Tıpkı dizideki gibi denize nazır bir bankta oturmuş dalgaların usul usul savurduğu gemileri seyre dalmıştık. Memlekette bu saatlerde yıldızları seyretmek için tepeye çıkardık, fakat yıldızlar İstanbul'u çoktan terk etmişti. Yıldızlar kıskançtır çünkü. İsterler ki kimseler kendilerinden fazla ziya neşretmesin. Bu yüzdendir kendi aralarında yarışmaları.
Aramızdaki sükûnet tıpkı uyuyan bir bebek gibiydi, kimseler uyandırmak istemiyordu. Sanki gemileri değil de sessizliği seyrediyorduk. Zaten bizler sessizliğiyle de çok şey anlatabilen insanlardık.
-Bu şehirde bir yapıt olsan hangisini seçerdin?
Uyandırdım mışıl mışıl uyuyan suskunluğu. Sigara ve uzun sürelik sessizlik boğazımı kurutmuş, sesimi boğuk çıkarmıştı.
-Bilmem, Galata Kulesi olurdum sanırım. Ya da yok, yok. Kız Kulesi olmak isterim.
Nedenini sormama gerek kalmadan devam etti:
-Öyle denizin ortasında tek başıma, yalnız, kendi halimde. İnsanları ve martıları seyrederdim bütün gün.
Bilirdim, pek severdi insanları seyretmeyi. Kalabalıktan birini seçer ve gözden kaybolana kadar onu izlerdi. Sanki insanlarla bir alıp veremediği vardı, çökmüş gözleriyle onlara bakarak suçlu hissetmelerini isterdi. Bunu bakışlarından çıkarabilirdin. Fakat yine de kimseler bilmezdi o an aklından ne geçirdiğini. Soranlara da söylemezdi zaten.
Görmeyeceğini bile bile dudaklarımı büküp "İyiymiş" dedim.
-Peki ya sen?
-Ben Haliç Köprüsü olmak isterdim.
Birkaç saniyelik sessizlikten sonra dayanamayıp sordu.
-Çünkü bu şehirde umudunu yitirmiş ne kadar insan varsa oraya gider. İntihar etmek için.
Yeniden sessizlik.
-Ee, yani?
-Yani, ben de onlara uçsuz bucaksız denizi gösterip bir avuç umut vermek isterdim. "Bak! Martılar uçuyor, Nazım'a göre bu umut demek!" derdim onlara.
-Bunu sevdim. Sahi, bizim memlekette martılar yok değil mi?
-Yok iki gözüm, yok..
YOU ARE READING
Martılar
Cerita Pendek"Bunu sevdim. Sahi, bizim memlekette martılar yok değil mi ? -"Yok iki gözüm, yok." İnsan; denizin olmadığı yerde, umut adına, martı olmalı -Nazım Hikmet Ran