Herkes sonları mezarlıklarda yaşar. Biz yaşamaya mezarlıktan başlıyoruz…
Han Nehri… Bugün çok durgun, üzerine çiseleyen yağmur damlalarına nezaket eder gibi. Güneş açmaya başlamıştı. ‘Kris’ diye seslendi Luhan. Kris gözünün altında biriken yaşları elinin tersiyle kurulayıp son kez burnunu çekti. Genzini temizledi küçük bir öksürük. ‘Efendim’ diyebildi sadece. Luhan’nın da kendisinden farkı yoktu bugün. Dişlerini sıktı, gıcırdaması beyninde yankılanmıştı. Yumruğunu o kadar sert sıkmıştı ki tırnakları etine geçmişti. Acısı, hissedilmeyecek kadar küçüktü. Luhan omzuna vurdu iki kere, sesinin titremesinden korktuğu için konuşamadı. Bir kere daha vurdu Kris’in omzuna… Bir kere, bir kere, defalarca belki de. Elini tekrar vurmak için kaldırdığında havada yakaladı Kris, hızlıca kendine doğru çekti. Sarıldı, artık hıçkırıkları gökyüzünde yankılanıyordu. Yağmur damlalarının pıtırtısını ince bir topuk sesi böldü. Luhan ve Kris kafalarını yerden kaldırmadan birbirlerinden ayrıldılar. Sunny gözündeki siyah güneş gözlüklerini çıkardı. Kafasıyla kiliseyi işaret etti. Luhan onaylayıp kiliseye doğru yürümeye başladı. Sunny ve Luhan önde Kris arkada kiliseye girdiler. Ailesini görmeye gittiği Daejeon‘dan dönerken arabası aniden alev almış ve cesedi yanmıştı Suho’nun. Görülmeyecek kadar tahrip olduğu için hastane yetkilileri kiliseye getirmeden gömme işlemini yapmışlardı. Rahip önündeki kağıdı düzeltti. Hışırtısı kolonlardan duyulunca kısa bir kıpırdanma oldu içeride. Rahibin tiz sesi kilisedeki inlemeleri metal bir cisimle böler gibi konuşmaya girdi. ‘Oğlumuz, kardeşimiz, arkadaşımız gencecik çocuğumuz için her ne kadar inanmasa da Tanrı’ya onu affetmesini ve cennetine kabul etmesi için dua ediyoruz. ‘ En önde Kai’nin yanında oturan Bayan Kim ağzının üzerine bastırdığı mendilden çıktığı kadar ağlıyordu. Kai kolunu Suho’nun annesi Bayan Kim’in omzuna atıp sıkıca sarıldı. Dua anı bittikten sonra Rahip ‘Amen’ dedi. Artık konuşmak isteyenler çıkabilir, Suho ile ilgili anılarını paylaşabilirlerdi. Kris ceketinin cebindeki kağıdı çıkarırken genzini temizleyip mikrofonu düzeltti. Karşısında canı gibi sevdiği on arkadaşı duruyordu. Exo bugün ve bundan sonra ‘eksikti’. Konuşması olanlar da bitirdikten sonra yavaş yavaş kilise boşalmaya başladı. Herkes evlerine dağılıyordu. Herkesle vedalaştıktan sonra Kai Bay ve Bayan Kim’in arabaya binmelerine yardım etti. Giden arabanın arkasından bakarlarken sessizliği hangisinin bozacağını merak ediyor hiçbirisi de cesaret edemiyordu. Bütün gündür hiç kimseden saklamadan ağlayan Tao sessizliği bozdu. Bozuk İngilizce şivesiyle ‘we are one’ diyebildi. Bu hepsinin acı eşiğini aralamıştı, haberi aldıkları günden beri içlerinde biriktirdikleri hıçkırıklar birbirlerinin omzunda birikiyordu şimdi. Han Nehri de tutamadı kendini, devindi, taşacak gibi oldu, kabardı.
– Bir Yıl Sonra –
‘Biletler tamam, valizlerin kiloları da kontrol edildi’ diye son kez her şeyi kontrol ederken Kyungsoo birden uçakta yanlarına alacakları çantayı göremeyince panik oldu. ‘Kaiii, el çantası nerede’ diye seslendi. Kai pantolonunun kemerini takmakla cebelleşirken ‘yatağın üstünde’ diyebildi. Kyungsoo yatak odasına giderken Kai’nin önünde durup kemerinin çıt çıtını kapattı. ‘Neden kemerleri kemer gibi yapmıyorlar sanki!’ diye söylenmeye başlamıştı Kai. Kyungsoo yatağın üzerindeki lacivert el çantasını aldı ve odaya bir kez daha baktı kapının eşiğinde. Her şey tamamdı, kapıyı kapatırken ‘teknoloji Kai’ diyerek gülümsedi. Kai aynanın karşısında son kez saçını düzeltirken ‘bu teknoloji değil işi olmayan bi adam çıkmış biraz saçmalayayım demiş’ dedi. Valizleri de toparlayıp çıktılar. Kai kapıyı kilitlerken Kyungsoo hala evde kontrol etmediği hiçbir şey kalmadığından emin olmaya çalışıyordu. O sırada Kai’nin telefonu çaldı. Chanyeol havaalanına varmak üzere olduklarını söyledi. ‘Biz de on dakikaya oradayız’ deyip kapattı telefonu Kai. Baekhyun elinde iki kahveyle oturdukları masaya geldi. Soru soran bir yüz ifadesiyle Chanyeol’a bakınca ‘geliyorlarmış’ dedi Chanyeol. Bir senelik anlaşmaları vardı. Amerika’daki bir dans okuluna gidip sonrasında yapılacak dans yarışmasına hazırlanacaklardı. Bütün ekip gitmek istese de bu sadece dört kişinin katılabileceği bir programdı. Kai ve Kyungsoo’da gelince herkes uçaktaki yerini aldı. Sıradaki durak Amerika New York’tu. Aktarmalı uçuşlarından dolayı çok yorgun oldukları için hemen taksiye atlayıp kalacakları eve gitmek istiyorlardı. Fakat havaalanındaki sıkı güvenlik kontrolü yüzünden bir buçuk saat sırada beklemişler, daha da yorulmuşlardı. En sonunda çıkıp taksiye bindiler. Geldikleri yer otel gibi bir rezidanstı. Burada sadece eğitimden yararlanıp yarışmaya katılacak insanlar kalıyordu. İngiltere’den, Çin’den, Norveç’ten, İspanya’dan ve daha sayamadıkları kadar ülkeden öğrenciler gelmişti. Önünden her geçtikleri odanın kapısında içinde kalan insanların ülkelerinin bayrakları vardı. Kyungsoo üzerinde ‘Kore’ bayrağının olduğu odanın önünde durup derin bir nefes aldı. Yorgunluğuna rağmen içinden gelen bir coşkuyla ‘işte geldik’ dedi. Kapıdan girdiklerinde iki odası, küçük bir yemek salonu ve iki tuvaleti olan bu oda onları karşıladı. Yataklarının başındaki komodinin üzerinde eğitim alacakları saatler yazılıydı. Haftada on saatlik bir eğitim dışında istediklerini yapmakta özgürdüler. Bir bavullara bir birbirlerine baktılar ama hiçbirisi ayakta durabilecek kadar enerjik değildi. Hepsi tek tek uykuya daldılar.
Baekhyun telefonunun sesiyle sıçradı yattığı yerden. Arayan Kris’ti. Nasıl olduklarını, sağ salim gidip gitmediklerini kontrol etmek için arıyordu. Biraz sohbet ettikten sonra yattığı yerden kalktı Baekhyun. Teker teker odaları gezmeye başladı. Yemek odasıyla bir küçük bir mutfakları bile vardı. Pencerenin perdesini iki yanlı araladı ve manzaraya kaptırdı kendini. Rüyalar şehrindelerdi. Dünyanın en çok sevilen ama bir o kadar da dışlanan çocuğu New York. Sevindi. O sırada gözü saate gitti, indiklerinden bu yana sekiz saat geçmişti. Herkesi kaldırdı. Saatlerini New York’a göre ayarladılar. Duşlarını alıp giyindikten sonra dışarı çıktılar. Önce bir şeyler yiyip gezdiler. Kendilerini kocaman bir alana kurulmuş oyun parkında buldular. Kalabalıktan göz gözü görmüyor, her yeri donat ve patlamış mısır kokularının sardığı bu parkta insanlar deli gibi eğleniyordu. Her ne kadar Show Time programından kimin ne kadar korktuğunu bilseler de korku tüneline girmek için anlaştılar. Dörtlü vagonda önde Kyungsoo ve Kai, arkada da Chanyeol ve Baekhyun olarak oturdular. İçeri girerlerken Kai karanlığı fırsat bilip Kyungsoo’nun bacağında gezdirmeye başladı elini. Önlerine hayaletler çıkıyordu. Tepelerinden örümcekler, kesik organlar sarkıyordu. Her dönemeçte aniden gördükleri iskeletlerden ürküp bağıran insanlar refleksle korkmayanları da korkutuyordu. Kocaman bir iskeletin arkasından çıkan siyah tişörtlü adamın kafasının satırla kesilişi hepsini deli gibi korkutmuştu. Yüzlerine sıçrayan boyaları elleriyle silmeye çalışınca daha da yayıldığını ancak dışarı çıkınca fark ettiler. Birbirlerinin yüzündeki boyalara bakıp gülerlerken gençten bir kadın yollarını kesti. ‘Korku tünelimiz daha da korkunç olsun istiyoruz. En korktuğunuz ve vasat bulduğunuz yer neresiydi’ diye sordu. Hep bir ağızdan konuşmaya başladılar. En sonunda akılları dönemeçteki hayalette kalsa da Kafası uçurulan adamı en korkunç yer olarak seçtiler. Kadın dosyada işaretlemek için aradığında içeride öyle bir bölüm olmadığını gördü. Kafasını korkuyla kaldırınca Kai ile göz göze geldiler. ‘Öyle bir bölüm yok efendim’ dedi kadın. Kyungsoo ‘nasıl olur bakın her tarafımız boya oldu, biz hayal görmedik ya’ dedi. Kadın tekrar dikkatlice baktı dosyaya, arkadaki kağıdı da çevirdi bu sefer. Unuttuğu bir kısım olmadığına emindi. Titrek bir sesle ‘siz biraz burada bekleyebilir misiniz’ diyerek biraz ötede duran güvenlik görevlisinin yanına gitti. Çocukların durduğu yeri işaret ederek bir şeyler anlattı. Güvenlik görevlisi bir bakışla diğer görevlileri de toplayıp tünele girerken genç kadın bilet satışının durdurulmasını söyledi. Güvenlik görevlilerinden biri hemen dışarı çıkıp ‘acil durum’ sirenini çaldı. Bütün parkı dolaşıyor ve parkın kapandığını bağırıyordu. İlk giren görevli çıkıp Kai’nin önünde durdu. ‘İçeride yaşadığınız şey gerçek bayım’ dedi. İskeleti oynatmakla görevli işçinin kafasını satırla uçurmuşlardı. Refleksle Baekhyun’un eli yüzündeki kana gitti. Baştan beri boya sandıkları şey bir adamın kanıydı. Güvenlik görevlisi ‘sizi bırakamam, bizimle geliyorsunuz. Tek tanık sizlersiniz’ dedi. Az sonra NYPD arabaları parkın kapısında kuyruk oluşturmuştu. Parkın kapısınındaki şeridi kaldırıp bir bir polis arabasına binerlerken Kai sokağın dönemecinde gördüğü pamuk şeker arabasına daha da dikkatli bakınca adamın onlara bakıp güldüğünü görür gibi oldu. Bir an duraksayınca arkadaki polis arabaya binmesi için uyardı. Kai ‘bir saniye lütfen’ deyip pamuk şekeri arabasının girdiği sokağa koştu. Adam gitmişti. Arabayı yolun ortasında bırakıp gözden kaybolmuştu. Arabanın camında küçük bir kağıt asılıydı. Hemen kağıdı alıp etrafı süzdü Kai. Kağıttaki notta Korece ‘Her şey yeni başlıyor. Eğitime hoş geldiniz’ yazıyordu. Be Continued...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ghost Dancer
FanfictionHerkes sonları mezarlıklarda yaşar. Biz yaşamaya mezarlıktan başlıyoruz… Bir ölüm, peşinden neleri getirebilir ki. Kore’den Amerika’ya uzanan bir Nehir… Bu nehir daha önce gördüklerinizden daha soğuk ve acımasız. Müziği duyduğunuz an dans etmeye...