Her zaman nefret edilesi bir huyum olmuştu. İnatçıydım.
Çantamın ağzını kapattıktan sonra sırtıma asıp odamdan çıktım. Servisim az sonra gelirdi.
"Ben çıkıyorum anne." dedim. Fakat annem uyuyordu. Beni duyduğundan emin bile değildim. Gülümseyerek vestiyerin orada ayakkabımı giyindim.
Elimi kapının kulpuna uzattığımda kapının önünde korna çalmıştı. Hızla evden çıkıp kapıyı örttüm ve beni bekleyen servisin kapısından girdim.
Karel gene pencere kenarında ayakta duruyordu. En son beni aldıkları için yer kalmamıştı. Bu yüzden pencerenin önünde durmak zorunda kalmıştım. Kocaman gülümseyip Karel'e baktım. Gözlerini kaçırıp ofladı.
"Pencerenin önünden çekilecek misin?" dedi. Sesi her zaman çok hoşuma gitmişti. Belki de nadiren duyduğum içindi. Hızla pencerenin önünden çekilmeye çalışırken, servis şoförümüzün yaptığı ani frenle Karel'in üzerine yığılmıştım.
Apar topar üzerinden çekilip, pencerenin oradan çıkmayı başarmıştım.
Evet, lanet olsun ki şu an kendimi sürtük gibi hissediyordum çünkü; az önce yaşadıklarım hiç bitmesin istemiştim.
Servis okulun önünde durunca kapıya yakın olduğumuz için ilk biz inmiştik.
Karel'in kulağında kulaklık varken beni duyması olanaksız olsa da, ismini söylemiştim seslice. Tahmin ettiğim gibi duymamıştı. Fakat tam da yanındaydım.
Omzuna dokununca kulaklığını çıkarmak zorunda kaldı.
"Baksana, bugün ikimiz nöbetçiyiz. İstersen dışarı çıkabilirsin." dedim. Göz devirip tekrar kulaklığını taktı ve hızla yürüyerek yanımdan ayrıldı.
Bu her zaman böyle olurdu.
Ben her sabah Karel ile konuşma çabalarına girerdim ve bu olumsuz olarak son bulurdu.
Karel'e son 2 yıldır aşıktım ama onun umrunda değildi.
Sanırım umrunda olmayan hayattı.
Sınıfa girdiğimde her ne kadar boş olsa da, sınıfa göz gezdirdim.
Tamam boş değildi. Sadece Karel yine en arkada oturuyordu. Onu rahatsız etmek istemediğim için yerime geçip, başımı sırama koydum.
Önümden bir gölge geçince hızla başımı kaldırdım.
"Karel?" dedim. Kapıyı örtmüştü. Piç gibi gülümsedi ve bana doğru geldi.
"Sana bir şey göstermemi ister misin?" dedi. Başımı salladım. Hemen önümdeki sıraya oturup bana döndü ve kapşonlusunun kollarını katlamaya başladı.
Her katladığında gözlerim biraz daha açılıp kalbim daha fazla atıyordu.
"Güzel mi?" dedi. Kollarını tamamen açıp bana doğru uzatmıştı.
Ağzımı açıp geri kapadım.
Şu an sadece ağlamak istiyordum.
"Sen hastasın." dedim.
Kollarında sağlam yer kalmamıştı.
Tekrar piç gibi gülümseyip başını salladı.
Bir anda ayağı kalktım ve tahtaya doğru yürüdüm.
Ellerimi başıma götürdüm ve sağa sola doğru yürümeye başladım.
"Bunu kendine yapmış olman iğrenç!" dedim.
Söylediklerimi duymamaya başlamıştım.
Sevdiğiniz kişiye zarar gelse sanırım deliye dönerdiniz. Ama o, kendine zarar veriyordu. Parmaklarımı çıtlatmaya başlayıp derin nefesler aldım.
"Karel! Sen ruh hastasısın! Sen, sen kelimenin tam anlamıyla mazoşistsin!" dedim. Aslında dediğim yüzlerce kelimeler arasında duyduğum tek kelime "mazoşistsin" olmuştu.
Göz ucuyla Karel'e baktığımda ellerini yumruk yapmış, dişlerini sıkıyordu.
Ona doğru bir kaç adım attım.
Yanına gidebilirdim fakat, ayağa kalkıp beni bir anda duvara yapıştırmış olması, canımı bedenimden çekip alması kadar acıtmıştı.
"Bana bir daha mazaşist deme!" dedi.
"Sakın servisteyken bana bakma."
"Benimle konuşmaya çalışma."
"Sakın, sakın bir daha benimle iletişim kurmaya çalışma!" dedi. Nefesim o kadar çok kesilmişti ki, her an yere yığılabilirdim. Başımı olumsuzca salladım.
Onu rahat bırakmayacaktım.
Bir amacım vardı. Onunla çıkmak.
Nefesim iyice kesilsin diye mi yapıyordu bilmiyorum ama, artık tamamen duvara sıkışmış hissediyordum.
Gözlerimi hafif kapadım ve nefes almaya çalıştım.
Dizlerim daha fazla dayanamayınca beni taşıyamadılar.
Yere çökerken, duvardan ağır bir ses gelmişti.
O ses belki de, Karel'in kalbinde olan hüsranın sesiydi.
Belki de, benim yere çöküşümün sesi..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mazoşist -Askıda-
Fantasy"Sen, kelimenin tam anlamıyla bir mazoşistsin!" Hayatının ilk ve tek yanlış cümlesi buydu. Ona ne hakla bu kelimeleri söyleyebilmişti ki? Kız, söylediği cümlenin ne kadar yanlış olduğunu düşünürken, çocuk sinir küplerine binmiş, tırnaklarını avuç...