Evden çıktığımda saat neredeyse 9 olmuştu. Koyu ve bulanık bulutların arkasından güneş çekingen bir tavırla kendini insanlara göstermiyordu. Bir radyo programından teklif almıştım ve tabiki bu beni inanilmaz derecede mutlu etmişti. Arabalarda, otobüslerde, radyolarda insanlar benim cümlelerimi, fikirlerimi, düşüncelerimi öğrenebilecekti. Bu tamamen bana kalmış bir programdı. Bana verilmiş 1 saatte ben insanlara bir anımı, duyduğum bir hikayeyi, hatta okuduğum son kitabın ne kadar sıkıcı olduğundan bile bahsedebilecektim.
Radyo binasına vardığımda çoktan herkes işinin başındaydı. Ayakta duran, orta kilolarda bir bayana adımı ve soy adımı söyleyerek beni yönlendirmesini istedim ve oda beni 3. kattaki radyo ve haberleşme bölümüne yolladı.
içeri girdiğimde kalın, ses geçirmeyen camların arkasında, kutu gibi odalarda bir sürü insan yayın yapmaktaydı. Yavaş yavaş odaların önünden geçerken bir diğer odanın kapısında adımın yazdığını gördüm. Içimi bir an sevinç dalgası yayılmıştı ve heyecanla kapıyı açtım. Göbekli bir adam mikrofonu ve bazı gereçleri hazırlıyordu ve beni görünce gülümsedi.
"hoş geldiniz Mira hanım" dedi suratıma bakıp, gülümserken.
"hoş bulduk" dedim gülümseyerek.
"Bugün ilk iş gününüz değil mi? " dedi adam.
"evet" dedim çekinerek ve adam oturmam için uzun, koyu kahverengi bar sandalyelerini anımsatan sandalyeyi işaret etti. Oturdum ve bazı ayarlamaların nasıl yapıldığı ile ilgili bir kaç şey öğrendim. Yayınımın başlamasına 15 dakika vardı.
"Adınız nedir?" diye sordum adama.
"Güven" dedi ve gülümsedi yine.
Adama teşekkür ederek içimde tuttuğum nefesi dışarıya bıraktım. Ne kadar zor olabilirdi ki? belli bir konu yoktu o konuyu tamamen ben yaratacaktım ve bunun içinde profesyonel olmak gerekmiyordu.
15 dakika'nın sonunda heyecanımı bastırabilmiştim. Güven 10'dan geriye sayıyordu ve sonunda yayında olacaktım.
...5..4..3..2..1..0 "yayındasın"
"Evet sayın dinleyiciler sanırım bugün fazlasıyla huzursuz ve bir okadarda bıkkın hissediyorsunuz. Güneş kendini göstermeye çekiniyor gibi değil mi? belkide biz insanlar onu kızdırmışızdır ve artık o bize kendini göstermekte fazlasıyla inatçıdır. Küçükken anneannemin bana söylediği bir söz vardı.
"Güneş mutluluktur, hüzündür, aşktır ve hatta nefrettir."
Yazın geldiğini müjdeleyen bize televizyonlar değil, güneştir.
Tamda yürüyüşe çıkacağınız bir istanbul sabahında güneş bu seferde tüm o kara bulutların ardından ağlar ve göz yaşı damlalarını hüzünle bize gönderir.
Bir güneşin batışını izlerken aldığınız evlilik teklifi size güneşin sunduğu bir hediyeydi belkide.
Ve bazı insanlarda sıcağı hiç sevmezler. Güneşten nefret ederler sonra güneş bu insanlara küser ve öyle bir hava yaratırki bizlere, ne hüznünü gösterir o bulutların arkasından, ne de o sıcaklığını sunar bizlere o kara bulutların ardından.
Ve bugünkü konumuza dönelim. Size izlediğim güzel filmlerden birini anlatacağım. Bu filmimizin adı "Before Sunrise"
filmimiz 1995 yapımı Before Sunrise/Gün Doğmadan. Film, Avrupa’yı trenle dolaşan iki üniversite öğrencisinin bir gününü anlatıyor. Erkek olanı Amerikalı. Aslında Madrid’e kız arkadaşını ziyarete gelmiş ama kız arkadaşının değiştiğini görünce birkaç gün içinde ayrılmış. En ucuz uçağın Viyana’dan olduğunu öğrenince de hem zamanı olduğu için hem de biraz gezmek için Avrupa’yı gezmeye karar veriyor. Filmin başladığı günün ertesi günü uçağı kalkacak. Kız olanı ise Fransız. Sırf eğlence olsun diye Avrupa’yı gezmeye çıkmış fakat şimdi dönüş yolunda. Hatta ertesi gün bir arkadaşına Paris’te yemek sözü var. İşte bu birbirlerinden farklı iki genç trende buluşuveriyor. Yan koltuğunda oturan bir çiftin kavgası yüzünden kız kalkıp oğlanın çaprazına oturuyor. Gelen tartışma sesleri yüzünden konuşmaya başlıyorlar. Biraz sonra seslerden iyice rahatsız olup yemekli kompartımana geçiyorlar. Bir yandan bir şeyler atıştırıp bir yandan birbirlerine sorular soruyorlar. İkisinin de birbirlerinden hoşlandığı belli ama birbirlerine belli etmemeye çalışıyorlar. Derken tren Viyana’da duruyor. Oğlan “Benle gelsene, gezeriz.” diyor. Kız ufacık bir tereddütten sonra sırt çantasını kapıp trenden iniyor ve ikilinin Viyana turu başlıyor. Kah yürüyerek kah oturarak Viyana’yı turluyorlar. Arada dönme dolaba biniyorlar, bir bardan şarap dilenip ertesinde bir dilenciye şiir yazdırıyorlar. Kısacası ertesi gün, gün doğana kadar dilediklerini yapıp eğleniyorlar. Bütün bunları yaparken gün doğunca ayrılacaklarını biliyorlar. Sonuçta doğal olarak gün doğuyor. Oğlan kızı trene bindirmek için perona geliyorlar. Son kere öpüşürlerken sözlerini unutup 6 ay sonra aynı peronda buluşmaya karar veriyorlar ve ayrılıyorlar.
Aslında birbirlerinin ruh ikizleri değillerdi. Adam herşeye maddesel yaklaşırken, kadın herşeye manevi yaklaşıyordu. Bunu kadının falcıyı ciddiye almasından, adamın ise bunun saçmalık olduğunu düşünmesinden anlayabilirdiniz.
Onlar o günü, birbirlerini görecekleri son gün olarak yaşadılar ve onların ayrılma vakitlerinin geldiğini haber veren şey Güneşti. Gün Doğmadan ayrılacaklardı ve bu seferde yine ayrılık haberini veren güneş olmuştu. Ama onlar o ana kadar hep mutlulardı. Birbirlerinin hayatlarındaki son günlerinde bu denli mutlulardı. Peki siz? siz bunu başarabiliyormusunuz?
Ama onlar o sonu yaşatmak istemedikleri için 6 ay sonra aynı peronda buluşmaya karar veriyorlar. Peki buluşuyorlar mı? onuda filmin devamı olan "Before sunset" filminde öğrenebilirsiniz.
Pekala yarın yine aynı saatte buluşmak üzere..kendinize iyi bakın! "
4..3..2..1.."kestik""gerçekten iyiydin"
"teşekkür ederim" dedim ve gülümsedim. Güven bey çok babacan bir adama benziyordu.
binadan çıkarken bu işten gerçekten çok zevk aldığımı fark etmiştim.