Küvete yavaş yavaş yaklaşan siyahlara bürünmüş bir adam, kan dolu bir küvet ve küvette yatan genç bir kız... (Tam bir klişe.)
Sular akarken gözlerini kapatmaya korkuyordu. Gözleri yansa dahi azıcık aralık tutuyor ve etrafına bakıyordu. Küçükken izlediği korku filmleri zihninde kalıcı fobilerin oluşmasına neden olmuştu.
Su göğsünden damla damla akarken ayak bileklerinden çamurlar sızardı. Oysa ki karanlık gecelerde, soğuk yataklarda kirlenen bir et parçasından ibaretti. Namus dedikleri ise bir delikle kanatılamayacak kadar daha içerideydi. İyice yıkandıktan sonra musluğu kapattı.
Duşakabin'in üst tarafındaki rafta lavman torbaları bulunuyordu. Nedensizce yukarıdaydı. Tam olarak rafa ulaşamadığı için parmak ucuna kalktı ve elini zar zor rafa ulaştırdı. Kaygan zeminde düşmemeye çalışıyor, aynı zamanda lavman torbasını almaya uğraşıyordu. Elini bir sağa bir sola götürüyor; fakat bir türlü torbayı bulamıyordu. İçini korkuyla karışık bir panik kapladı. Ufacık rafın her köşesini yoklamasına karşın eline sadece pembe bir toka geldi, inanmak istemiyordu. Ayakları ile duşakabinin kenarlarına bastı ve rafa tutunarak kendini yukarı çekti. Değişen bir şey olmamıştı. Acı gerçeği yalnızca kendi gözleri ile görüyordu. Aynı torba defalarca kullanılıyordu, yıkanıyordu ve geri konuyordu. Fakat iki liraya alınan şey her gün her gün kullanmaya deforme oluyor ve atılmak zorunda kalıyordu. Salih bey masrafı sevmezdi. Bu yüzden lavman torbası aldırmıyordu. Rukiye abla temizlik malzemeleri için aldığı paradan ayırıp ayda bir alır ve çaktırmadan rafa koyardı. Şimdi ise yapılacak tek bir şey vardı. Salih beyin istediği gibi masrafsız ve acı verici yollardan...
Musluğun ucundaki hortum yerde bir yılan gibi kıvrılmıştı. Düğüm olan hortumu çözdü ve musluğu açtı. Sıcak su gelene kadar bekledi. Hortumun ucu kalçasına giremeyecek kadar genişti. Bu yüzden orta parmağını bir kaç kez yavaşça soktu. Bir kaç git gelden sonra işaret parmağını da soktu ve deliği iyice genişletti. Ritüel bittikten sonra hortumu eline aldı ve genişlettiği deliğe doğru bastırdı. Acelesi olduğu için daha fazla kendini alıştıramayacaktı. İlk bastırışta girmemesine rağmen biraz daha zorladı ve kaslarını yırtarmışçasına bir acı ile hortumu soktu. Aağğğh! Karın boşluğundan yukarı doğru yayılan bir titremeyle beraber sessiz bir çığlık attı. Gözlerini sıkıca yumdu ve suyu açtı. Kalın bağırsaklarına dolan su içten içe bir basınç oluşturdu. Biraz zıpladıktan ve eğilip kalktıktan sonra bütün suyu tuvalete boşalttı. Bu işlemi iki üç kere yaptıktan sonra içinde hiçbir şey kalmadı. Düzenli olarak bunu yapmasına rağmen bünyesi bu tür konularda çok hassastı. Çilek kokulu duş jelini dökülen saçlarla dolu raftan aldı ve açtı. Hafifçe suyla köpürttü. Vajinasını ve kalçasını duş jeli ile özenle yıkadı. Merhametli ve bağışlayıcı tanrılara kurban edilmek üzere adeta süsleniyordu. Birazdan yanardağından aşağı düşmeye başlayacak ve insanlar ellerindeki sopalarla sesler çıkarıp bundan zevk alacaktı. Duşakabinden çıktı. O sırada kireçli duş başlığından bir iki damla su intihar etmeye devam ediyordu. Yıllardır temizlenmeyen aynaya baktı. Duştan hemen sonra aynada kendini tamamen net görmek içini burkuyordu. Sıcak suyla duş almayalı ve buğunun geçmesi için saç kurutma makinesini aynaya tutmayalı çok uzun zaman geçmişti. Kaybedecek vakti yoktu. Hemen klozetin yanındaki tuvalet kağıdını eline dolayarak kopardı. Vajinasını ve poposunu iyice kuruladı. Ardından haftalardır kullandığı havluyu kapının kolundan aldı ve vücudunu kuruladıktan sonra beline sardı. Saçları ıslaktı fakat kurutmaya zamanı yoktu, aceleyle saçlarının nemini aldı. Kıyafetlerini giymeden aynada çıplak vücudu ile göz göze geldi. Göğüsleri diriydi, güzeldi, çocuksuydu... Sol göğsünün hemen üstünde güzel bir kızın dudağının kenarındaki beni andıran ufak bir doğum lekesi vardı. Duvardaki vanaya astığı pembe kilodunu, topuklu ayakkabılarını ve transparan siyah jartiyerli geceliğini giydi. Kırmızı rujunu sürdü ve makyajını yaptı. Son kez kendisine baktı. Aynanın karşısında ellerini beline koydu. Yorgundu, tükenmişti. Fakat ne olursa olsun gülümsemeli, işine odaklanmalı ve istekli gözükmeliydi. Banyonun kapısını açtı. Artık işe başlamaya hazırdı!Yatakhaneden geçerken her şey bıraktığı gibiydi. Melek televizyon izlemeye devam ediyor, kızlar ise hepsi kendi alemindeydi. Kimisi dolabının orada gizli gizli parasını sayıyor, kimisi yatağında oje sürüyordu. Tam yatakhanenin kapısını açacakken Seçil Abla cırtlak sesiyle bağırarak seslendi.
"Pışt! Kıvırt biraz küçük hanım. Kıvırt kıvırt. Kazulet gibi yürüyorsun mübarek. Yürümeyi de mi ben öğreticem yani. Az cilveli, az albenili ol şekerim."
Seçil abla laf atmak için geç bile kalmıştı. Büro'da çalışanlar arasında en tecrübelisi ve en eskisiydi. Aynı zaman da en cazgırı da oydu. Mutlu olduğunda büronun soğuk havasını hemen değiştirir, birilerine takılırdı. Pek seveni yoktu. Fakat yaşından, çenesinden, uzun boyu ve kaslı fit vücudundan dolayı saygı duyulurdu. Sözü geçerdi. Beyaz Kuş kafasını çevirdi ve yüzünde umulmadık bir tebessüm oluştu.
"Hadi git ayol. Oyalanma buralarda, yatakta da güzelim kıçının hakkını ver. Hadi bakalım, küçük suratlı şey. Kolay gelsin."
Beyaz Kuş, teşekkür edercesine kafasını salladı ve yatakhaneden çıktı. Yatakhaneden koridora geçildiğinde tüm atmosfer bir anda değişiyordu. Koridor uzun ve iki yanında kapılarında numaralar olan odalar bulunuyordu. Pencere olmadığı için kapıların üstündeki küçük lambalar loş bir ortam yaratıyordu. Genelde dolu olmadığı sürece 4 numaralı odayı kullanırdı. Koridorun başına doğru ilerledi ve odanın kapısının önüne geldi. Uzun bir geceden sonra gün daha yeni başlıyordu. Kapıyı tıklattı ve gülümseyerek içeri girdi.
"Merhaba. Beklettiğim için üzgünüm."
Günün ilk müşterisi Kazım bey arkası dönük bir şekilde yatakta oturuyor ve telefonuyla ilgileniyordu. Beyaz Kuş'un sesini duyunca birden irkildi ve ayağa kalktı. Kafasını çevirip Beyaz Kuş'la göz göze geldiğinde yüzündeki sinirli ifade yumuşamıştı. Uzun bir süredir odada bekliyordu. Fakat sanki uzun zamandır bekleyen o değilmiş gibi gülümseyerek Beyaz Kuş'un yanına geldi ve elini uzattı."Merhaba canım. Hiç sorun değil, kaç gündür seni düşlüyorum zaten. İki dakika beklemişim çok mu?"
Kazım Bey'in büroya ikinci gelişiydi. Üzerinde kaliteli bir takım elbise ve kolunda altından bir saat vardı. Saçları uzun geriye taranmış ve kırlaşmıştı. Ellili yaşlarda kibar bir adamdı. Genel olarak sessiz ve saygılıydı. Ama yine de bir erkekti. Ve her erkek gibi zaafları vardı. Beyaz Kuş, Kazım Beyin karşısına geçti ve siyah tülün üzerinden göbeğini Kazım Bey'in kafasına doğru bastırdı.
"Sen mi soyarsın canım yoksa ben mi soyunayım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Kuş (genç fahişe)
General FictionUmutsuzca kaçıyordu. Nefes nefese... Sırılsıklam... Sanki bütün gece zengin bir piç tarafından düzülen o değilmiş gibi. Kahretsin! Ayağından düşen kırmızı topuklular kardaki ayak izleri gibi takip edilmesini kolaylaştırıyordu. Giydiği yarı transpa...