Milyonlarca meleğin kanatlarının gölgesi Dört Atlı'yı sarmalamıştı. Kanatların huzurlu gölgesi altında kader yazıldı. Birinci Atlı'nın ipek misali alnına dökülen altın sarısı saçlarının üstüne; evrende eşi benzeri bulunmayan mavi-beyaz mücevherlerle süslenmiş heybetli bir taç konduruldu. Birinci, atının bembeyaz yelelerini nazikçe okşadı ve omzuna beyaz altından yayını taktı.
Melekler, devasa kanatlarını havalandırdı.
Rüzgar, "Zafer..." diye fısıldadı.
İkinci atlı, vücudundan buram buram yayılan ateşin verdiği güçle yırtıcı bir şekilde gülümsedi. Uzun azı dişleri dudaklarına batarken akan kanı diliyle temizledi ve huzurla gözlerini yumup yakut kızılı atına yaslandı. Kor ateşlerde dövülmüş, kenarlarına kuvvetli mühürler işlenmiş kudretli kılıcı İkinci teslim aldı. Kılıcın yaydığı uğursuz enerji O'nu keyiflendirdi.
Melekler, devasa kanatlarını havalandırdı.
Rüzgar, "Savaş..." diye fısıldadı.
Üçüncü atlı, atının üstünde halihazırda dimdik duruyordu. Uzun sarı saçları, atının simsiyah yelelerine dökülüyordu. Dudakları ip gibi gerilmiş ve kısık gözleri adeta bir hedefe kitlenmişçesine alev alev yanıyordu. Eline muntazam bir terazi konduruldu. Üçüncü, teraziyi ince uzun parmaklarıyla sıkıca kavradı ve kaşlarını daha derin çattı.
Melekler, devasa kanatlarını havalandırdı.
Rüzgar, "Tüket..." diye fısıldadı.
Dördüncü atlı, simsiyah bir uzay boşluğunu andıran gözlerini yerden kaldırmadı ve soluk renkli atından tek hamlede indi. İnsan tenini soğukluğuyla kesebilecek kuvvette olan bakışlarını kaldırdı ve meleklere doğru baktı. Melekler eğildi. Ölüm, ölüler diyarının acı dolu çığlıklarla dolmuş olan uğultusunu getirirken diğer Atlılar başlarını eğdiler. Ölüm, gülümsedi. Acı çığlıklar daha da yükseldi.
Melekler, devasa kanatlarını havalandırdı.
Rüzgar, "Yok et..." diye fısıldadı.
***
Evren, varoluşundan itibaren sonunu hazırlayan yollara itiliyor gibiydi. Yaşamın olduğu bilinen tek gezegen Dünya'da sona itiliyor olmanın verdiği yansımalar kendini insanlar üzerinde müjdeliyordu.
Son geliyordu.
Gök kubbede, insan kulağının algılayamayacağı bir kristal çanın sesi yankılanıyordu. Birinci geliyordu.
Güneş, tüm ihtişamıyla gökyüzünde insanları selamlarken birkaç gri bulut güneşe isyan edercesine dolanıyordu. Serseri bir kar tanesi bulutların arasından sıyrıldı ve dünyaya gözlerini açamadan Güneş'in gazabına uğrayıp buhar oldu.
Sadece doğanın bildiği bu garip olayın yaşanması, Birinci Atlı'nın gelişinin fısıltısıydı. Bembeyaz atının nal sesleri rüzgarla gökyüzüne karışırken bu müjdeyi dağlara taşıdı; dağlar içinde yanan ateşi uyarırken patlayan lavlar ağır ağır bu haberi suya kavuşturdu. Ve Güneş heyecanla daha da ısındı. Dünya, Kral'ın gelişini selamladı.
Zayıf fakat atletik olan bembeyaz bir at ile harikulade bir uyumla birleşmiş ve onlara bakanın gözünü alabileceği parlaklıkta bir enerji yayıyorlardı. Birinci atlının da atı gibi zayıf ve atletik bir vücudu vardı, yumuşacık altın sarısı saçlarının üstünde sanki onunla doğmuşçasına yakışan parlak bir tacı, heybetini haykırıyordu. Dünya'ya atının sırtında ve insan siluetiyle inmişti. Atının nalları nihayet toprağa değdiğinde, rüzgarın dansı bitti ve hava dinginleşti. Birinci atlı, atının güçlü beyaz boynundaki okşadı ve hafifçe eğilerek "Nereye gideceğini biliyorsun," diye fısıldadı. "... Zafere gidiyoruz."
İnsanların amansızca çığlıkları, yüksek dağlara çarparken kılıç seslerine karışan zafer nidaları, Kral'ın adının haykırışlarına karışıyordu. "Kral çok yaşa, İsa çok yaşa!"
Birinci atlı, atını sürdüğü her yere zaferini de beraberinde taşıyordu. Oku, beyaz altından olan yayından ayrıldığında çıkan ıslık sesi, bir kaplanın haykırışı şeklinde kulaklara nüfuz ediyordu. Bastığı her toprağa barış tohumları ekiyor, solan ağaçların tekrardan can bulmasını sağlıyordu.
"...Gelmemeliydin," İblis'in fısıltısı ağacın yapraklarının hışırtısının arasından sıyrılıp Kral'ın kulağına doldu. "Boşuna çabalıyorsun."
İblis korkudan titreyen sesini bastırmak adına ufak bir kahkaha patlattı. Kral, olacakları biliyordu. Canını aldığı şeytanlar, sadece İblis'in tohumlarını bıraktığı varlıklardı. Gerçek İblis'e dokunamazdı. Onun görevi, sonsuzlukta belirlenmişti. O, beyaz atını güneşin okşadığı her toprağa sürecek ve zaferler kazanacaktı. Tohumların canını birer birer alıp İblis'in tüm varlığına korku yayılana dek durmayacaktı. İblis saklanana kadar gölgesini, dünyanın her yerine taşıyacaktı. Bu çabası, onun kaderine yazılmıştı. Etrafında yükselen suların yutmakta olduğu bir şehirde yaşayan anne misali, bebeğini son tatlı uykusuna yatırmak için gelmişti. Son, bin yıllık uyku.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARMA
ФэнтезиBirinci Atlı, "Barış!" dedi ve okunu gökyüzüne gönderdi. İkinci Atlı, "Savaş!" diye hırladı ve çenesinden akan kanları elinin tersiyle temizledi. Üçüncü Atlı, "Sömür!" dedi ve insanların çektiği eziyeti büyük bir açlıkla izledi. Dördüncü Atlı, "Öl...