BÖLÜM 3

63.5K 2.9K 107
                                    

…ACI GERÇEKLER…

‘Ölümün benim ellerimden olacak’

Rebekah, çığlık atarak hızla yatağında doğruldu. Kesik ve hızlı nefesler alıyordu. Bedeni ter içinde kalmıştı. Elinin tersiyle alnında biriken ter damlacıklarını silip gözlerini kapattı. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Nefesi düzelince gözlerini açıp saate baktı. 12’e geliyordu. Kaşlarını çatıp camdan içeri giren güneşe baktı.

''12 mi? Gerçekten 12? Öğlen 12?’’ diye söylendi genç kız.

Uzun bir süre sonra ilk defa bu kadar çok uyumuştu. Bu kâbus, bütün düzenini iyice bozmuştu. Kafasını iki yana sallayıp ayaklarını yataktan sarkıttı. Duş almalıydı ancak aniden çalan kapı zili ile yerinden sıçradı.

Yataktan kalkarak odasının camından aşağıya baktı. Evin önünde beyaz bir Audi a3 duruyordu. Kapının hemen önünde ise kadın olduğunu tahmin ettiği biri durmuş eldivenli ellerini birbirine sürterek ısıtmaya çalışıyordu. Şapkanın altından çıkan uzun siyah saçları rüzgârın etkisiyle dalgalanıyordu.

Zil tekrar çalınca camın önünden ayrılıp hızlı adımlarla aşağıya indi. Merdivenlerden inerken üzerindeki uzun pamuklu pijama altı ve kalın askılı üstüne baktı. Üstünü değiştirmeliydi. Ama omzunu silkip kapıya ilerledi. Kilidi açıp kapıyı araladı. Soğuktan yanakları kızarmış kadın, Rebekah’ı görünce klasik bir şükürler olsun bakışı attı.

''Rebekah Diana Blackwood?

''Evet benim?

''Sonunda size ulaşabildim. Ben babanızın avukatı Lily.’’

Avukat mı? Tanrım! Diye inlememek için zor tuttu genç kız kendini. İki aydır Rebekah’ı kesintisiz arayan avukat Lily, şimdi karşısında duruyordu. Ailesinden kalan mirası üstüne alması için genç kıza ulaşmaya çalışıyorlardı. Her seferinde onlara şuan için bu işlemlerle uğraşmak istemediğini söylemesine rağmen peşini bırakmamışlardı.

''size kaç kere söyledim. Miras işiyle sonra ilgileneceğim. Şimdi bununla uğraşmak istemiyorum.'' dedi ses tonunu biraz yükselterek.

''Buraya miras için gelmedim. Ailenizin ölümleri sonrasında yapmamı istedikleri şey için geldim.''

'Ölümleri sonrasında yapmamı istedikleri şey?'

''Lütfen. Bu çok önemli. Ailenizin isteği doğrultusunda buradayım.''

Rebekah normalde yüzüne kapıyı kapatırdı ama içindeki merak uyanmıştı bir kere. Ayrıca Londra’dan buraya kaç saatlik yoldan geliyordu ve üşümüş görünüyordu. Kapıyı tamamen açıp içeri girmesine izin verdi. Lily hızlı adımlarla içeri girdi. Çantasını yere bırakıp üzerindeki montu, atkı ve şapkayı çıkartmaya başladı.

''Siz salona geçin. Üşümüş olmalısınız size kahve getireyim.'' Dedi Rebekah mutfağa geçerken. Lily genç kızın ardından teşekkür ederken yere koyduğu çantasını alıp kollarını ovuşturarak salona geçti. Makinedeki kahveyi ısıtan Rebekah iki ayrı fincana koydu. Lily’nin yıllardır babası ile çalıştığını biliyordu. Onunla hiç yüz yüze tanışmamışlardı ama sürekli adının geçtiğini hatırlıyordu. Bardakları eline alıp salona geçti. Lily sönmekte olan şöminenin karşısındaki koltuğa oturmuş ısınmaya çalışıyordu. Bardağı ona uzatırken Lily gülümseyerek aldı.

''Teşekkürler.'' Genç kız başını salladı. Kenarda duran odunları şöminenin içine attı ve Lily kahvesini yudumlarken karşısındaki koltuğa oturdu. Lily’nin üzerinde ben avukatım diye bağıran tipik kıyafetler vardı. Tıpkı annem gibi diye düşündü genç kız. Ani hüzün dalgası içini kaplarken boğazını temizledi. Lily’nin üzerinde bol paça siyah kumaş pantolon, üzerinde takımı olan ceket ve beyaz gömlek vardı. Saçları oldukça uzundu ve bu onun yaşından daha genç görünmesine neden oluyordu. Rebekah, avukatın yaşını tam olarak bilmese de babası ile uzun yıllardır çalıştıklarını biliyordu. Büyük ihtimalle 40’lı yaşlardaydı.

''Aniden geldiğim için kusura bakmayın. Ama bu çok önemli bir durumdu. Size telefonla ulaşmaya çalıştım ama aramalarıma cevap vermediniz.''

''O günden sonra birçok avukat benimle görüşmek istedi. Hepside miras işiyle ilgiliydi. Gerçekten şuan onunla uğraşacak durumda değilim.''

''Daha öncede belirttiğim gibi buraya miras için gelmedim. Ailenizin bana verdiği büyük bir görev için buradayım. Ölümlerinden sonra size vermemi istedikleri bir şey vardı. Mümkün olduğunca gecikmeden size vermemi istemişlerdi.'' dedi kahve bardağını sehpaya bırakırken. Rebekah merakla ona bakıyordu. Devam etmesi için kafasını salladı. Lily koltuğun kenarına koyduğu çantasını kucağına alıp içinden mavi bir dosya çıkarttı.

''Bunu size vermemi istediler. Ben… Bunu yapan ben olmak istemezdim. Ancak onlar böyle istedi.'' Avukatın sözlerini üzerine Rebekah kaşlarını çatıp elindeki bardağı sehpaya koydu ve Lily’nin uzattığı dosyayı aldı. Bu kadar önemli olan şey neydi ki? Dosyayı dizlerinin üstüne koydu. O an bacağıyla ritim tuttuğunu fark etti ve iç çekerek bacağını durdurdu. İçinden bir his kötü bir şeyler olacağını fısıldayıp duruyordu. Ama ne olabilirdi ki? Genç kız gergince nefes aldı ve dosyayı açtı. Sayfaya hızla göz gezdiren Rebekah, neler olduğunu algılayamadı. Okuduğu şeyler gerçek olamazdı. Bu doğru olamazdı. Beyni mantıklı bir açıklama ararken, bedeni titremeye başladı. Gerçek tüm ağırlığıyla bedenini kaplarken, gözleri doldu. Beyninde şimşekler çakmaya, tüm bedeni titremeye başladı. Sesli bir şekilde yutkunarak kafasını kaldırıp avukata baktı. Birkaç dakika öylece durduktan sonra kaybolan sesini bulup konuşmaya çalıştı.

''Bu… Bu ne?

''Zor olduğunu biliyorum. Ama okumaya devam etmelisin Rebekah. İkimizde bunun ne anlama geldiğini biliyoruz.’’

Genç kız batan gözlerini kırpıştırarak tekrara kâğıda baktı. Hızla bir göz atma sonucunda dosyayı hızla kapatıp sehpaya bıraktı. Yaratıkmışçasına ürkerek bakıyordu dosyaya. Gözleri batıyor, boğazı yanıyordu. O dosyada genç kızın geçmişi yazıyordu. Evlatlık edinildiği yazıyordu ama bu gerçek olamazdı. Öyle değil mi? Bu bir kâbustu. Sadece bir kâbustu ve Rebekah birazdan uyanacaktı.

''Bunun senin için ne kadar kötü bir durum olduğunun farkındayım. Özelliklede aileni yeni kaybetmişken bir de bu… Gerçekten çok zor bir durum. Ama onlar bunu başka bir şekilde öğrenmeni istemediler.''

''O zaman niye kendileri söylemedi?'' dedi titreyen sesiyle. Konuşabilmiş olduğu için şükrediyordu. Çünkü içinde fırtınalar kopuyordu. Nasıl tepki vereceğini bilmiyordu. İnsan böyle bir durum ile karşı karşıya kaldığın da ne yapardı ki? Genç kız az önce 18 yıl boyunca yaşadığı hayatın yalan olduğunu öğrenmişti. Annesi ve babası ona yalan söylemişti. Bütün hayatı yalan üzerine kurulmuştu. Kim bilir başka ne yalanlar söylemişlerdi. Anne ve baba. Bu kelimeyi onlar için kullanmak artık Rebekah’a garip geliyordu.

''Yaşadıkları sürece bunu sakladılar. Çünkü seni kaybetmek istemiyorlardı. Ne tepki vereceğini bilmiyorlardı. Hep bunu anlatmaya çalıştılar ama her seferinde vazgeçtiler. Onların bu hayattaki sahip oldukları tek şey sendin. Seni de kaybetmek istemiyorlardı. Bu nedenle ancak ölümlerinin ardından gerçeği öğrenmenin doğru olduğunu düşündüler.’’

''Nasıl oldu?’’ diye sordu Rebekah boğuk bir sesle.

Avukat Lily gergindi. Gerçeği söyleyince omuzlarındaki ağırlıktan kurtulacağını düşünmüştü. Ancak bunun yerine ağırlığın altında debeleniyordu. Zor bir durumdu. Hem onun için hem de karşısındaki genç kız için. Ama her şeyin Rebekah için daha zor olduğunun farkındaydı. Onu kesinlikle rahatlatmayan bir nefes çekti içine ve anlatmaya başladı.

''Annenin bebeği olmuyordu. Tıp şimdiki kadar çok gelişmiş değildi. Uzun bir süre hastanede birçok test yapıldı. Ama buna rağmen annen çocuk sahibi olamıyordu. Bu nedenle evlat edinmeğe karar verdiler. Birçok yetimhaneye gittiler ancak annen bir türlü karar veremiyordu. İlk evlendikleri zaman bu evi almışlardı. Bu evi ve Rusya'yı çok seviyorlardı. Bunu sende zaten biliyorsun. Rusya'da yaşamayı istiyorlardı. Ancak işleri için Londra da kalmaları gerekiyordu. Çocukları olmadığı için üzgündüler. Bu nedenle bir süreliğine tatil için bu eve geldiler. Şans eseri buradaki yetimhaneye gittiler ve seni buldular. Annen seni ilk gördüğü an sana aşık olmuştu. O kadar tatlı ve güzel bir bebektin ki. Aradığı bebeğin sen olduğuna karar verdi. Ertesi gün de ben onların yanına geldim ve işlemleri başlattık.''

Rebekah, görüşünü bulanıklaştıran gözyaşlarını serbest bırakmamak için gözlerini kırptı. Şuan istediği tek şey yalnız kalmaktı. İnatçı bir gözyaşı hızla yanağından aşağıya düşerken titreyen eli ile yanağını sildi. Lily gergin bir şekilde çantasını eline aldı ve ayağa kalktı.

''Ben... Ben sanırım seni yalnız bıraksam iyi olur. Bana ulaşmak istersen telefon numaram dosyanın içinde. Gerekli bütün açıklama ve annenin sana yazdığı bir mektupta var. Her hangi bir şey olursa beni istediğin zaman arayabilirsin. Birkaç gün daha burada kalacağım. Her türlü yardımda bulunabilirim. Sana destek olmak için buradayım. Seni yalnız bırakıyorum çünkü eminim şimdi yalnız kalmak istiyorsundur.'' Genç kız sadece kafasını salladı. Çünkü ağzını açarsa boğazına sıkışmış olan hıçkırıkları özgür kalacaktı.

Lily çantasını alıp odadan çıkmadan önce dönüp tekrardan Rebekah’a baktı. Genç kızın yaşadığı hayal kırıklığı ve üzüntüyü anlayabiliyordu. Onun için bu çok zordu. Daha onları kaybetmenin acısından kurtulmaya çalışırken bir de bu, genç kızı iyice mahvedecekti. Ama yapması gereken buydu. Kafasını iki yana sallayan Lily sessice evden çıktı.

Rebekah, arabanın karlı yolda uzaklaşmasını dinledikten sonra içindeki bütün acıyı serbest bıraktı. Bedeni oturduğu koltuktan yere düşerken elleri saçlarını çekiştirmeye başladı. Anlayamıyordu. Anlamak istemiyordu. Bunların hiçbirisinin yaşanmamış olmasını istedi. Bedeni şok geçiriyormuşçasına titrerken bacaklarını kendine çekip başını dizlerine yasladı.

Ona yalan söylemelerine, kandırmalarına ağladı. Rebekah’ı, bu gerçeği bir başkasından öğrenmek zorunda bıraktıkları için sinirlendi. Kalbi kırıldı. Daha yeni kabuk tutmaya başlayan kalbi, tekrar kanıyordu. Acı o kadar ani gelmişti ki neye uğradığı şaşırmıştı genç kız. Bunca şeye rağmen yine de onu yalnız bıraktıkları için ağladı. Ona bunları yaşattıkları için...

***

Buhar içinde kalmış banyoda nefes almak gittikçe zorlaşıyordu. Rebekah, küvetin içine oturmuş dizlerini kendine çekerek kollarını etrafına dolamıştı. Yaklaşık yarım saattir aynı pozisyonda oturuyordu. Gözleri ağlamaktan, bedeniyse sıcak sudan dolayı kızarmıştı. Kafasını arkaya attı. Sıcak su damlaları hızla yüzünden aşağıya iniyordu. O anda bedenindeki bütün acının su damlalarıyla birlikte akıp gitmesini istedi. Ama bunun çaresizce bir istek olduğunu biliyordu. Bu acıyı hiçbir şey silemezdi. Küvetin kenarından tutunarak ayağa kalktı. Suyu kapattı ve kenarda asılı duran havluyu alıp bedenine sardı. Buhar içinde kalmış banyonun kapısını açıp odasına geçtiğinde rahat bir nefes aldı.

Yavaş adımlarla yatağa ilerleyip oturdu. Onlara kızgındı. O kadar çok kızgındı ki bu kırgınlığın bile önüne geçmişti. Öfkesinden ağlamış, acı çeken bir hayvan gibi bağırmıştı. Gözleri komedinin üzerindeki mektuba kaydı. Sarah’ın –annesinin- yazdığı mektubu tekrar tekrar okumuştu. Sanki her kelimesini beynine kazımaya çalışıyordu. Bu durumu kabullenmesi için bu gerekiyormuş gibi. Uzanıp tekrardan mektubu eline aldı ve okumaya başladı.

Canım kızım,

Sana bu mektubu yazarken ne kadar üzgün olduğumu anlatmam imkânsız. Artık gerçeği biliyorsun. Bunu senden sakladığımız için çok üzgünüm. Ama en doğru olanı buydu. Sana gerçekleri anlatamadık. Çünkü seni kaybetmekten korkuyorduk. Vereceğin tepkiden emin olamamıştık. Bunu bizden değil de bir başkasından öğrendiğin için gerçekten çok üzgünüm. Korkaklık yapıp gerçekleri senin yüzüne söyleyemedik. Sende biliyorsun ki annen olmam için seni doğurmam gerekmiyordu. Sen benim kızımsın Rebekah. Bizim kızımızsın. Bunu hiç bir şey değiştiremez.

Diğer bir gerçekse bunu okuduğuna göre hem babanı hem de beni kaybetmiş olmalısın. Yaptığımız anlaşmaya göre her ikimizde öldüğünde her şeyi öğrenecektin. Seni geride bıraktığımız için üzgünüm. Ancak bu dünyadaki görevimiz bittiği için yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Bedenen yanında olmasak da kalbim ve ruhum seninle kızım. Benim güzel kızım… Seni asla yalnız bırakmıyoruz. Hep yanındayız.

Son olarak aklında birçok soru olduğunun farkındayım. Aradığın bütün cevapları bulman için seni evlatlık aldığımız yetimhaneye gitmelisin. Orada biyolojik ailen hakkında istediğin bütün cevapları bulabilirsin. Eğer gerçekten onları bulmak istiyorsan bunu yapmalısın. Ama unutmamalısın ki biz seni her zaman çok sevdik ve hala da seviyoruz. Seni her zaman seveceğim benim küçük kızım...
SENİ ÇOK SEVEN ANNEN

***
Bir saat. Rebekah tam bir saattir büyük binanın önünde, park halindeki aracın içindeydi. Dün geceyi neredeyse uykusuz geçirmiş sabah ilk iş evlatlık alındığı yetimhaneyi araştırmıştı. Her şeyi sakladıkları için ailesine kızgındı. Buraya hem onlara kızgın olduğu için, hem de gerçekleri öğrenmek istediği için gelmişti. Onlara o kadar çok kızgındı ki ölümlerinin acısını unutmuş gibiydi. Bunun çok yanlış olduğunu biliyordu. Ama öfkesine hakim olamıyordu. Bütün hayatının yalan üzerine kurulduğunu öğrenince ne yapması gerekiyordu ki?

Öfkeyle derin bir nefes aldı. Bu yüzden vakit kaybetmeden yetimhaneyi araştırmış müdür ile konuşmuştu. Müdürün adı Ivan’dı. Kendini tanıttığında müdür heyecanlanmış ve Rebekah ile hemen görüşmek istediğini söylemişti. Rebekah buna bir anlam verememiş, bugün hemen geleceğini söylemişti. Müdür Ivan’da bunu büyük bir heyecanla kabul etmişti. Eski yetimhane Moskova'daydı. 1,5 saatlik zorlu bir yolcuğun ardından yetimhaneye gelmişti. Dün gece geç saatlerde başlayan yoğun kar yağışı nedeniyle şehrin merkezine giden yollar kapalıydı. Neyse ki kar sabah durmuş ve yol çalışmaları hemen başlamıştı.

''Hadi Rebekah bunu yapabilirsin. Buraya kadar gelebilecek cesareti buldun şimdi arabadan çıkmaya mı korkuyorsun?'' diye söylendi kendi kendine. O binaya girmeye korkuyordu. Gerçeklerle yüzleşmekten korkuyordu. Ama buraya kadar gelmişken eli boş dönemezdi. Derin bir nefes aldı ve arabadan çıktı. Soğuk rüzgâr bedenine çarparken, montunun şapkasını kafasına geçirdi. Ellerini cebine sokarak hızlı adımlarla binanın girişine ilerledi.

Orta yaşlı güvenlik görevlisine, müdür ile görüşmesi olduğunu söyleyip kapıyı açmasını bekledi. Güvenlik görevlisinin açtığı kapıdan içeri geçip şapkasını çıkarttı. Garip duygularla etrafını inceledi. Kalbindeki sızı, acı bir şekilde kendini belli etti. Biyolojik ailesi tarafından 18 yıl önce buraya terk edilmişti. Şimdi ise tekrar buradaydı. Onu terk edenleri bulmak ve ‘NEDEN?’ diye sormak için. Neden beni bıraktınız? Neden bu hayatı bana yaşatmayı tercih ettiniz demek için. 

Gergince derin nefes aldı. Kendini rahatlatmaya çalışarak düşüncelerden sıyrıldı ve etrafını inceledi. Binanın içi, dışarıdan göründüğünden daha eskiydi. Duvarların boyaları dökülmüş, alttan eski boyaları ortaya çıkmıştı. Duvarlarda asılı duran resimlerin renkleri solmuştu. Bir yetimhaneye göre oldukça sessizdi. Etrafta sürekli koşuşturan çocuklarla karşılaşmayı bekliyordu. Ama koridorlar boştu.
Girişteki merdivenlerden hızlı adımlarla yukarıya çıktı. Müdürün odası tam karşısında duruyordu. Odanın hemen sağında duran yaşlı sekreter burnunu ucuna düşmüş gözlüğünü düzeltirken Rebekah’ı gördü.

''Nasıl yardımcı olabilirim hayatım?'' Yaşlı sekreterin aksanlı Rusçasını zorlukla anlayan Rebekah boğazını temizleyip masaya doğru yaklaştı. Azda olsa Rusçayı biliyordu. Düzgün bir şekilde konuşamasa da söyleneni anlayabiliyordu. Telefon görüşmelerinden Ivan’ın İngilizce konuşabildiğini biliyordu. Yaşlı sekreterin de İngilizce bildiğini düşünerek konuşmaya başladı.

''Ben müdür bey ile görüşmek için gelmiştim. Adım Rebekah. Rebekah Diana Blackwood. Yaşlı sekreter, Rebekah’ı anladığını belirterek kafasını salladı. Önünde duran defterdeki notlarına bakarak gülümsedi. ''Ah işte burada.’’ Dedi eliyle notta genç kızın adının yazılı olduğu yeri göstererek. Dolgun Rus aksanı İngilizceyi kaba konuşmasına neden olmuştu.

''Müdür beyde seni bekliyordu. İçeriye girebilirsin hayatım.'' Diye devam etti eliyle odayı göstererek. Rebekah hafifçe kafasını salladı.

Odanın kapısına ilerleyip titreyen eliyle kapıyı tıklattı. İçeriden gelen cılız 'gir' sesi ile kapıyı açıp içeri girdi. Müdür odanın tam ortasında geniş bir masada oturuyordu. Oldukça yaşlıydı. Saçlarının çoğu dökülmüştü ve masadan kalkmasını zorlaştıracak bir göbeği vardı. Üzerindeki beyaz gömleğinin düğmeleri geriye doğru çekilmiş, her an kopacakmış gibi duruyordu. Ivan zorlanarak, yavaşça ayağa kalktı. Genç kız hala kapının önünde durduğunu fark edip hızlı adımlarla masaya doğru ilerledi.

''Ben Rebekah Diana Blackwood.''

''Hoş geldiniz Bayan Blackwood bende sizi bekliyordum.'' Tombul, sıcak nemli eli ile genç kızın elini sıktı.

''Buyurun oturun. İçecek bir şey ister misiniz? Kahve? Bu gün hava oldukça soğuk.'' Ivan sandalyesine geri oturdu ve telefona eline aldı. Rebekah masanın karşısındaki sandalyeye otururken

''Hayır, teşekkür ederim.'' Dedi. Ivan telefonu bıraktı. Kısa bir sessizliğin ardından yaşı müdür titrek sesiyle konuşmaya başladı.

''Öncelikle kaybınız için çok üzgünüm. İkisi de çok iyi insanlardı.'' Rebekah sessizce kafasını salladı. Cevap vermediği için ortamda gergin bir sessizlik oluştu. Bu konular hakkında konuşmak oldukça zordu. Müdür Rebekah’nın tedirginliğini görüp ses tonunu yumuşatarak tekrar konuştu.

''Bunu yapmak istediğinize emin misiniz?''

''Evet.'' Ivan’a bakıp kararlı bir şekilde kafasını salladı.

''Eğer bunu şimdi yapamazsam ben bir daha bunu yapamam. Tekrar cesaretimi toplayamam. Her şeyi öğrenmek istiyorum.''

''O zaman elimden geldiğince sana yardımcı olacağıma inanabilirsin.'' Ivan, oturduğu yerden kalktı. Yavaş adımlarıyla odanın sağ tarafında duran büyük mavi dolaba ilerledi ve kapağını açtı. Dolabın içinde belki de yüzlerce dosya vardı. Göğsünde sallanan gözlüğünü gözüne takıp parmağıyla dosyaları incelemeye başladı.

''Blackwood. Blackwood. Blackwood. İşte burada.'' Rebekah’a dönüp elinde tuttuğu dosyayı gösterdi ve tekrar yerine oturdu. ''Ruhum ve aklım yerinde olduğu için çok şanslısın. Bu beden ne kadar yaşlı olsa da o günü çok iyi bir şekilde hatırlıyorum. Öncelikle bilmelisin ki seni buraya biyolojik annen ya da baban getirmedi.'' Şaşkınlıkla kaşlarını çatan genç kız ''O zaman kim getirdi?'’ diye sordu

''Seni buraya genç ve güzel bir kadın getirdi. Kızıl saçları vardı. Üzerinde yüzyıllar öncesi ait gibi duran garip kıyafetler vardı.'' dedi alnını kırıştırıp düşünürken.

''Size tam olarak kim olduğunu söyledi mi?''

Genç kızın kalbi o kadar çok hızlı atıyordu ki heyecandan bayılabilecek gibiydi. Hızlı nefesler almaya başlamıştı. Sağ bacağı ritmik bir şekilde sallanıyordu. Beyni şimdiden çeşitli senaryolar üretmeye başlamıştı. Neden annesi ve babası bırakmamıştı? Ondan bu kadar çok mu nefret ediyorlardı? Ya da onun varlığından babasının haberi yok muydu? Beyni tüm bu karışık sorularla uğraşırken gözlerini Ivan’a dikmiş konuşmasını bekliyordu. Ama o düşüncelere dalmış gibiydi. Omuzlarından tutup onu sarsmak, konuşması için tokatlamak istiyordu. Neyse ki yaşlı müdür sessiz geçen birkaç dakikanın ardından konuşmaya başladı.

''Seni buraya getirdiğinde kış yeni başlıyordu. Hava kararmış gökten boşalırcasına yağmur yağıyordu. Tam eve gitmek üzereyken karşıma çıktı. Oldukça telaşlı görünüyordu. Sanki birilerinden kaçıyor gibiydi. Seni birden kucağıma bırakıp birkaç şey söyledi ve elime bir kutu bırakıp koşarak gitti.'' Genç kız zorlukla yutkundu. Düşüncelerinin arasında böyle bir şey yoktu. İşler iyice garipleşmeye başlıyordu.

''Pe... Peki, ne söyledi?'' dedi kekeleyerek. Sesi çıktığı için şanslıydı. Çünkü şuan konuşabilecek gücü kendinde bulamıyordu. Yaşlı müdür o gece olanları çok iyi hatırlıyordu. O geceyi ve o minik bebeği diğerlerinden ayıran neydi bilmiyordu ama kadının yüzündeki korku ve telaş ona inanmasını sağlamıştı. O gece gözlerinin önünde tekrar canlandı.

''Arabama binmek üzereyken birden karşıma çıktı. Üzerinde garip kıyafetler vardı. Siyah bir pelerin giyiyordu. Telaşlı ve korkmuş görünüyordu. Ben ne olduğunu anlayamadan seni kucağıma bıraktı ve hızla konuşmaya başladı. ‘Bu bebeğe çok iyi bakmalısın. Onu korumalısın. Senden istediğim tek şey onu koruman ve iyi yetişebileceği bir ailenin yanında büyümesi sağlaman. Bu kutuyu büyüdüğünde ona vermeni istiyorum. Tam 18 yaşına girdiğinde ona bu kutuyu ne olursa olsun vermelisin. Gerçek anne ve babası hakkında ne öğrenmek istiyorsa beni bulmalı. Ve ona söylemelisin ki annesi onu çok seviyor ve ondan asla ayrılmak istemedi. Sadece zorunlu tutuldu. Gerçekleri öğrenmek istiyorsa beni bulmalı. Gerçek ailesine bulmasında ona sadece ben yardımcı olabilirim.’ dedi tabi önce ona neden inanamam gerektiğini sordum o da bana, sadece söylediklerine inanmam gerektiğini ve gitmesi gerektiğini söyleyip koşarak uzaklaştı. Şaşkınlık içinde öylece kalmıştım. Kadının adını bile bilmiyordum. Ne yapacağımı bilemedim. Garip kıyafetli bir kadın aniden karşıma çıkıyor, kucağıma bir bebek bırakıyor ve karışık şeyler söyleyip ortadan sonrada kayboluyor.''

Rebekah kocaman açılmış gözlerle şaşkınca müdüre bakıyordu. Bugün buraya geldiğinde duyacağı her şey için kendini hazırlamıştı. Anne ve babası tarafından istenmeyen bir bebek olduğunu düşünmüştü. Ya da başka her şeyi düşünmüş ve beklemişti. Ama böyle bir şeyi düşünmemişti. Dirseklerini dizlerine dayayıp elleriyle yüzünü kapattı. Bu çok fazlaydı. Bu kadarı çok fazlaydı. Ne olurdu da sadece istenmeyen bir çocuk olduğunu söyleseydide, Rebekah da kendini daha da yalnız hissedip evine gidip günlerce ağlasaydı?

''Farklı bir durumdu. Ama kadının yüzündeki korku ve telaş ona inanmamı ve dediklerini yapmamı sağladı.’’ Genç kız müdürün titrek sesini duyduğunda kafası kaldırıp ona baktı.

''Buraya geldiğinde daha yeni doğmuştun. Belki de bir haftalık ve ya da birkaç günlüktün. Seninle ilgilenip en iyi şekilde baktık. 2 ay boyunca burada kaldın. Evlat edinmek için buraya birçok kişi gelirdi o zamanlar. Seni hep en son onlara gösterirdim. Ama hiç kimseye güvenip seni veremedim. O zamanlar ben bekârdım. Ve seni kendim evlatlık edinmeyi düşündüm. Çünkü vermiş olduğum bir söz vardı.'' duraksayarak derin bir nefes aldı.

''Ancak Bay ve Bayan Blackwood gelince her şey değişti. Daha onları ilk gördüğüm an sana layık olduklarını anlamıştım. Onlarda ilk gördükleri an seni istemişlerdi. İşlemleri başlatmadan önce ailene seninle ilgili her şeyi anlattım. Seni buraya getiren kadının 18 yaşına girdiğinde sana vermemi istediği kutudan bahsettim. Ama onlar bunu kabul etmedi. Hiçbir şekilde seninle iletişim kurmamı istemediler. Eski hayatının o geceden itibaren bittiğini söylediler. Ne kadar karşı çıktıysam da kabul ettiremedim. Ancak pes etmemiştim. 18. doğum gününden sonra sana ulaşmaya çalıştım ama ailen her seferinde beni engelledi. Zaten daha sonrada onları kaybettin. Bunu kaldırabileceğini düşünmemiştim. Ama buradasın ve artık her şeyi biliyorsun.''

Genç kız öfke ve şaşkınlıkla müdüre bakıyordu. Anne ve babasının bunu yapmış olduğuna inanamıyordu. Bütün her şeyi ondan saklamışlardı ve onun adına karar almışlardı. İçini saran öfke adeta patlamayı bekliyordu. Ne yani Rebekah 50 yaşına gelmiş evlenmiş ve torunları olduğunda bunu öğrenseydi o zaman ne olacaktı? Bunu nasıl engelleyebilmişlerdi? Nasıl gerçeği söyleyemeyecek kadar korkak olabilmişlerdi?
O sırada müdür, cebinden çıkarttığı anahtarla masanın çekmecesini açtı. Eline aldığı ince uzun siyah kutuyu genç kıza uzattı. ''Bu sana ait.''

Rebekah ellerini uzatıp kutuyu aldı. Ancak o zaman ellerinin titrediğini fark etti. Siyah kutunun pürüzsüz yüzeyine bir süre baktı ve onu şuanda açamayacağına karar verdi. Kutuyu hızla çantasına atıp ayağa kalktı. Daha fazla burada kalamazdı. Duvarlar üzerine geliyor, nefes alamıyordu.

''Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı?'' Yaşlı müdür yavaşça ayağa kalktı. Rebekah’nın tam karşısına geldiğinde iki eliyle genç kızın omuzlarını tuttu.

''Bunların hepsi çok zor. Bunun farkındayım ama güçlü olmalısın. Ve gerçek aileni bulmalısın.'' 
'Aile'... Bu kelime artık Rebekah’a öyle yabancı geliyordu ki...

''Ayrıca kutuyu senden izinsiz incelediğim için özür dilerim. Ancak senin hakkında bir şeyler öğrenebileceğimi düşündüğüm için bakmıştım. Kadının adı ve onu nasıl bulacağın kutunun içinde yazıyor. Umarım bundan sonra her şey senin için daha güzel olur.’’

''Teşekkür ederim.'' Dedi genç kız gözünden düşen gözyaşını silerken ve arkasını dönüp bu lanet binadan koşarak çıktı.

***

Rebekah karlı yolda olabildiğince hızlı gidiyordu. Elleri direksiyonu sımsıkı kavramış öfke ve hırsla boş yolda ilerliyordu. Gözlerinden ardı ardına yaşlar akarken boğazındaki yumrudan kurtulamıyordu. Hıçkırıkları arabadaki sessizliğe eşlik ederken elinin tersiyle yüzündeki yaşları sildi.

Her şey üst üste gelmişti. Önce, bir gece saçma sapan bir şey görmüş ve kazaya neden olmuştu. Sonra ailesiyle –ya da ailesi sandığı kişilerle- kavga edip onları kaybetmiş, şimdide tüm hayatının boktan, lanet olasıca bir yalandan ibaret olduğunu öğrenmişti. Neden hepsi onu bulmuştu ki? Neden bütün bunlar onun başına gelmişti?
Gözyaşları yüzünden önünü göremez hale gelmişti. Sertçe frene basıp arabayı durdurdu. Araba karlı yolda kayarak durdu.

‘’Önce kendime gelmem gerekiyor. Sonra bütün bu şeylerle uğraşabilirim.’’ Diye düşündü. Soğuğa aldırmadan arabadan indi. Arabanın ön tarafına geçip kaputuna yasladı. Kollarını bedenine sarıp kafasını gökyüzüne kaldırdı. Sanki bütün cevapları orada bulacakmış gibi!

Derin bir nefes alıp başını öne indirirken gözlerini kapattı. Her şeyi sıraya koymalıydı. Yoksa delirecekti. 2 ay önce o ara sokakta gördüğü yaratığı elbette unutmamıştı. Gördüğü bütün kâbusların nedeni oydu. Açıkçası bu olaya bir mantıklı bir çözüm bulabilmiş değildi. Hala o iki seçenek üzerinde duruyordu. Ya hayaldi ya da gerçekti. Rusya da neredeyse ormanın içinde yaşamasına rağmen hiç kurt görmemiş olması, şanslı olduğuna dair bir işaretti. O geceden sonra gördüğü her ne ise kurtlardan kesinlikle korkuyordu. İkinci olarak onu yetimhaneye bırakan kadını bulmalıydı. Tabii yaşıyorsa. Son olarak da onun yardımı ile gerçek anne ve babasını bulup her şeyi öğrenmeliydi.

Neler olup bittiğini öğrenmek onun hakkıydı. Ve bunu kafaya takmıştı. Bütün ömrünü ‘Neden?’ sorusu ile geçirmek istemiyordu. Ailesini bulduğunda ne olacağını da bilmiyordu. Koşup ona sarılacaklar mıydı, yoksa kapıyı yüzlerine çarpıp defolmasını mı söyleyeceklerdi? Ama müdürün anlattıklarına göre her şey değişmişti. Onu yetimhaneye bırakan kadın, annesinin Rebekah’dan ayrılmak istemediğini ve zorunlu tutulduğunu söylemişti. Yani bu da Rebekah’ı karşılarında gördüklerinde sevinecek olma olasılıklarını arttırıyordu. Ama asıl sorun neden ayrılmak zorunda kalmışlardı? Bir anne ve bebeğini kim neden ve niçin ayırmak isteyebilirdi ki?

Ciğerlerine doldurduğu nefesi oflayarak bıraktı. Evet. Kesinlikle hayatı daha da sarpa sarıyordu. Birazda olsa rahatlayarak kafasını kaldırdı. Bembeyaz orman da tek bir kıpırtı bile yoktu. Genelde filmler de ki ‘fazla sessiz’ repliği tarzında bir sessizlikti. İçini aniden saran huzursuzlukla, kaşlarını çatarak etrafına bakındı.
Yine o hisse kapılmıştı. İzlenme hissine. Uzun zamandır böyleydi. Daha doğrusu bu şehre adımını attığından beri sanki biri ya da birileri onu izliyordu.

Etrafta kar ve ağaçtan başka bir şey yok gibi görünüyordu. Huzursuzca kıpırdanıp, hızlı adımlarla arabasına bindi ve kapıları kilitledi. Arabayı çalıştırıp kaygan yolda dikkatli ve gergin bir şekilde ilerlemeye başladı. Gözleriyle sürekli etrafı tarıyordu. Uzaktan ev gözükünce rahatlayarak biraz daha gaza bastı. Yolun iki yanı da çam ağaçları ile kaplıydı. Tam karşıya eve baktığı için yan tarafta olan hareketliliği net bir şekilde göremedi. Kafasını yan tarafa çevirdi ve gördüğü şey karşısında hızla frene bastı. 

''Lanet olsun!

Ağaçların arasından yolun ortasına dev bir kurt fırladı. Dev. Gerçek anlamda dev bir kurttu. Tıp ki o gece ki kadar büyüktü. Belki ondan bile daha büyüktü. Sapsarı gözlerini Rebekah’a dikmiş bakıyordu. O gece karanlık olduğu için o kurdun tüylerini net görememişti ama karşındaki kurt kahverengi tüylüydü. Tüyleri rüzgârın etkisiyle savruluyordu. Sesli bir şekilde yutkundu. Kurt hareketsiz bir şekilde duruyorken birden havlama gibi bir ses çıkardı. Burnundan çıkan dumanlar havaya karışırken, yavaş adımlarla arabanın etrafında döndü. Sürücü tarafının yanından geçerken koca kafasını eğip sarı gözleriyle camın ardından Rebekah’a baktı. Ve sonra arabanın önüne geçti.

Rebekah’nın korku ve şaşkınlıktan bedeni donmuştu. Kalbi hızla atıyor, kulakları uğulduyordu. Elleri direksiyonu sıkıca tutuyordu. Parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Çok konuşan iç sesi araba da olduğunu, güvende olduğunu sürekli ona hatırlatsa da, mantığı kurdun tek bir hareketle arabayı hurdaya çevirecek kadar büyük olduğunu söylüyordu. Kurt biraz daha arabanın önünde durdu. Tıpkı o gece ki kurdun yaptığı gibi kafasını yana eğip Rebekah’ı inceledi. Sonra yavaş adımlarla yolun kenarına çekildi ve tekrar beklemeye başladı. Rebekah şaşkınlığını üzerinden atıp hızla gaza yüklendi. Tekerlekler karda kayarak ilerlerken bunu umursamadı bile. Birkaç saniye sonra aynadan arkaya baktığında kurt orada yoktu.

''Lanet olsun’’



Genç kız evin içine koşar adım girip bütün cam ve pencereleri kapattı. Hepsinin kapalı olduğuna emin olunca salona geçip şöminenin önüne yere oturdu. Deli gibi titreyen bedeni resmen yere yığılmıştı. Soğuktan değil elbette ki korkudan titriyordu. Bu hiç doğal ya da normal değildi. Nasıl bir kurt böyle büyük olabilirdi? Ve… Ve o sarı gözler?

''Tanrım! Diye mırıldandı alnını eline yaslarken. Bu da neydi böyle? Ben deliriyor muydum? Daha birkaç dakika önce hiç kurt görmediğim için şanslı olduğumu düşünürken üzerine bu şaka gibiydi. Gerçekten birileri benimle dalga geçiyor olmalı.’’ Diye mırıldandı.

Bedeninin titremesi geçmek bilmiyordu. Kendine gelebilmek için duş almalıydı. Oturduğu yerden kalkıp titreyen bacaklarıyla merdivenleri tırmandı. Odasındaki banyoya geçip kendini sıcak duşun altına attı.

***

Parker hızlı adımlarla koridorda ilerliyordu. Bu sırada suratında ki gülümsemeye hakim olamıyordu. Kızı gerçekten de korkutmuştu. Amacı bu değildi elbette, ama olmuştu bir kere. Ne tepki vereceğini merak etmiş birden çıkmıştı arabanın önüne. Ve kızın surat ifadesi unutulacak gibi değildi. Tekrardan kıkırdadı.

Koridorun sonundaki geniş kapının önüne geldiğinde ağır kapıyı tek eliyle rahatça açıp içeriye girdi. Geniş salonun tam karşısında bulunan taht da oturan alfasını görünce adımlarını yavaşlatıp kafasıyla selam verdi. Salonda birkaç hizmetliden başka kimse yoktu. Alfanın verdiği bir işaretle birkaç saniye içinde hepsi salonu terk etti.

''Durum nedir Parker? Bir şeyler öğrenebildin mi? Diye sordu alfa Vincent otoriter sesi ile.

''Maalesef yeni bir şey yok efendim. Bildiğiniz gibi Rebekah da ölen diğer kızlar gibi evlatlık. Bugün yetimhaneye gitti. Vampirler onu yakından izlediği için kızı takip etmek çok zor.’’

''Yetimhanedeki müdürle hala konuşamadınız mı?’’ dedi dişlerinin arasından alfa.

''Ne yazık ki hayır efendim. Vampirler bilgi almamızı önlemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Müdürü her an takip ediyorlar. Bu sefer daha kalabalık hareket ediyorlar. İlk defa bir kız bu kadar yakınımızda. Bu nedenle daha temkinli davranıyorlar.’’

Vincent sinirle tahtından kalktı. Sağ taraftaki geniş camın önüne geçip bahçede çalışan sürüsüne baktı. Kimi silah atışları yapıyor, kimi kılıç ile çalışıyordu. Bazıları da birebir dövüş yapıyorlardı. Vincent derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. İki parmağı ile burun kemerini tuttu.

Yıllardır bu işin içindeydiler ama hala Vampir Kral Marcus’un amacını anlamamışlardı. Şuana kadar 25 kız ölmüştü. Hepsi 18 yaşında ve evlatlıktı. Ve hepsi birbirini andırıyordu. Mavi göz, siyah ya da kahverengi saç ve beyaz ten… Ölen kızların aralarındaki tek bağ buydu. Başka hiçbir şey yoktu.

Vampirler her zaman önce kızların ailelerini öldürüyorlar bir süre kızları yakından takip edip inceliyorlardı. Sonrada kızları da öldürüyorlardı. Her kız ailelerinin ölümünden sonra sadece 1 ay hayatta kalmıştı. Belirli aileler ve belirli kızlardı ama neye göre belirlemişlerdi onları. Amaçları neydi? Ne yazık ki Vincent bu soruların cevaplarını bilmiyordu. Yıllarını harcamıştı. Onları o kadar yakından takip etmesine rağmen lanet olası soruların cevaplarını bulamamıştı. Ölen onca insan yetmemiş gibi şimdi de yeni bir kızın peşindeydiler.

Vincent gözleri açıp ellerini sırtında birleştirdi. İleride ormanın girişindeki küçük kırmızı kulübeye baktı. Hiçbir şeyden haberi olmayan savunmasız kız burnunun dibinde olan yaratıklardan da habersizdi.

''Bu kezde aynı şeyin olmasına izin vermeyeceğiz. Kız burnumuzun dibinde ve onu en iyi şekilde koruyacaksınız. Gerekirse bütün alfa, beta ve omegalara haber yollayın. Sürüleri ile buraya gelsinler ama o kızı koruyun.’’ Dişlerinin arasından konuşan Vincent gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. Sinirle kasılan vücudu değişim geçirmek için sızlamaya başlamıştı. Onu kesinlikle rahatlatmaya yetmeyen derin bir nefes aldı ve Parker’a döndü. Parker onun omegasıydı. En çok güvendiği dört adamından biriydi. Sürü her zaman aynı beşli sistemle yönetilirdi. Alfa, beta, omega ve iki başkomutan. Vincent’dan sonra gelen en yetkili ve ona gözü kapalı bir şekilde güveneceği kişi James’di. James’den sonra Parker ve onlardan sonra ise sürünün başkomutanları Jordan ve Caleb geliyordu. 

''Caleb şimdilik sadece İngiltere ve Avustralya da ki alfalara haber yollasın. Onlara ve sürülerine ihtiyacımız olduğunu söyleyin. Ve sen o kızın peşinden bir saniye bile ayrılmayacaksın. Ayrıca James bana hemen Ares’i bulsun.’’

''Ares mi? Diye fısıldadı Parker. Vücudu ani bir ürpertiyle sarsıldı. Vincent tek kaşını kaldırdı ve omuzlarını dikleştirdi.

''Ona ihtiyacımız var. Hemen bulun şu herifi.’’

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin