Farazi V Kayra - Dokunmayarayaparsın■ ■ ■ ■
Bazenleri öyle delirmek isterdi ki insan geriye bakmaktan bile usanır olurdu. Ellerinde çiçekler, kalbinde bir an olsun parlamaktan vazgeçmeyen Sirius ve sırtında ise yük dolu bir kamyoneti ile ne kadar güzel olduğunu bilemezdi. Ellerinin hep kirli olduğunu, kalbini kömürle kararttığını ve sırtındaki nasırların her an onu sanki ele geçirebilecekmiş gibi daha da arttığını düşünürdü.
Ancak sadece kendi inançlarıyla yaşadığı kafesin bir çıkış kapısı da vardı. Sadece bunu bilse bile bu inançları yıkılabilirdi. Fakat bilirsiniz işte insanlar gömüldüğü acının daha da artma olasılığını severler, çıkış kapısı aramazlardı.
Ne kadar üzücü öyle değil mi?
Ancak bu ben, kollarımdaki takımyıldızları ve onun hikâyesi.
Belki biraz olsun belli bir kafesten öteye gidilemiyor olsa da gecenin karanlığı var burada.
Mesela tam şuan ellerimde papatyalar ile o karanlığı izliyor olmam gibi. Her şeyden uzakta, bir hiçliği düşlüyor olmam gibi. Kollarım acıyor duyuyor musun? Takımyıldızlar kendilerini hissettiriyor. Çünkü aynı insanlar gibi onları unutmamdan korkuyorlar.
"Özür dilerim, ama sapınızı ölüme bağladım." Gülmeye çalıştım papatyalara doğru. "Gitmek istiyorum. Her zaman gitmek istiyorum ancak yapamıyorum. Artık sizden başka bir çarem kalmadı. Takımyıldızlarına, canı yanan kimselere ve canımı yakan herkese elveda." Papatyaları yere doğru fırlattım. Kollarımdaki takımyıldızları sızladı. Halbuki yeni değillerdi ki, sızlamaları bir miktar şaşırtıcıydı. Ayağa kalktım. Sarayın bir prense ihtiyacı olmazdı. Bu yüzden içim rahattı. Camın önüne gelince gülümsedim. "Kraliçeye, kardeşlerime, krala elveda. Gittiğim yer umarım onlardan uzak ve sakin olur."
Cama çıktım. Papatyalara bir söz vermiştim ve onu tutmam gerekiyordu. Aksi takdirde onları boşuna ölüme sürüklemiş olurdum. Yutkundum, binlerce defa bıkmadan dilek diledim. Canım hafiften yandı ama beni sevmeyen herkes için de iyi şeyler diledim çokca. Sapı ölümde olan papatyalar ile birlikte son şarkılarımı hediye ettim gökyüzüne. Gidecek olmak iyi hissettiriyordu. Çünkü artık kraliçe kollarıma çizik atmayacaktı, insanlar bana nefretle bakmayacaktı ve en önemlisi özgür olacaktım.
Heyecanla kendimi biraz daha ileri ittim. Mermerde oturuyordum ve ayaklarımın altında kocaman ağaçlar vardı. Birazdan o ağaçların yanında, sırtüstü bir şekilde ruhum kilitli kapısını kıracaktı. Özgür olacaktım. Onlarca ruhun nefretini taşıdığı bedenim özgür olacaktı.
Gözlerimi kapattım. O kadar çok canım acıyordu ki sırf bu yüzden bir an önce atlamak istiyordum. Bu yüzden kendimi toparlamaya ve bir an olsun mutlu olmaya zorladım. Bir anda kendimi hızla ileriye doğru ittim.
Ancak zaman durmadı ve hayır, yere düşmedim.
Belimi sımsıkı saran kollarla birlikte öylece kaldım.
Gözlerim açıldı. Ağaçlar hâlâ bana aynı uzaklıktaydı ve olduğum yerden ne ileri, ne de geri gidebilmiştim. Aynı yerdeydim ve evet bu oldukça içimde kocaman bir sinirin beni ele geçirmesine neden olan bir durumdu. Kaşlarımı olabildiğince çattım. Özgürlüğümü resmen iki tane kol yüzünden yaşayamıyordum. Halbuki papatyalar sırf bu yüzden ölmüştü. Arkamı dönerek sinirle beni saran kolların sahibine baktım.
Tam anlamıyla yere çakıldım.
Özgürlüğü delicesine arzulayan ruhum o gün, onun gözlerinde intihar etti. O ise sadece gülümsedi bana. Binlerce çiçek açtı gülüşünde o farkında olmadan. Bende binlerce kez öldüm, durmadan gülümsedi.
Boğazımı temizleyerek ciddi olmaya çalıştım. Biraz önce yıllardır düşlediğim şeyi engellediğini aklıma getirmeye çalıştım. Ancak o çok güzeldi. Kocaman gözleri, saçlarının arasında biraz önce yere attığım papatyalar ve giydiği şövalye kıyafeti ile çok güzeldi. Tam o vakit tekrardan canlandığımı hissettim.
Ve bilirsiniz işte, ölü birini canlandırmak aslında çok ama çok basittir.
Kaşlarımı zorlukla çatarak kollarını çözmeye çalıştım. Kaşlarını çattı. "Hayır," dedi yüksek bir sesle. "Gitmene izin vermeyeceğim Baekhyun. Canın ne kadar acısa da tam burada, kollarımın arasında olmak zorundasın." Bu sefer gerçekten sinirlendiğimi hissettim.
"Sen kimsin ki bana emir verebiliyorsun? Derhal sana emrediyorum, kollarını üzerimden çek." Başını iki yana salladı.
"Çekmeyeceğim. Sen buradan inene kadar bir an olsun çekmeyeceğim." Ellerimle omzundan itmeye çalıştım. Ancak o beni hızla içeriye doğru çekti ve bu ikimizin de yere düşmesine neden oldu. Hâlâ bana sımsıkı sarılıyordu ve sinirim her geçen saniye hafiften daha da artmaya devam ediyordu.
"Kıskandılar değil mi? Evet, evet kıskandılar." Gülmeye başladım. Hem sinirden titriyor hemde deli gibi gülüyordum. Ki can acımdan asla bahsetme gereği duymuyorum bile.
"Sen delisin. Kafayı yemişsin. Bu saatte bir prensin odasına gizlice girerek tüm zamanların en büyük hatasını yapmışsın ve şimdi birilerinin kıskandığını söylüyorsun. Ha, birde papatya katilisin." Hıçkırdım. "Git buradan. Kimsin hâlâ bilmiyorum ama nolur git buradan." Başını iki yana salladı.
"Çiçekler kıskanmış kokunu, ondan senin gibi kokuyorlar. Kıskanmışlar hemde çok kıskanmışlar." Gözlerimi kapattım. Göz yaşlarım yanaklarımdan kayarken yanağıma bir şeyin değdiğini hissettim. Şaşkınlıkla gözlerimi açarken yanağıma değen şeyin papatya olduğunu fark ederek tek kaşımı kaldırdım. "Saçlarımda papatyalar ölmez, canlanır. Senin gözyaşlarında ise sonsuza kadar yaşayabilirler." Hıçkırdı. "Ben bir katil değilim. Ben asla katil olamam." Gözlerimi kısarak yüzünü inceledim.
"O zaman sen kimsin?"
"Ben savaşçı bir yıldızım."
▪ ▪ ▪ ▪
Uzun bir aradan sonra hepinize merhabalar efendim.
İlk öncelikle eğer bekleyen varsa diğer fiklere neden yb atmadığımı açıklayayım. Çünkü tam tamına birkaç aydır bu konuyla birlikte sürünüyorum.
Evet bu gerekçe ile hafiften delirmiş de olabilirim.
Neyse,
Hepinize iyi sabahlar. Sizi fazla tutmadan gideyim artık.
Bir dahaki bölüme kadar görüşmek üzere :*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
çoban ve yıldız savaşları // chanbaek
Fanfiction"Ellerindeki yüzükleri yaralarını kapatabilmek için hiç çıkartmadığını söylemişti. Ona takımyıldızlarımdan bahsetmedim.." -ilk yıldız, son çoban, prens, gezgin. bir'