Etrafıma baktım herkes aileleri ile gülüyor, oynaşıyordu. Sevgililer el ele yürüyor, gülümsüyorlardı.
O an yalnızlığımı bir kez daha hissettim. Yalnızlık. Aslında herkesin kendi içinde en karanlık köşesine sıkıca zincirlediği ve onu görmezden gelmeye çalıştığı duyguydu yalnızlık. Bendeyse yalnızlık zincirleri kırıp içimdeki o karanlık köşeye yerleşeli çok olmuştu. Yalnızlık sinsi bir virüs gibiydi, insanı içten içe yiyip bitiriyordu, ama en kötüsüyse yalnızlığa karşı koyamıyordunuz. Yalnızlık sizi yiyip bitirirken siz olanlara içinizde korkmuş şekilde saklanarak izliyordunuz, sizi kontrol altına alırken hiç bir şey yapamıyordunuz, tam ondan kurtulmaya karar verdiğiniz anda başka bir duygu çıkıyordu ortaya. Çaresizlik. Çaresizlik sizin elinizi kolunuzu bağlıyordu, ne yaparsanız yapın kurtulamıyordunuz. Yalnızlık ve çaresizlik sizi bataklığınıza çekiyordu ve onlardan kurtuluş yoktu.
Hayatta en korktuğum iki duygu benim içimde büyümüştü, onları ben beslemiştim. Suçlu aslında bendim ama kendime itiraf edemiyordum, içimdeki vicdan mahkememde bir çok kez kendime yenik düşmüştüm ve artık dayanamıyordum, artık ne ruhum, ne kalbim, ne de bedenim bunu kaldıramıyordu.
Ben buydum. Duygularını en derinden yaşayan, yaşadıklarını içindeki derin kuyuda biriktiren derin bir kızdım. Ben Ezel Günay'dım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Derin
RomanceHayat tek renge sığamayacak kadar kısayken neden ruhumuzu tek bir renge hapsedelim ki?