Sybella, gördüklerini yorumlamaya çalışırken yüzünün şekilden şekile girmesini seyrettim. Ama şekilden şekile dediğim bir mutlu, bir üzgün değil; sadece korkunun her şekliydi…
Renkli gözlerini aralamaya başlayınca biraz daha rahatladım. Neredeyse yarım saattir gözleri kapalı, tuhaf şeyler mırıldanıyordu. Bu çılgın kâhinin davranışlarından her zaman korkmuşumdur. Kuzguni renkte saçları dağınıktı, son derece demode görünen elbisesi ve adeta delirmiş gibi bakan gözleri mükemmel bir uyum içerisindeydi.
Buraya gelmemin sebebi, sabah sokakta yürürken, içimde kötü bir his olmasıydı. Yolunda gitmeyen bir şeyler olabileceğinden şüpheleniyordum. Akıllandım artık. Geçen seferki gibi ‘bir şey olmaz’ demeyeceğim. Eğer biz büyücülerin içine bir şey doğarsa, onu görmezden gelmemiz kötü bir karar olur. Zaten aylardır kâhinle bir görüşme yapmamıştım. Bugün bir görüneyim dedim. Ne olur ne olmaz değil mi?
Ağzını yavaşça araladı. Dilinden zehir gibi dökülen kelimeleri iyice anlayabilmek için Sybella’ya biraz daha yaklaştım.
‘‘Ölüm görüyorum, gereğinden fazla
Karamel rengi saçlar yayılmış karanlığa
Çığlıklar dökülüyor pembe dudaklardan
Bir asma çıkıyor kanla yıkanmış topraktan…’’Sybella’nın bir kehanette bulunduğuna ilk kez şahit oluyordum. Tanrım, bu gerçekten çok tüyler ürpertici. Bir an hiçbir şey düşünmeden öylece durdum. Kelimeler kafamın içinde dönüp duruyordu. Sybella’ya kaçamak bir bakış atıp oturduğum yerden kalktım.
Dreon’un serin havasını içime çekerek geniş caddede ilerlemeye başladım. Aceleyle koşuşturan büyücüler, oyun oynayan çocuklar, dedikodu yapan kadınlar ve öğle arasına çıkmış çalışanlar… Herkes için ne kadar da sıradan bir gün diye düşünürken yanımdan hızlı adımlarla -daha doğrusu koşarak- yürüyen çok yakışıklı bir adam geçti. Birkaç saniye sonra adamın gittiği yerden çok yoğun ve parlak kırmızı bir ışık huzmesi yayıldı etrafa. Arkamı dönünce adamı yerde yatar şekilde buldum. Ve kim olduğunu göremediğim siyah cüppeli biri onun boğazını sıkıyordu. Adam çırpınsa da bu esrarengiz görünümlü kişinin ellerinden kurtulamıyordu. Daha dikkatli bakınca ışığın adamın boğazını sıkan elden çıktığını gördüm.
Adama yardım etmek için tüm gücümle yanlarına koştum, asamı sıkıca kavrayıp kim olduğunu göremediğim kişiye doğrulttum ve kadını arkaya doğru fırlatarak-havada uçarken kadın olduğunu fark ettim- adamdan ayırdım. Adamın yanına koşunca gözüm, boğazında yeni oluşmuş kırmızı şekillere takıldı. Hangi büyü olduğunu anlamaya çalıştım. Karışık şekiller bana çok tanıdık geliyordu. Bir anlık şoktan sonra anladım. Tanrı öldüren.
Her klanın kendine has büyüleri, güç ve özellikleri vardır. Ablerion klanına bağlı olmayan bir büyücü böyle bir büyü yapamaz. Aslında bunu yapabilecek bir kişi var. Ablerion’un tek varisi Styks. Kalan son üyeleri de – Styks’in ailesi – geçen yıllarda öldü. Bu büyü, tanrı öldüren, çok eskilere dayanan bir köken büyüsüdür. Zeus, Ablerion’un karıştığı pis işlerden sonra klanı lanetlemiş ve kara büyüyü yasaklamıştır. Fakat Ablerionlar, nesiller boyu gizlice kara büyü yapmalarıyla tanınmışlardı. Ama Zeus nedense artık bunu görmezden geliyordu.
Yerde yatan tanrıya dikkatle baktım. Göğsü, nefes alabilmek için hızlıca inip çıkıyordu. Asamı kalbine dayayıp ‘ Nefes! ’ diye fısıldadım ve adamın solukları normale dönmeye başladı. Islak gözlerine mahcup bir bakış yerleşmişti. Kalkması için asamı ona uzattım. Ucunu iyice kavrayıp zar zor ayaklanmasıyla arkadan ayak sesleri gelmeye başladı. ‘‘Bakın burada kimler varmış’’. Bu sesi duymadan önce de-büyüden dolayı- kim olduğunu anladığım Styks alaycı bir sesle yanıma geldi. Öfkeli bakışlarımı ona çevirince yine bir haltlar karıştırmaya başladığını fark ettim. Asasını tanrıya uzatmış bir şeyler mırıldanıyordu. Yine.
-Sen ne yaptığını sanıyorsun?
-Ah Cassie… Ne yani, hala ne yaptığımı anlayamadın mı?
-Benimle ağız dalaşı yapma! Çabuk toz ol buradan. Hemen!
İşaret parmağını masum bir çocuk gibi alt dudağına götürerek;
-Hımm… Bir düşünelim… Yani şimdi gitmezsem ne olur? Nasıl da düşünemedim! Tabi ki bana büyü yaparsın. Hey bir saniye. Yapamazsın!
Sinir krizine girmeden önce nefesimi kontrol etmeye çalışarak ;
-Biliyor musun? Köken olup olmadığın beni hiç ilgilendirmez. Beni ilgilendiren tek şey o elindeki asanın nerende daha güzel duracağı!
Gittikçe artan sinirim gözümü döndürmeye başlıyordu. Asamın elimde yanmaya başladığını hissettim. Onu tutamayacak sıcaklığa geldiğinde de hafif bir çığlıkla -o sırada çığlık attığım için kendimi öldürebilirim- asayı elimden attım. Yere düştüğünde üstünde dumanlar tütüyordu. Böyle bir şey başıma ilk defa geliyordu ve bunun ne anlama geldiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.Asaya, gözleri fal taşı gibi bakan Styks, yanımdan koşar adım uzaklaşmaya başladı. Şuan onu takip etmekten daha büyük dertlerim olduğu kanısına vardım. Kehanet , asa… Lanet olasıca şu tanrıda nerden çıktı!?
