Sene 1703
Genç kız söylene söylene yürüyordu karanlık ormanda. Gecenin bir vakti arkadaşlarıyla otururken saçma sapan bir oyun oynamaya karar vermişler, genç kız itiraz etsede bir şekilde onu da ikna etmişlerdi. Şimdi akılsız başının cezasını çekiyordu işte. Kimseye boyun eğmemesiyle, korkusuzca karşı ülkenin kralına bile kafa tutmasıyla ama en çok da inatçılığıyla bilinirdi. Ona yapamazsın denirse o şeyi yapana kadar durmayacağını arkadaşları da gayet iyi bildiğinden zayıf noktasından vurmuşlardı onu. Kral muhafızlarının bile girmeye çekindiği karanlık ormanda tek başına bir saat geçirecek, sonra da evine dönecekti.
"Ne diye kabul edersin ki." dedi kendi kendine.
Biraz duraksadıktan sonra da"Ne olabilir ki? En fazla o korkunç canavar çıkar karşıma." diye devam etti.
Bunun gibi düşüncelere dalmışken evinden çok uzaklaştığının farkına varamamıştı. Çıplak ayaklarını yumuşak toprağa sertçe vura vura ilerliyordu ki bir yırtılma sesi duymasıyla ve ilerlemesini engelleyen bir baskı hissetmesiyle olduğu yerde kalakaldı. Başını arkasına çevirip baktığında uzun beyaz elbisesinin ince bir dal parçasına takılıp yırtıldığını gördü. Gözlerini devirip derin bir nefes alıp verdi. Elbisesini kurtarmak adına biraz çekiştirdi fakat bu daha da yırtılmasına sebep oldu. İçinden bildiği tüm kötü sözleri sıralaya sıralaya arkasına dönüp elbisenin tam olarak takıldığı yeri görmeye çalıştı. Havanın karanlık olmasının işini pek kolaylaştırdığı söylenemezdi. Büyük siyah ağaçlar arasında süzülen ay ışığı huzmeleri yeterli olmuyordu Yakından görebilmek adına eğildi. O ufak dal parçası neredeyse elbisesinin dizlerine gelecek kısmına kadar bir yırtık açmayı başarmıştı.
"Böyle şeyler hep beni bulur zaten!" diye söylenirken takıldığı yerden kurtarmaya çalıştı bez parçasını ve başardı da. Bir an önce şu saçma oyuna son verip evine dönse iyi olacaktı. Farkında olmadan bir saati geçirmişti ya da dönüş yolunda geçerdi mutlaka. Eğildiği yerden doğrulacakken arkasından gelen çatırtı sesini ve başına inen sert darbeyi hissetmesi bir oldu.
🌙🌙🌙
Gözlerini zorlukla aralamaya çalıştı fakat başında öyle bir ağrı vardı ki, ninesinin özel merhemini sürse bile geçmeyecekmiş gibiydi. Bir eliyle başına baskı yaparak açtı gözlerini. Hissettiği soğuktan anladığı kadarıyla beton bir zemin üzerinde oturuyordu. Sırtını yasladığı duvara uzattı boştaki elini. Ondan destek alarak zor da olsa ayağa kalktı. Soğuk duvarlardan birinin tepesinde duran minik bir açıktan içeri sızan güneş ışığı sayesinde en azından yine karanlıkta olmadığını düşündü. Bu küçük olduğunu tahmin ettiği, betonla kaplı soğuk odada gözlerinin ışığa alışmadığı için elini gözüne siper ederek ilerlemeye başladı. Sendeliyordu biraz. Nerede olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Ta ki tam önünde beliren demir çubukları fark edene kadar...
Son hatırladığı elbisesinin bir dal parçasına takıldığıydı. Sonrası yoktu hafızasında. Böyle bir yere kendiliğinden gelecek hali de yoktu. Demir çubukları tuttu iki eliyle. Amcasının sarayındaki zindanların da böyle betonla kaplı, demir çubuklar olduğunu duymuştu daha önce. O vakit zindan da olmalıydı. Neden buraya getirildiğine dair herhangi bir mantıklı neden de bulamıyordu. Karanlık ormana girmek yasak değildi. Kaldı ki mahkum ilan edilsin.
Başındaki ağrı ara ara gözlerinin kararmasına sebep olsada tutunduğu demir çubukları sallayarak bağırmaya başladı.
"Çıkarın beni!"
Demirlerin çıkardığı rahatsız edici sesin canını yakmasını umursamadan sallamaya ve bağırmaya devam etti.
"Beni burada tutamazsınız! Amcaaa!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsunlu (ASKIDA)
FantasyKaranlık ayda, karanlığın bilgeliği ve zenginliği açığa çıkar, Ayın kadim hanımı eski sırları gece ehline fısıldar. Ve büyürken ay, artar sırlar, yükselişe geçer kadim yolu hatırlayanlar. Dolunay evresinde, yükselir ruhlar, dans ederler ayın altında...