11.Bölüm

239 34 16
                                    

Çocukluğumdan beri babamın nasıl biri olduğunu hayalimde canlandırıp durdum. Bazen onu uzun boylu, siyah saçlı, gülümsediğinde beni huzur selinin ortasındaymışım gibi hissettirecek biri olarak hayal ettim. Bazense- ki bu çoğunlukla kaldırımda uyumaya çalışırken çok korktuğumda aklıma gelirdi- onu beni bütün tehlikelerden koruyabilecek, yenilmez ve dünyanın en güçlü adamı olarak hayal ederdim. Bir vampir olabileceği aklıma hiç gelmemişti. Üstelik sıradan bir vampir de değildi. Volturilerden biriydi. O acımasız Volturilerden biri.

Sanki bir robotmuşum gibi odama gidip kapıyı kapattım. Uğradığım şok o kadar büyüktü ki ne düşüneceğimi bilemiyordum. Uzun bir süre duvara baktım. Dışardan köpek havlamaları ve gülüşme sesleri geliyordu. Derin bir nefes alıp pencerenin önüne doğru yürüdüm. Camdaki yansımam bir harabeyi andırıyordu. Rimelim akmıştı ve gözlerimden aşağıya doğru inen siyah dalgaları andırıyordu. Ruhumda beni boğmaya çalışan simsiyah dalgaların şekil bulmuş hali gibiydiler. Odanın artık beni boğduğunu fark ettiğimde buhar olup camın aralığından çıktım. Kendimi iyice zorlayıp hızlandım. Yok olmak istiyordum. Babam beni hiç görme zahmetine bile katlanmamıştı. Ne insanken ne de vampirken. Umrunda bile değildim ve bu gerçekten çok acı veriyordu. Vücudum sertçe bir ağaca çarpınca odaklanmamı kaybettim ve normal bedenimle yere sertçe düştüm. Eğer insan olsaydım muhtemelen bir yerim kırılırdı. Elime dikenler geliyordu ama acıtmıyorlardı. Yüzüm toprağa bulanmış bir haldeydi. Ağladım. Ölemediğim için ağladım. Bu kadar önemsenmediğim için ağladım. Ağlamam durduğunda şafak sökmüştü. Yakında insanlar uyanacaktı. Buhar olup gökyüzüne yükselince şehre baktım. Mutlu aileler, sevgililer, çocuklar... İçlerinden bazıları da mutsuzdu belki. Belki de kendilerini öldüklerinde mutlu hissedeceklerini düşünüyorlardı. Cennette mutlu olurum belki de diyorlardı kim bilir. Benim öyle bir umudum yoktu. Hiç olmamıştı. Bu hayatımda ölme şansım yoktu. İnsan hayatımdaysa bu kadar acı ve sefalet dolu bir yaşamın mükafatlandırılıcağını hiç düşünmemiştim. Sokaklar hareketlenene kadar gökyüzünde süzüldüm. Liam'ın evine vardığımda görüş alanımdaki her yeri süzdüm. Vivian'a dahil bir iz arıyordum. İyice yere yaklaşıp ayak izleri aradım. Hiç kimse buradan geçmemiş gibiydi. Etrafa sinmiş vampir kokusu da alamıyordum. Normal halime dönüp Liam'ın evinin kapısını çaldım. Tahmin etmediğim bir şekilde Bayan Dimitra açtı kapıyı. Gülümsemeye çalıştım.
"Angel ve Liam neredeler?" Dediğimde omuz silkti.
"Uyandığımda yoktular. Gezmeye gitmişlerdir."
Bu kadar umursamaz oluşu sinir bozucuydu ama bir şey demedim. Hızla parka gittim. Yoktular. Angel'ın eskiden uyuduğu kaldırıma gittim. Yoktular. Liam'ın çalıştığı kafede de yoktular. Aklıma gelen ihtimaller beni çok korkutuyordu. Tam yeniden buhar olacaktım ki karşıdan geldiklerini gördüm. Angel Liam'ın elini tutmuştu. Hemen yanlarına gittim.
"Liam abi bana sandviç aldı. Biraz yürüdük."
Angel daha konuşacaktı ama Liam elini sıktı. Sanki bir şeyler söylemesini engellemek istiyor gibiydi. O an keşke akıl okuma gücüm olsaydı diye geçirdim aklımdan. İçimde Vivian'la konuşmuş olacağına dair kuvvetli bir his vardı. Yine de Liam'a bu konudan bahsetmeyecektim. Benim belki de yersiz kuşkularım yüzünden canının sıkılmasını istemiyordum. Angel Liam'ın çalıştığı yere girdi. Biz de böylece başbaşa kaldık. Liam yüzüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına itti.
"Seni seviyorum," diye fısıldadığında gülümsedim. Tam ben de diyecekken zihnime başka birinin sesi doldu.
"Ondan hemen ayrıl yoksa Volturileri çağırmak zorunda kalacağım. Ayrılırsan bu iş burada biter ve giderim. Öyle bir ayrılma yolu bulmalısın ki bir daha sana geri dönememeli."
Vivian ilerden bizi izliyordu. Ondan artık gerçekten çok sıkılmıştım. Volturiler benim özel hayatıma karışamazdı.
"Birazdan ormanda buluşalım."
Vivian ilettiğim sesi duyunca ormana doğru gitti. Liam'a sarılıp ufak bir işim olduğunu söyledim.

Ormanda yürürken öfkem içimden taşacak gibiydi. Zaten babama beni bıraktığı için kızıyordum. Bir de Liam'la olan ilişkime sanki hakkı varmış gibi karışıyordu. Buna daha da çok kızıyordum. Vivian'ı bir ağaca dayanmış bir halde bulduğumda son hızımla gidip boğazını sıktım. Alayla gülümsüyordu.
"Seni uyardım ama pek işe yaramadı. Geldiğin yere geri dönmek istemediğine göre seni yok etmek zorundayım."
Ciddiydim ve yapacaktım. Güldü. İnanmışa benzemiyordu.
"Bunu yaparsan Volturiler seni de yok eder. Ben baş korumayım. Yani dokunulmazım."
Bu kez ben güldüm.
"Voltirilerden biri benim babam. Bence öz kızına böyle bir şey yapmaz."
Bunu emin olduğum için değil sadece denemek için söylemiştim. Bir de babamı biraz tanıyabilmek için. Belki Vivian onun hakkında bana bilgi verirdi.
"Bundan emin değilim çünkü Caius duygularını belli etmez. Seni koruyabilir de gözünü bile kırpmadan yok oluşunu izleyebilir de."
Babam hakkında bilgi alabilmek için Vivian'ı yok etmemem lazımdı. Ellerimi boğazından çektim.
"Ondan bahsetsene ve annemden."
Gözlerinde bir anlığına samimiyet görür gibi oldum ama hemen yok oldu. Ağaca dayandı.
"Sen önceden bir ölümlüydün değil mi? Aslında doğduğunda ölümsüzdün ama vampir bebekler tehlikelidir. Senin yok olman gerekiyordu. Caius sana acımış olmalı ki bir cadı buldu. Adını hatırlıyorum. Dimitra'ydı. Seni bir insana dönüştürdü. Nasıl başardı hâlâ anlamıyorum. Sonra mecburen seni sokağa bıraktı."
Yutkundum.
"Peki ya annem? O da beni istemedi mi?" Dedim içim yanarak. Vivian bakışlarını kaçırdı.
"Nicole umursamaz biridir. Birini sevebileceğini zannetmiyorum. Orada burada geziyor. Bir yere bağlı kalmak ona göre değil."
Boğazımda daha büyük bir yumruk vardı şimdi. Ormanın çıkışına yöneldiğimde durdum ve açıklığa bakarak konuşmaya başladım.
"Özel hayatım Volturileri zerre kadar ilgilendirmez. Git ve onlara aynısını söyle. Liam'dan asla vazgeçmeyeceğim."

John'un karşısında otururken içimde yine o çocukluk meraklarımdan biri vardı. Babamın ve annemin nasıl göründüklerini görecektim birazdan. John bana onay isteyen bakışıyla baktığında başımı salladım. Zihnimin karanlık köşelerinde ilk görüntüler filizlenmeye başladı. Karanlık bir odada sarışın bir kadın vardı. Karla örtünmüş şehre bakan bir pencerenin önünde duruyordu. Yüzünü çevreleyen saçları parlıyordu. Çok güzeldi. İçerde olmasına rağmen oldukça kalın bir kürk giymişti. Ona doğru yaklaşan birini fark ettiğinde arkasına döndü.
"İyi ki geldin. Sıkıntıdan patlayacaktım birazdan. Kararında emin misin? Beni kimse tanımıyor burada. En azından akşamları çıkıp biraz dolaşsam?"
Adam kaşlarını çattı. Yüzü beyazdı. Vampir olduğunu hemen anlamıştım ama kadın bilmiyormuş gibi umursamazdı. Belki de bilmiyordu.
"Çıkman yasak Nicole. Seni kimse görmemeli. Hem hamilesin ve bu soğukta hasta olabilirsin."
Kadın annemdi ve muhtemelen insandı. Çünkü bir vampirin hamile kalması mümkün değildi.
"Neden beni kimsenin görmemesi gerektiğini anlamıyorum sevgilim. Birbirimizi seviyoruz ve bu saklanacak bir şey değil ki," diyen Nicole adama sarılmaya yeltendi. Adam onu itince sendeledi ama düşmedi. Adam gittiğinde Nicole hıçkırarak ağlamaya başladı.

Gözlerimi açtım. Farkında değildim ama gözlerimde yaşlar vardı. Elimin tersiyle yanaklarımı sildim. John bir şey demedi. O da her şeyi görmüştü. Babam annemi hiç sevmemişti ve beni de hiç istememişti. Benim insan olup ölmemi istemişti. Daha sonraysa muhtemelen kendi çıkarları için beni korumalarından biri yapmıştı. Ondan şimdi daha çok nefret ediyordum. Odama gittiğimde daha çok ağlamaya başladım çünkü içimde sönmeyen bir ateş var gibiydi. Nefes aldıkça daha çok büyüyordu ve bunu durduracak gücüm yoktu. Telefonumu elime alıp Liam'a mesaj yazdım. Onu görmek belki biraz bana iyi gelebilirdi. Kendimi serin havaya bırakıp bütün gücümle koştum. Liam'ı ilk kez gördüğüm sokağa girip durdum. Burada buluşacaktık. Çok geçmeden Liam geldi. Siyah bir pantolonla, siyah bir mont giymişti. Bir anlığına onun vampir olduğunu hayal ettim. Çok havalı bir vampir olurdu muhtemelen. Yüzüme bakınca kaşları çatıldı.
"Ağladın mı sen?" Dediğinde ona sımsıkı sarıldım. Saçlarımı okşamaya başladı. Birlikte kaldırımın kenarına oturduk. Ayrıldığımızda baş parmağıyla gözyaşlarımı sildi.
"Neyin var peri kızı? Anlatmak ister misin?" Dedi yumuşacık bir sesle. Ağlamamı durdurmaya çalışıp gözlerimi kapattım.
"Ailemin kim olduğunu öğrendim. Babam beni hiç istememiş. Annem de öyle muhtemelen. Onlar tarafından terk edilmiş olduğumu öğrenmek içimdeki iyi bir şeyi öldürdü sanki."
Bir şey demeden yüzümü inceledi. Çok üzülmüştü. Elimi tuttuğunda gözlerine baktım.
"Bazı şeyleri değiştiremeyiz Ellie. Benim de babam yok. Onu hiç tanımadım senim gibi. Annem var ama çoğu zaman varlığı bana fayda sağlamadı. Bazı kişilerin yokluğunu diğerleri doldurabilir. Bunun mümkün olduğunu hiç düşünmezdim ama seninle tanışınca mümkün olabileceğini anladım. Sen hayatıma girince babamın yarattığı boşluk kapandı sanki. İlk kez birinin yanında kendimi iyi hissettim. Beni kurtardığın o geceyi hatırlıyor musun? Sen beni sadece kötü adamlardan kurtarmadın. Sen beni duygusal boşluktan da kurtardın."
Gözyaşlarıyla karışık gülümsedim. Kendimi tahmin ettiğim gibi daha iyi hissediyordum. Liam'ın elini okşadım.
"Ben seni bırakıp gitmem. Merak etme," dediğimde ışıltılı bir gülümsemeyle ödüllendirdi beni.
"Ben de seni bırakmam peri kızım."
Bir süre oturup gelecekle ilgili hayaller kurduk. Sonra havanın iyice soğuduğunu Liam'ın elleri kızarınca fark ettim. Ayağa kalktık.
"Seni eve kadar geçireyim," dediğimde güldü.
"Bunu erkekler der Ellie. Kendi başıma gidebilirim."
Ben de güldüm. Beni insan sandığı içim böyle söylüyordu. İçimden vampir olduğumu söylemek geçti ama o zaman bazı şeylerin ters gittiğini düşünebilirdi. Onun yerine yanağına minik bir öpücük kondurdum.
"Angel'a benim yerime sarıl olur mu? Sabah gelip onunla ilgilenirim."
Başını salladı. Arkama döndüğümde sesini duydum.
"Seni seviyorum Ellie'm."
Ona dönüp öpücük gönderdim. Karanlığın arasına karıştığında nefesim daralır gibi oldu. Sanki başına bir şey gelecekmiş gibi korkuyordum.
"İyice paranoyaklaştım," diye fısıldadım buhar olmadan önce.

Karanlık DüşlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin