Ailemin tek çocuğuydum. Tek çocuk olmayı en uç noktasına kadar yaşadım, her isteğim oldu, her şekilde yaşadım. Ailemin durumu iyiydi, evimiz büyüktü. Sadece kocaman iki oda benim için ayrılmıştı. Odamda eğlenebileceğim her oyun, her oyuncak bulunurdu. İsteklerimi yerine getiren hizmetçiler, beni çok seven bir ailem vardı. Ailemi kaybedeli yedi sene oluyor, o zamanlar on üç yaşındaydım. Hiçbir şeyin farkında değilken, küçücükken ortada kalmıştım. Okula gidiyordum, birkaç yakın arkadaşım vardı ama hiçbiri benim boşluğumu dolduramadı. Üzüntüden ağlayamıyordum, hâlâ onları kaybettiğime tam olarak inanmıyorum.
Ailemi kaybettikten sonra üç sene daha o kocaman evde kaldım. Hizmetçilerimiz ailem olmuştu, içimdeki acıyı teselli edenler onlardı. Üç senenin sonunda amcam ve eşi beni evlerine aldılar. On altıncı yaş günümde yanımda oldular bana aile şefkati verdiler. Günler su gibi akıp geçiyordu. Okula gidiyordum, eve geliyordum ama annem ve babam bir an olsun aklımdan çıkmıyordu. Üç sene önce trafik kazası yaşanmadan ben, şımarık ve asi bir çocukken şimdi solgun yüzümde, büyük safir mavisi gözlerim değil mutluluk için, kızgınlık ya da üzüntü için bile parıldamıyordu. Günde beş altı cümle ya konuşur ya konuşmazdım. Onlarca kıyafetim, ayakkabılarım vardı ama bütün bir hafta aynı kıyafetleri giyerdim duş bile alsam. Annemin kolyesi boynumda, babamın saati hep baş ucumda olurdu. Hep dayanacak birini arardım.
Her gece aynı rüya, aynı kâbus. Uzun bir yolda koşuyorum etraf sis bulutları ile çevrilmiş. Koşuyorum ama yolun ne bir sonu var ne bir başı. Bağırıyorum ama sesim çıkmıyor, duruyorum koşmaktan nefes nefese kalmış bir şekilde vücudum uyuşmaya başlıyor nefes seslerim git gide sönüyor. Karşımda olağan gücü ile parlayan yemyeşil bir ışık. Tamam diyorum tipik bir ölüm hikayesi, uykumda ölüyorum. Ama hayır, her sabah tekrar o çalar saatin sesi ile uyanıyorum ve her günü önceki günlerle aynı bir gün yaşıyorum. O kadar uyuşmuş ki bedenim mutluluk bir kenara acı bile duymuyorum.
Kısa küt saçlarımda bir el hissederdim her sabah. Yine uyanamadın bu sabah derdi, kahvaltı hazır. Amcam iyi bir insandı, bir inşaat mühendisine göre çok fazla yasal iş yapardı. Emeğinin karşılığını aldığı zamanlarda yüzü hep gülerdi. İnsanlar içinde böyleydi bu. Bir insan doğru bir iş yaptı mı hemencecik gamzeleri beliriverirdi yanaklarında. Her zaman bakımlı eşi de onun gibi pürüzsüz bir insandı. Bir kez olsun birbirlerine bağırmalarını, kızmalarını görmemiştim. Amcamın ve yengemin bu ailevi yapısı, beni kendi ailemin onlar olduğuna ikna etti.
****
Ayak bileğim acı içinde uyandım. Üzerimde uzun beyaz bir tişört, belimden aşağısı kan revan içinde, yüzüm elle fark edilecek kadar şiş. Ayağımdan uzanan paslı zincir, ağır demir yatağın baş ucuna bağlıydı. Her yanım toprak kokusu ile çevrilmiş, sanki biri beni yüksek bir tepeden yuvarlamışcasına ağrı içindeydim. Nerede olduğumu bilmiyordum, nasıl buraya geldiğimi.. Rutubet kokan odanın tavanından sağ koluma damlayan buz gibi su ruhumun derinliklerine kadar işliyordu. Bunu hak edecek ne yaptım? Yıllar sonra ilk defa ağladım. Hayatım gözlerimin önünden geçiyordu ama dünden ya da en azından uyumadan öncesine dair en ufak bir şey hatırlamıyordum. Bulunduğum oda adeta bir hücre gibiydi demir kapısı, tavana yakın küçücük bir penceresi vardı. Gözlerimi kapattım. Başka bir kabus olmalı. Hayır bileğimin acısı, buz gibi su.. Şuan belkide bu yedi sene içinde yaşadığım en gerçek andı.
Demir kapının kilidine bir anahtar girdi. Bağlı olduğum yatağın üstüne fırladım. Üstümde ki beyaz geniş tişörtten başka, acizliğimi örtebilecek en ufak bir bez parçası, iç çamaşırı yoktu. Yatağa fırlayınca biraz önce oturduğum yere bulaşmış kanların parıldaması tüylerimi ürpertmişti. Bana bunu kim yaptı? Neden?! Benden ne istiyor bu insan ya da insanlar! Anahtar, kilidi üç kere çevirdi ve demir kapı aralandı.
-"Al ye şunları." Sesi, sırtımı dayadığım duvardan bile soğuktu.
+"Kimsiniz, neden burada tutuyorsunuz beni?" dedim. Elindeki tepsiyi önüme bıraktı, kapıdan çıkıyodu ki sesimi yükselterek tekrar sordum.
+"Beni öldürmüyorsun ama bırakmıyorsun da, amacın ne bana açıklamak zorundasın!"
-"Senin gibi bir fahişeye tek kelime etmek zorunda değilim, sesini kesip oturmazsan öldürmüyorsun kelimesini boğazından kanla beraber geri yollarım midene." dedi. Kazağının ucunu eliyle biraz kaldırdığında pantolonuna sıkıştırdığı silahın kabzasına ışık vurdu. Adam bunları söylerken yüzünde ne bir kızgınlık vardı ne bir dalga geçme havası. Tamamen duygusuz ifade ile söylemişti bu cümleleri, cümleler beynimde yankılanırken ciddi olduğunu anladım bu adamın. Arkasını döndü, kapının eşiğinden adım atarken eli arkaya gitti kapıyı sertçe çekti. Kilidin sesi üç kere tekrar duyuldu ve ayak sesleri giderek uzaklaştı. Uzun bir koridor vardı dışarıda, uzun uzun yürümüştü. Burası bilmediğim bir evdi, bilmediğim biri beni tehdit ediyor ve zorla burada tutuyordu. Adam bulunduğum odadan çıkarken arkasına bile bakmamıştı beni bir tehdit olarak görmüyordu, rahatlıkla canımı alabilirdi.
Odanın penceresi o kadar küçüktü ki, içeri güneş girmiyordu. Bu odada saati tahmin edemez, geceyi gündüzü ayırt edemezdiniz. Uyandığım zamandan itibaren bir daha uyumamıştım ve yaklaşık iki gündür burada olduğumu düşünüyordum. İrkildim. Kapının önünden aşina olduğum bir ses geldi. Tatlı bir bayan sesi ama cümleleri bir o kadar isteksizdi.
-"İçeride mi?"
+"Evet efendim, sizin için tutuyoruz." dedi dün beni tehdit eden o soğuk adam.
-"Pekala, aç bakalım kapıyı."