Boğazın yürüme yoluna ulaşamayan dalgaları kayalıklara çarpıp geri tepiyor, martı sesleri yavaşça batan güneş ışınlarına bulaşıyordu. Daha önce buraya gelmemiş olsa da nedense bu an çok tanıdık ve huzurluydu. Hep olması gereken yerde gibiydi.
İstanbul'da olduğuna hâlâ inanamıyordu. Hakkında yazılan şiirler dolanıp duruyordu aklında, az bile söylemişler diyordu tabii şimdi. Gazete küpürlerinde gördüğü siyah beyaz fotoğraflar, Necip Abi'nin sık sık gösterdiği kartpostal koleksiyonu öylesine bir illüzyondu ki gördüğü bu büyüleyici gerçeklik karşısında... Terminalde bile hissetmişti o heyecanı ama şimdi uçsuz buçaksız gibi duran maviliğe bakarken içi içine sığmıyordu. Eşyalarını bile yerleştirmemişti henüz yurduna, gözleri kamaştığı için bulduğu bir banka çökmüş, seyre dalmıştı.
Tabii öğrenci yurduna yakındı ama sadece uzaktan görmüştü binayı. Henüz yerleşme curcunası hazır hissetmemiştim bu yüzden sahile inen yolu aramıştı. Çok uzaklaşmaması gerektiğini bilse de elinde değildi. Hava çok güzeldi ve mahalledekilerin de aksi olmadıkları bir güne denk gelmişti. Sora sora Bağdat bulunur diyerek hiç çekinmeden herkese bir şeyler sormuş, deli gibi sürekli gülüp durmuş ve insanları da güldürmüştü. Şimdiden iyi bir başlangıç yaptığını hissediyordu.
"Eda!"
Rüyadan uyanır gibi silkelendi. Rüzgarla uçuşan tel tel saçlarını kulağının arkasına ittirdi. Arkasını döndüğünde nefesi kesildi. Rüyalarını süsleyen o görüntü karşısında dili damağı kurumuştu.
"Cengiz..." Ayağa kalktı hemen. İstanbul'a gelme sebeplerinden en önemlisiyle bakışıyordu şimdi. Adam birkaç adım atıp aralarındaki mesafeyi kapattı, sıkıca sardı kollarını ona.
"Keşke daha erken haber verseydin güzelim, terminale gelip seni alırdım. Çok yoruldun mu?" Geri çekilip Eda'nın saçlarını okşadı. Keskin çene yapısı hareket etti, çekici denebilecek bir şekilde gülümsedi. Bu da Cengiz'di işte, onun biricik sevgilisiydi...
Eda başını sağa sola salladı. Gülümseyerek, "Hiç yorgun değilim inan..." diye fısıldadı. "Çok huzurlu hissediyorum hatta."
Adana'dan gelmişti buraya. Koskoca şehirde tanıdığı tek kişi Cengiz'di ancak bu yeter de artardı ona. Başka hiç kimseye, hiçbir şeye ihtiyacı yoktu.
"Sevindim bebeğim. İstiyorsan eşyalarını bırak da bir yerlere götüreyim seni. Ya da yorgunsundur şimdi sen, dinlenirsin."
Eda iç çekti mutlulukla. Gözleri parıldayarak bakıyordu sevgilisine. "Dinlensem iyi olur canım, görüşürüz zaten bundan sonra. Bana yayınevini de gösterirsin artık."
Cengiz son dediğini duymamamızlıktan gelip, "Görüşeceğiz tabii," dedi. "Artık tamamen benimsin."
Yılışık bir halle gülerken Eda kıkırdadı. Beraber arabaya bindiklerinde verdiği karardan gayet memnundu. Cengiz o inmeden önce sürücü koltuğundan çıkmış, ona kapıyı bile açmıştı. Yol boyunca konuşmuşlar, birbirlerine kaçamak bakışlar atmışlardı. Bahçe kapısına kadar eşlik etmiş, bavulunu taşımıştı. Sonrasında da eğilip dudaklarına upuzun bir öpücük kondurdu.
"Seni çok seviyorum."
Eda da aynı tutkuyla olmasa da içten bir ses tonuyla fısıldadı. "Ben de seni çok seviyorum."
Cengiz onu son kez öpüp geri çekildi, Eda yurda girene kadar ona el sallayıp bekledi. Sürekli gülümsemeden duramıyordu kız, hayatı hiç bu kadar yolunda gitmemişti.
Yurt odasının hapishane hücresinden farksız olması bile düşürmemişti moralini. Daha yeni on sekizine basmıştı ve hayatının dönüm noktasını yaşıyordu. Doğup büyüdüğü mahalleyi, annesini ve arkadaşlarını bırakıp bilmediği bir şehire gelmişti. Prestijli bir üniversiteyi kazanmış, yurt başvurusu kabul edilmişti. Şimdilik her şey yolundaydı ama Eda ister istemez korkuyordu. Çok fazla yalan birikmişti bünyesinde ve bu onu rahatsız ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lale zindanı ⁝ gxg
RomanceSeni yakalayamayacaklarını söylemiştin. Yakaladılar. "Silahı kalemi olan biriyle kim uğraşır?" demiştin. Uğraştılar.