direkt Rebekah’ı buldu. Vücudu gerilirken dikkatle karşısındaki kızı inceledi. Mavi gözleri, siyah dalgalı uzun saçları, yüzü… Her şeyiyle Vincent’ın uzun zamandır unutmaya çalıştığı kadına benziyordu. Bu benzerlik karşısında şaşkına dönen alfa Vincent, ifadesini koruyamadı.
''Efendim her şey yolunda mı?’’ diyen James’in sesi ile kendine gelip yavaşça başını iki yana salladı. Bakışlarını kızdan kaçırıp doğruca tahtına ilerledi ve oturdu. Bu sırada Rebekah, Vincent’ın garip tavrı karşısında iyice gerildi. Bu odaya adım attığı anda bedeni garip bir şekilde karıncalanmaya başlamıştı. Sağ elindeki yara izinin üzerinde sanki karınca sürüsü geziniyormuş gibi kaşınıyordu. Elini elbisesine sürterek kaşırken, huzursuzca kıpırdandı. Vincent’ın bakışlarından rahatsız olmuştu. Dikkatli bakışlarla onu inceledi. Oldukça uzun boyluydu. Gözleri kahverenginin açık tonuyken simsiyah saçları arasında yaşını belli eden bir iki beyaz tel vardı.
Vincent bakışlarını tekrar Rebekah’a çevirdi ve göz göze geldikleri an gözlerini kaçırdı. Rebekah neler olduğuna bir anlam verememişti. Ama böyle düşünen sadece o değildi. James, Caleb, Jordan ve Parker birbirlerine bakıyorlardı ve bu duruma bir anlam vermeye çalışıyorlardı. Vincent boğazını temizledi ve konuşmaya başladı.
''Öncelikle seni bu şekilde getirdiğimiz için üzgünüm. Umarım bizi affedebilirsin. Ancak böyle olmak zorundaydı. Kafanın fazlasıyla karışık olduğunun farkındayım. O yüzden seni daha fazla meraklandırmadan her şeyi anlatacağım. ‘’ Konuşurken Rebekah’nın gözlerine bakmamaya çalışıyordu. Genç kız sessiz bir şekilde kafasını salladı. Heyecandan titreyen bacaklarını ve ellerini umursamamaya çalıştı.
''Sana birazdan anlatacaklarım türümüz için oldukça tehlikeli. Hiçbir insanın bizim varlığımızdan haberi olmaması gerekiyor. Ancak sen bir istisnasın. Anlatacaklarım seni ürkütebilir, inanmayabilirsin ama sana tamamen doğruları söyleyeceğime emin olabilirsin.’’
Jordan, Caleb’ın yanına doğru ilerlerken Rebekah huzursuzca kıpırdandı. Bundan sonra neyin geleceğini biliyordu. Vincent’ın ‘insan’ ve ‘türümüz’ kelimelerine yaptığı vurgu dikkatinden kaçmamıştı. Ona anlatacakları, aylar öncesinde gördüğü o korkunç görüntü ile ilgiliydi. Rebekah bunun farkındaydı. Bütün bunların beyninin kabullenmek istemediği o görüntüyle alakası olduğunu biliyordu.
Vincent tahtın kenarlarını sıkıca kavradı ve sakinleşmek için kendine birkaç dakika tanıdı. Zihni ona oyun oynuyor olmalıydı. Birkaç gecedir uyumadığı ve avlanmadığı için yanlış gördüğünü düşünüyordu. Rebekah'nın, yıllar önce kaybettiği eşine bu kadar benzediğini düşünmesinin tek sebebi bu olmalıydı. Gözlerini tekrar kıza çevirdi. Siyah uzun saçları, mavi gözleri, sivri burnu aynı Helena gibiydi. Helena'ya o kadar çok benziyordu ki Vincent kızın boğazına yapışıp onu parçalara ayırmak istiyordu. Yüzyıl önce kaybettiği eşine bu kadar fazla benzemesi onu huzursuz ediyordu. Boğazını temizleyerek kızın gözlerine odaklandı.
''Bu konuşmayı daha önce hiç yapmadığım için nasıl anlatacağımı bilmiyorum.’’ Dedi Vincent suratını buruşturarak.
''Efendim izlinizle Rebekah’a bir şey söylemek istiyorum.’’ Diye söze girdi Parker. Vincent tahtın kenarına dayadığı ellerini birleştirirken kafasını salladı. Aniden esen rüzgâr ile Rebekah’nın saçları arkaya doğru uçuşurken, kırpıştırdığı gözlerini açtığında Parker ile burun buruna geldi. Bir adım gerileyip sesli bir şekilde yutkundu. Nasıl bu kadar hızlı hareket edebiliyordu?
''Eminim ki bundan tam 2 ay önce kütüphaneden çıktığın geceyi hatırlıyorsundur. Hava kararmış evine geç kalmamak için kestirme yoldan gitmeye karar vermiştin. O gece için her şey normaldi. Tabi bana rastlayana kadar. ‘’ dedi sırıtarak. O geceye ait görüntüler hızla gözünün önünde canlanırken kafasını iki yana salladı. İşte başlıyordu. Hayır, hayır bunlar gerçek olamaz diye bağıran zihnine aldırış etmemeye çalıştı. Çünkü mantığı doğru olanı aylar öncesinde kavramıştı.
''O gece ne olduğunu sorabilir miyim?’’ diye sordu James. Parker bakışlarını Rebekah’dan ayırmadan konuşmaya devam etti.
''Dolunayın ilk gecesiydi. O gece Rebekah’ı gözetleme benim görevimdi. Her zamanki gibi kütüphanedeydi. Onu daha iyi izlemek için dönüşüm geçirecektim. Ama hesaplamadığım önemli bir şey vardı. Rebekah, o gün her zamankinden önce çıktı ve beni gördü. Dönüşümümün her bir saniyesinde oradaydı. Tabii korkudan ölmek üzereydi. Yani anlatmak istediğim Rebekah zaten bizi biliyor. Sadece o geceye inanmak istemiyor. Beyni bu gerçeği inkâr ediyor. Kurtadamların gerçekte var olduklarına inanmak istemiyor.’’
Kurtadam? Kurtadam? Kurtadam?
Bu kelime beyninde tekrarlanıp duruyordu. Konuşmak istedi. Ağzımı açıp bağırıp onlara deli olduklarını bunun imkânsız olduğunu söylemek istedi. Ama bunun yerine sadece yumruklarını sıktı ve sustu. Zihnindeki ses sürekli inkar ediyordu. Kurtadamların gerçekte olmadıklarını, sadece efsanelerde, korku hikâyelerinde olduklarını söylerken mantığı, bunu çoktan kabullenmişti. Tüm o garipliklerin tek açıklaması buydu. Sarıgözler, inanılmaz derecede hızlı hareket etmeleri, hepsinin taştan oyulmuşçasına pürüzsüz yüzleri ve güzellikleri. Ve bundan daha da ötesi Parker’ın dediği gibi o gece her şeyi görmüştü. Dönüşümünün her bir saniyesinde tam orada, korku içinde onu izliyordu.
Peki, asıl önemli olan şey korkuyor muydu?
İlginç bir şekilde içinde hiç korku yoktu. Buraya geldiği andan itibaren hiç olmadığı kadar rahattı. Neden rahattı neden korkup kaçmaya çalışmıyordu? Bu sorulara cevap bulamıyordu. Ancak onu daha da ürküten şeyse kendini buraya aitmiş gibi hissetmesiydi.
İkinci önemli olan şey ise neden buradaydı?
''Neden buradayım?’’ dedi sözcükleri bulup düz bir sesle. Odadakiler önce ona şaşkınlıkla baktı. Vincent, hatta ifadesizce bakan Caleb bile şaşkınlığını gizleyemedi. Anlaşılan durumu bu kadar çabuk kabullenmesi onları şaşırtmıştı.
''Bu kadar çabuk kabullenmeni beklemiyorduk. Yani en azından...’’ Rebekah Jordan’ın sözünü keserek konuşmaya başladı.
''Parker’ın da dediği gibi. O gece zaten her şeyi gördüm. Ne kadar bunlara inanmak istemesem de inkâr etmem gerçeği değiştirmeyecek.’’ Odayı bir süre sessizlik kapladı. Parker gülümseyerek göz kırptı ve göz açıp kapayıncaya kadar Vincent'ın sol tarafındaki yerine gitti.
''Gerçeği bu kadar çabuk kabullenmen bizi şaşırtsa da, hepimiz için daha iyi oldu. Neden burada olduğun konusuna gelince dünya senin sandığın gibi masum ve zararsız değil Rebekah. Dışarıda birçok tehlike var. Ve hepiniz bunlardan habersiz bir şekilde yaşıyorsunuz. Senin burada olma sebebinse, yıllardır birbirinin aynısı olan birçok ölüm meydana geldi. Ve bunun arkasında vampirler var.''
Vampir?
Genç kız şaşkınca gözlerini kırpıştırdı. Dudakları yavaşça yukarıya doğru kıvrıldı. Sonra kıkırdamaya başladı. Odadakiler ona şaşkınca bakıyordu. Dudaklarından kahkahalar dökülürken Vincent tek kaşını kaldırıp Rebekah'ı inceliyordu.
''İşte bu biraz ani oldu sanırım.'' diye mırıldandı Jordan dudaklarını büzerek. Rebekah gülerken gözünden akan yaşı sildi ve gülümseyerek odadakilere baktı. İki elini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırdı.
''Pekâlâ. Gördüğüm için kurtadam efsanesini kabullendim ama bu vampir saçmalığı da ne? Lütfen biri bana en azından bunun bir şaka olduğunu söylesin.'' dedi kıkırdayarak. Parker genç kızın tepkisine her zaman olduğu gibi gülümsüyordu.
''Kurtadamların varlığını kabullendin. Vampirlerinkini reddetmen gerçeği değiştirmeyecek. Mantığın yaşamın boyunca görüp duymadığın bu gerçekleri kavramanı zorlaştırıyor. Sizin için sadece efsanelerde geçen yaratıklar olduk. Ama bilmelisin ki anlatılan her efsanede gerçeklik payı var. Biz ve vampirler gerçekte var olan efsanelerden sadece ikisiyiz. Bildiğiniz ya da bilmediğiniz birçok efsane gerçek. Ve insanlar yüzyıllardır varlığımızdan habersiz bir şekilde yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor.'' Vincent'ın sakin bir ses tonuyla konuşması genç kızın sinirlerine dokundu. Öfkeyle soluyup ellerini beline koydu.
''Bana açıklayabilir misin? Yüzyıllardır aramızda yaşıyorsanız, teknoloji bu kadar gelişmişken nasıl olurda içinizden birinin bile farkına varamadık.'' dedi dişlerinin arasından. Duydukları inanılmazdı. Kurtadam ve vampirler. İzlediği filmler, okuduğu kitaplar, küçükken ona anlatılan masal ve efsanelerde geçen yaratıklar gerçekti. Bunların hepsi inanılmaz gelse de gerçekti. Genç kızın yapabileceği tek şey bütün bunların rüya olmasını istemekti.
''Bu da bizim yeteneğimiz. Sizden saklanmayı iyi başarıyoruz.'' Vincent ellerini tahtın kenarlarına koyarak arkasına yaslandı.
Rebekah gözlerini kırpıştırarak, kendisini rahatlatmasını umduğu derin bir nefes aldı. Karşısında duran 5 insan –tabii onlara ne kadar insan denebilirse artık- vahşi bir yaratığa dönüşebiliyordu. Onlarla aynı odadaydı. İsteseler tıpkı o geceki gibi dönüşebilir ve sivri dişleriyle onu parçalara ayırabilirlerdi. Ama lanet olsun ki onlardan korkamıyordu. Beyninde bir sorun oluştuğunu düşünmeye başlamıştı. Nasıl bu kadar rahat olabiliyordu? Bütün bu yaşadıkları kesinlikle ona fazla gelmişti ve beyni patlamış olmalıydı. Yoksa daha farklı tepkiler vermeliydi. Şuan ki gibi değil! Ve vampirler. Rebekah kurtadamlardan anlamadığı bir sebeple korkmuyordu ama vampir kelimesi vücudundaki bütün tüylerin dikilmesine sebep oluyordu. Bütün kanı çekiliyordu. Bir ayağı sinirle yerde ritim tutmaya başladı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
''Yani şu Drakula. O da mı gerçek?'' Parker’ın kıkırdaması üzerine, gözlerini açıp öfkeyle ona baktı. Bunun üzerine Parker dudaklarını birbirine bastırdı. Ama hala kendini gülmemek için zor tuttuğu belli oluyordu.
''Hayır. Gerçek değil. Vampirlerin varlığından haberdar olan birinin hayal gücü ile yazdığı bir roman sadece.’’ Vincent’ın sakin ve rahat bir şekilde konuşması genç kızı biraz sinirlendirse de rahatlamasını da sağlıyordu. Ciğerlerine derin bir nefes çekip yavaşça bıraktı ve bakışlarını tekrar Vincent’a çevirdi.
''Sizi dinliyorum.’’ Ne kadar inkâr etse ya da etmek istese de onlara inanıyordu. Ve bu işin altından neler çıkacağını merak ediyordu.
''Söylediğim gibi yıllardır birbirinin aynısı olan birçok ölüm meydana geldi. Ölenlerin hepsi seninle aynı kaderi paylaşıyor. Hepsi yetimhaneden alınmış kızlardı. Sadece bununla da kalmıyor. Kızların hepsi ile benzer fiziksel özelliklere sahipsiniz. Sadece ufak farklılıklar var. Ama genel olarak birbirinize benziyorsunuz. Ve hepsi seninle aynı yıl doğmuş kişiler. Bazıları 18 yaşında öldürüldü. Bazıları ise daha küçük yaşlarda öldürüldü. Vampirler önce üvey ailelerini öldürüyor sonra da kızları öldürüyorlar.’’ Dedi Vincent.
Rebekah’nın bedeni duydukları karşısında kasıldı. Kulakları uğulduyordu. Kalbi kaburgalarının arasında yarış atı gibi tepinirken nefes alışı düzensizleşti. Öne doğru bir adım atıp öfkeyle titreyen elini saçlarının arasından geçirdi.
''De... Demek istediğiniz ailemi o…onlar mı öldürdü?’’ dedi sinirle kekeleyerek. Gözleri biriken yaşlar nedeniyle sızlıyordu. Bunlar zayıflık gözyaşları değildi. Bunlar öfkenin, nefretin gözyaşlarıydı. Ama genç kız bunların akmasına izin vermeyecekti.
''Kaybın için üzgünüm. ‘’ dedi Vincent sadece. Rebekah gözlerini kapatıp titrek bir nefes aldı. Tutmaya çalıştığı gözyaşları sessizce yanaklarından aşağıya süzülürken içinde bir ateş yandı. Öfke tüm bedenini sararken elleri iki yanında yumruk oldu. Vampirler. Kurtadamlar. Öldürülen kızlar, aileler. Rebekah nasıl bir saçmalığın içindeydi bilmiyordu. Bunların gerçek olduğuna inanamıyordu. Zihni ne zaman bunları inkar etmeye kalksa gözlerinin önünde önce Parker’ın değişimi beliriyor, ardından sarı gözler ve ışık hızları beliriyordu. Ve bütün bu gördükleri gerçekleri kabullenmesini sağlıyordu.
Önce evlatlık alındığını sonrada vampirler ve kurtadamlarla dolu bir dünyada yaşadığını öğrenmişti. Ve bunları yetmiyormuş gibi ailesinin ölmediğini öldürüldüğünü, hem de bundan sadece birkaç gün önce okuduğu kitaptaki yaratıklar tarafından öldürüldüğünü öğreniyordu. Emin olduğu bir şey varsa bunun ailesini öldürenlerin yanına kalmasına izin vermeyeceğiydi. Buna izin veremezdi. O vahşi yaratıklar onun ailesini öldürmüştü. Anne ve babasının katiliydiler. Rebekah bunun bedelini onlara ödetecekti. İntikam istiyordu. Öldürülen bütün masum kızlar ve aileleri için intikam istiyordu. Kendi ailesi ve hayatı için. Gözlerini açıp direkt Vincent’a baktı.
''Peki, ben neden hayattayım? Benden ve diğerlerinden ne istediler? Neden onları öldürdüler?’’ Diye sordu dişlerinin arasından.
''Vampirler uzun zamandır bir şey ya da birini arıyorlardı Rebekah. Yıllardır aradıkları şey ne ise onu sende bulduklarını düşünüyorum. Sen onların aradıkları şeysin. Ne olduğunu ya da tam olarak kim olduğunu bilmiyoruz. Ne yazık ki hiçbir şekilde gerçek ailene ulaşamadık. Ama vampirler için fazlasıyla önemlisin. Her ne yapmak istiyorlarsa insanoğlu ve bizim için yani dünya için iyi bir şey olmayacağı ortada. İşte bu nedenle buradasın. Seni almalarına izin veremezdik.’’
Salonu derin bir sessizlik kaplarken Rebekah bütün bu olanları düşündü. Suçsuz ve hiçbir şeyden haberi olmayan masum insanları, kendi ailesini. Öldürülen kızları…
''Demek istediğiniz aradıkları şey bendim ve beni bulabilmek için onca masum insanı öldürdüler öyle mi? Ailem? Onlarda sadece benim yüzümden mi öldürüldü?’’ Öfkeyle bağıran Rebekah ne kadar yutkunursa yutkunsun, ne yaparsa yapsın boğazındaki yumru gitmiyordu. Bedeni öfke ve hiddetle titriyordu. Genç kız öfkesinin dinmesini beklerken salondakiler sessizce ona zaman tanıdılar. Sonunda kelimeleri bir araya getiren genç kız tekrar konuşmaya başladı.
''Yanılıyorsunuz. Ne onların ne de sizin aradığınız kişi ben değilim. Daha ne aradıklarını bile bilmiyorken istediklerinin ben olduğumu nereden biliyorsunuz?’’
''Sen farkında değilsin Rebekah ama aylardır izleniyordun. Etrafın küçük vampir ordusuyla sarılıydı. Okuldaki arkadaşların, kütüphanedeki yeni güvenlik görevlisi, hafta içleri evinize gelen temizlik görevlisi, hatta öğretmenlerin. Hepsi vampir. Her saniye izleniyordun. Evinin etrafı sarılıydı. Dışarıda gezerken yanından geçen, arkandan seni sessizce takip eden onlarca vampir vardı. Adamlarımı seni korumaları için İngiltere’ye gönderdim. Kokumuzu aldıkları için seni korumamız zordu. Adamlarım sana yaklaşabilecekleri kadar izlemeye çalışıyorlardı. Sadece bu değil. Ölen kızların hepsi sanki onlar tarafından deneye tutuluyordu. Ve deneyi geçemeyenlerin hepsi 1 ay içinde öldürüldü. Ama sen hala yaşıyorsun. Bir şekilde senin yaşamanı ve onların elinde olmanı istiyorlar. Şimdi sen söyle Rebekah. Sence bu olanların hepsi aradıklarının sen olduğunu göstermiyor mu?’’
Vincent’ın öfkeli sesi ve söyledikleri genç kızı huzursuz etti. Bunca zamandır çevresinde gezen herkesin yaratık olduğuna inanamıyordu. Hislerine güvenmeliydi. Sürekli izlendiği hissine kapılıyordu. Ama bunu hep, son zamanlar da artan suç oranlarına bağlamıştı. Gazete ve haberlerde olan korkunç cinayetlerin bir gün onunda başına gelebileceği düşüncesiyle paranoyaklaştığını düşünmüştü. Oysa ki o cinayetlerin hepsi vampirler tarafından işlenmişti. Ve katiller aylardır sessizce onunda etrafında geziniyordu. Ailesi onun yanında tehlikedeydi. Ve olabilecek en kötü şekilde öldürülmüşlerdi. Jasmine. En yakın arkadaşı da tehlikede olmalıydı. Onu olabildiğince buradan uzak tutması gerekiyordu. Jasmine İngiltere de ve Rebekah dan uzakta güvende olabilirdi. Ama burada olamazdı. Genç kız düşüncelerin arasından Vincent’ın sesi ile sıyrıldı. Bu seferki ses tonu daha yumuşak ve sakindi.
''Şimdi asıl önemli olan şey. Ne istiyorsun Rebekah? Buradan gitmek mi? Yoksa burada kalıp her şeyi çözene kadar güven içinde yaşamayı mı? Seçim senin.’’ Vincent ayağa kalktı. Ellerini yine sırtında birleştirip bütün heybeti ile Rebekah’a tepeden baktı. Genç kızın dudaklarından sinirli bir gülüş çıktı.
''Burada kalıp bir korkak gibi saklanmak. Hayır, bunu istemiyorum.’’ Yüzünü sinsi bir gülümseme kapladı. ''İstediğim tek bir şey var. O da intikam. Bunları yapanı kendi ellerimle öldürmek istiyorum. Ve sizden istediğim şey bana bunu nasıl yapacağımı öğretmeniz...
…
Rebekah soğuk duşun altında ne kadar kaldığını bilmiyordu ama bedeni buz kütlesine dönmüş bir şekilde banyodan çıktı. Sonunda yalnız kalmasına izin vermişlerdi. Vincent ile geçen konuşmanın ardından kendini daha farklı hissediyordu. Ailesinin kaybını hala atlatamamışken şimdi öldürüldüklerini öğrenmek içindeki acıyı daha da çoğaltmıştı. Bu acı belki hep onunla kalacaktı ama intikamını almak biraz olsun onu özgür bırakabilirdi.
Üzerindeki havluya sıkıca sarılıp geniş odadaki –artık burası onun yeni odasıydı- tekli koltuğa oturdu. Bacaklarını kendine çekip başını dizlerine yasladı. Bedeni öfkeyle gerilirken Vincent’ın sözleri kulaklarında çınladı tekrar.
'Sen onların aradıkları şeysin'
Yanılıyor olabilirler miydi? Rebekah sıradan bir insandı. Hiçbir özelliği yoktu. Sadece Rebekah’dı. Vampirlerin aradığı şey neydi ki? Neyin peşindeydiler? Vampirler…
''Tanrım’’ diye inledi genç kız. Nasıl bir dünya da yaşıyordu böyle. Vampirler, kurtadamlar. Ama Rebekah bunlardan çok kendi tepkisine şaşıyordu. Sorgusuzca her şeyi kabullenmişti. Gözlerimle gördüğüm bir şeyi inkâr etmem ne işime yarayacak diye düşündü.
Sıkıntıyla iç çekip önüne gelen ıslak saçlarını arkaya itti. Odanın tam karşısındaki devasa dolaba baktı. Burada kaldığı sürede bu oda ona aitti. Ne kadar burada kalacağı bilinmiyordu. Vincent daha sonra tekrar konuşacaklarını şimdi Rebekah’nın dinlenmesi gerektiğini söyleyip onu serbest bırakmıştı. Ne yapacağını neler olacağını bilmiyordu. Bildiği tek şey şimdilik buradaydı.
***
Ares sinirliydi. Kurtadamlara yardım etmeye yemin etmişti. Ancak uzaktan yardım etmeyi tercih ediyordu. Hiçbiri ile yakınlık kurmak istemiyordu. Hiçbirini görmek istemiyordu. Çünkü bu ona eski acı anılarını hatırlatıyorlardı.
Geniş koridorda seri adımlarla ilerlerken tekrar homurdandı. Sadece basit bir insan için buraya gelmişti. Olayın tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Açıkçası bilmek istediği de söylenemezdi. Burada olmayı istemese de ne yazık ki gelmişti. Konu her ne ise bir an önce açıklığa kavuşturacak ve bu lanet yerden defolup gidecekti. Tekrar güneşi görmek ve sıcaklığını hissetmek doğaya adım atmak ona garip geliyordu. Uzun süredir kendini dünyadan soyutlamıştı. Tekrar o karanlık evine gidip zavallı haline geri dönmek istiyordu. Tuttuğu nefesini öfkeyle soludu ve önünde durduğu geniş kapıyı iterek rahatlıkla açtı. Alfa Vincent’ın taht odası kalabalıktı. Neredeyse sürünün yarısı burada toplanmıştı. Ares odaya girince salonda ki bütün uğultu sustu ve bütün bakışlar ona döndü.
Kendine dönen bakışlar korku ve tedirginlik ile irileşirken Ares tek kaşını kaldırarak onları inceledi. İçlerindeki korkuyu hissedince çarpık bir şekilde gülümsedi. Kendinden korkulmasını seviyordu. Adını anan herkesin bedeninin titremesi onu eğlendiriyordu. Bakışlarını siyah tahtında oturan Vincent’a çevirdi. Ona ulaşan yoldaki, kurtlar iki yana ayrılarak yol üzerinden çekildiler. Vincent ayağa kalktı ve tahta çıkan iki basamağı indi.
''Sonunda seni görebildiğime sevindim. Sana ihtiyacımız vardı.’’ Dedi Vincent. Ares kafasını salladı ve sonra etraftaki kalabalığa baktı.
''Yalnız bir görüşme yapacağımızı düşünmüştüm.’’
Vincent omzunun üzerinden James’e bakıp, kafasıyla işaret verdi. Aynı anda salondaki herkes sessiz ve seri adımlarla dışarı çıkmaya başladı. Ares’in yanından geçerken bakışlarını kaçırıyor ondan olabildiğince uzak durmaya çalışıyorlardı. Oda da sadece Vincent ve James kalınca büyük kapı kapandı ve Ares cama doğru yürüdü. Bakışlarını beyaz ormana çevirirken ''Seni dinliyorum.’’ Dedi.
''James sana vampirlerin yıllardır yaptıkları ölümleri anlattı. Şimdi başka bir kızın peşindeler. Ancak onu öldürmediler. Aradıkları her ne ise o kız olduğunu düşünüyorum. Ancak ne kızın gerçek ailesini bulabiliyoruz ne de onun gerçek kimliğini. Sana ne kadar ihtiyacımız olduğunun farkındasın. Kızı ne için aradıklarını bulmamıza yardım etmelisin. Ve o kızın ne ya da kim olduğunu.’’
''Kızın insan olduğundan emin misiniz? Çünkü eğer anlattığına göre uzun zamandır onu arıyorlarsa ve gerçektende aradıkları bu kızsa insan olduğunu düşünmüyorum. Başka bir şey olmalı.’’ Omzunun üzerinden Vincent ve James’e bakıyordu.
''Farklı bir kokusu var. Şuana kadar bildiğimiz hiçbir türün kokusuna benzemiyor. İnsan olmadığına eminiz. Bedeni insan gibi. Ancak kokusu farklı. Emin olduğumuz bir diğer şeyse kesinlikle kurt değil. Ama kokusu bizde farklı duygular uyandırıyor.’’ Dedi James. Kaşlarını çatan Ares cama sırtını yaslayıp kollarını göğsünde birleştirdi. ''Ne gibi farklı duygular?’’
''Bunu açıklaması biraz zor. Çünkü daha önce hiçbirimiz böyle bir şey hissetmedik. Kurtadam değil. Ancak bizimle yani kurtlarla bağı var. Bizi ona bağlayan bir şey var.’’ Dedi Vincent sıkıntıyla.
''Sanırım anne gibi diyebiliriz. Bunu ancak bu şekilde anlatabiliriz. O kızı gördüğüm ilk andan itibaren içgüdüsel olarak onu korumak istedim. Sürekli yanında olmak ve kokusunu duymak istiyoruz. Kız kaleye adım attığından beri bütün kurtlar garip davranmaya başladı. Hepsi bu kokunun kime ait olduğunu merak ediyor. Bu cinsel bir çekim değil. Koruma dürtüsü. Bütün sürü hatta alfamız Vincent bile böyle hissediyor. Tıpkı bir annenin çocuklarına verdiği güven duygusu ve kokuyu salgılıyor. Ancak kesinlikle kurtadam değil.’’
Vincent dişlerinin arasından sıkıntıyla soludu. Kendinden senelerce –hatta yüzyıllarca- küçük olan bir kızın kokusu nasıl üzerinde böyle bir duygu oluşturabiliyordu. Vincent’ın canını sıkan tek bu değildi. Ortada o kızla ilgili başka sorunu vardı. Çok büyük bir sorun hem de. Bu sorun Rebekah’nın gözlerine baktığı anda kendini hatırlatıyor ve beynine çekiç darbeleri indiriyordu.
Ares duydukları karşısında gerildi. Kurtadamların bu tabiri kullanması rahatsız ediciydi. Kurtlar yüzyıllardır kimseye bağlı değildi. Ve olmaları da imkansızdı! Kaşları çatıldı ve dişlerini sıktı. Sessizce düşüncelere dalmışken Vincent onun yanına ilerledi ve
''Planın ne?’’ diye sordu. Ares düşüncelerinden sıyrılarak Vincent’a döndü.
''Önceliğimiz kızın güvenliği olacak. İkinci aşamada ise onun ne olduğunu öğrenmeye çalışacağız. Bu süreç içinde kızın sizin ve vampirler hakkındaki tarihi, diğer türleri öğrenmesini istiyorum. Hatta benim türüm hakkındaki her şeyi de bilsin.’’ Dedi ve çarpık bir şekilde gülümsedi. İnsanların vampirler, kurtadamlar ve diğer yaratıkları kabullenmesi zordu. Ancak onun türünü kabullenmesi daha da zordu. Duydukları karşısında insan kadının delirip delirmeyeceğini düşünürken gülümsüyordu. Bakışlarını Vincent’a çevirip devam etti.
''Varlığımızla ilgili her şeyi öğrensin. Ayrıca kendini koruyabilmeyi de öğrenmesi gerekiyor. Sadece en yakın adamların Parker, James, Jordan ve Caleb onun neden burada olduğunu bilecek. İçlerinden birini onu dövüş konusunda eğitmesi için görevlendir. Hiçbir şekilde gözünüzü o kızın üzerinden ayırmayın. Henüz ne olduğunu bilmiyoruz. Belki de bizim için bile tehlikeli olabilir.’’
''Neden onu sen eğitmiyorsun. Dünya üzerinde senden daha iyi bir savaşçı olmadığı ortada.’’ Dedi James gülümseyen bir yüzle. Ares omzunun üzerinden James’e baktı. James ile iyi anlaşıyordu. Onu severdi de. Ne de olsa ondan ürküp, altına yapmadan Ares’le konuşabilen sayılı kişilerden biriydi.
''Yağcı piç.’’ Dedi sırıtarak ve tekrar Vincent’a dönüp devam etti.
''Şimdilik bu kadar. Kızın ne olduğunu bulmamız için önce gerçek ailesini bulmamız gerek. Bununla ilgili tekrar daha detaylı bir araştırma başlatın. Bende elimden geleni yapacağım‘’ dedi ve hızlı adımlarla kapıya ilerledi.
''Nereye gidiyorsun?’’ diye sordu James.
''Şu kızla tanışmaya.’’
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)
FantasiaKitabın telif hakları bendedir. Herhangi bir durum karşısında gerekli işlemler yapılacaktır. (NOT: Başlangıçta ''Revenge'' adıyla yayınladığım hikaye. Adını değiştirdim.) Gecenin Yaratıkları Serisi 1 İNTİKAM Tür; Mitoloji, Aşk, Fantastik Yalanlarl...