O lanet günün ardından tam olarak üç ay, beş gün geçti. Onu görmediğim, ona sarılmadığım, öpüp koklayamadığım üç ay, beş gün.
Her gece olduğu gibi bu günde aynı kabusla açtım gözlerimi. Çift kişilik yatağımda tek başıma oturarak derin nefesler aldım. Sakinleşmemi sağlayacak bir çözüm yolu arıyordum. Ama bunu sağlayan tek şeyi üç ay, beş gün önce kaybetmiştim. Yatağın boş kısmına bakarken görüntümün tekrar bulanıklaştığını hissettim. Gözlerim mi sulanıyordu yoksa alnımdan akan ter damlaları mıydı bunlar emin değildim. Buz kesmiş parmaklarımla zor da olsa gözlerimi sildiğimde ne olduklarını anladım. Sıcacık, taze göz yaşları. Ağlamak artık benim için rahatlatıcı değildi. İçimdeki bu yoğun bunalımı alıp gitmiyordu. Birkaç saniye bile olsa ayrılmıyordu bedenimden göz yaşlarım gibi. Bu yüzden yaklaşık üç ay, beş gündür ağlamıyordum. En azından isteyerek.
Gözlerimi kapayarak kendimi tekrar o karanlığa bıraktığımda sırtım yatakla buluştu. O an yatağın soğukluğu ile bir titreme geçti tüm bedenimden. Çenemde oluşan ağrıya rağmen direnmeye devam ediyordum. Ağlamayacaktım. Onun için bir daha asla ama asla ağlamayacaktım. Parmaklarım arasında ki beyaz yorganı parmaklarıma kan gitmeyecek kadar sertçe sıktım. Ne duyuyor, ne görüyor, ne de nefes alabiliyordum.
Tüm bu uğraşlar bile o anları hatırlamama engel olamıyordu. Hafızamın kuvvetli oluşu benim için bir avantaj olmaktan çıkmıştı. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlamak beni delice yoruyordu. Ne yaparsam yapayım anıları silemiyordum kafamdan. Atıp kurtulamıyordum hiçbirinden. Bu da benim lanetimdi işte. Bunlarla yaşamak zorundaydım. Ölene kadar.
Steve önce aşkla dudaklarıma kapanıyor, hemen ardından da tüm gücüyle tam göğsüme, kalbime birdaha atmasını istemiyormuş gibi acımasızca vuruyordu.
Titrek nefesim dudaklarım arasından kaçıp gittiğinde gözlerimi araladım. İşte bu yüzden ne uyumak, ne de düşünmek istiyordum. Gözlerimi kapattığım her saniye bu kabusla yüzleşmem gerekliydi. Yorgundum ve artık dayanacak gücüm kalmamıştı.
O anda kapının sesini duydum. Aralanan kapıya döndüğümde babasının ona aldığı mavi pijamalarıyla ve kolları arasında sıkıca tuttuğu Demir Adam oyuncağıyla bana bakan oğlumu gördüm.
"P-Peter.."
Konuşmayı bile beceremediğimde soğuk parmaklarımı gene yüzümde gezdirdim. Islak tenimi silmeye çalışıyorken tek düşündüğüm bu ufaklığı daha fazla endişelendirmemekti. Ancak gözlerimiz tekrar buluştuğunda onun endişeli değil de korku dolu baktığını fark ettim. Babasını böyle görmeye alışık değildi elbette. Ben onun için daima güler yüzlü, komik ve sevgi dolu babasıydım. Şimdiyse.. Ona verebildiğim tek şey bu çaresiz görüntüydü. Peter artık kendini güvende hissetmiyordu. Eskiden iki süper kahramanla aynı evde olduğu için ona kimsenin dokunamayacağını, hatta kimsenin ona sataşamayacağını söylerdi. Şimdi her şey farklıydı işte.
"Ben.. Uyuyamadım."
Sevimli suratı minik yalanı ile kızardığında bakışlarını yere çevirdi. Sesime uyandığını biliyordum. Geceleri korkmaması için odasını yan odama taşımıştık. Ve bu en büyük hatam olmuştu. Bu kabuslardan uyanırken her zaman kendimde olmadan bağırıyordum. Ve sonuç apaçık ortadaydı. Onu korkutuyordum.
"Ben de uyuyamadım Peter.."
Yavaş yavaş toparlanırken alnıma yapışmış saçlarımı geriye ittim. Steve'den mahrum kalmış olabilirdim. Ama bu hayatta en çok değer verdiğim şeylerden biri de karşımda duran ufaklıktı.
Peter Stark.
Yaklaşık üç hafta önce, Steve ve Bucky'nin aynı evde yaşadığını öğrendiğimde yapmıştım bunu. Öfkeme yenik düşmüş, bunun acısını da minik oğlumdan çıkarmıştım. Henüz ne olduğunu anlamaya bile vakti olmadan tüm işlemleri halletmiş, soy adını Rogers yerine Stark yapmıştım. Bununla yetinmeyip kendi soy adımı da geri aldığımda ise hiçbir şey beklediğim gibi olmamıştı. Öfkemden en ufak bir parça eksilmemiş, aksine daha da kötü bir hal almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Unforgettable // Stony
FanficBazen geri dönüşü olmayan bir yola girersiniz. Sevdiklerinizi geride bırakıp, arkanıza bakmadan ilerlemek zorunda kalırsınız. Kalbiniz kırılır, ruhunuzdan bir parça eksilir, hayal kuramaz hale gelirsiniz. Ancak gözlerinizin içine umutla bakan bir ço...