"Buradan sağa." dedim avuçlarımın arasında gittikçe daha ağır hale gelen pusulaya bakarken. Minseok hyungun montu montuma sürtündü, "Emin misin?" diye yanıtladığında kafamı pusuladan kaldırıp gitmemiz gereken o sağ tarafa baktım. Daracık sokağın sonu gözükmüyordu, geçtiğimiz yerlerin hepsinden daha karanlıktı. Sütlü kahve cılız bir kedi biraz ilerimizde duran çöp kutusunun içinden fırlayıp sokağın dipsiz gibi duran karanlığında gözden kayboldu.
"Hiç tekin durmuyor biliyorum." dedim gergince gülümserken. Minseok hyung başını iki yana salladı.
"Şimdi sen böyle yaptın diye kesin başımıza bir şey gelir." dedim gülmeye devam etmeye çaba sarf ederken. Benimkinden bile gergin bir gülüşle "Zaten iyi şeyler olmayacak, hissediyorum." dedi. Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. Kaşları büzüşmüş gibiydi, alnındaki çizgiler kendini belli ediyordu. Saçları kararsız gözlerinin üstüne tel tel dökülmüştü. Elini kaldırıp boynunu kaşıdığında benleri parlak gümüş yüzüklerinin arasından göz kırptı.
"O yöne çıkacak başka bir yol bulalım."
Işıltılı ana caddeye çıkıp volta atarak pusulanın bize başka bir seçenek sunmasını bekledik ama inatla bize o sokağı gösterdi. Beş dakikalık bir keşif turunun sonundaysa yine aynı sokak başında dikiliyorduk, Minseok hyungun parmakları çenesinde bir ritim tutmuşken başını iki yana salladı.
"Başka bir seçeneğimiz şimdilik yok gibi duruyor." dedi. Sokağa ilk adımı o attı, ardından ben de kendimi sonu bilinmez karanlığın içine attım.
Sokak, loş ışıklar altında demir kapılarla dolu ıssız bir yerdi. Büyük ihtimalle cadde boyu pek çok mekânın arka çıkışları buraya açılıyordu. Babam burada olduğumu görse kalpten falan giderdi. Bir kedi ayaklarımızın yanından hızla geçti, Minseok hyung irkilip koluma sımsıkı yapıştı. Kedi olduğunu fark edince bedeni gevşedi ama kolumu bırakmadı.
Çevreyi kolaçan edip canlı caddenin, akan hayatın, insanların ve arabaların sesini çok uzatan sanki suyun altındaymış gibi duyuyorken birden Minseok hyungun bir yay gibi gerildiğini hissettim.
"Duyuyor musun?" dedi. Gözleri kısıktı, ileriyi kolluyor gibi duruyordu. Kulak kabarttığım zaman konuşan birkaç adamın sesini duydum, kesinlikle çok uzaktan gelmiyordu. Biraz, çok az ilerimizde olmalılardı. Minseok hyungun üstü kapalı hissettiği bela bu muydu acaba?
"Ne yapacağız?" dedim. "Yürümeye devam edeceğiz." dedi. "Temkinli ol."
Avucumdaki pusulaya son bir kez bakıp çenemi havaya diktim ve Minseok hyung ile seslerin geldiği yöne yürüdük. Karanlık ve ıssız sokak bazı yerlerde daha küçük çıkmaz sokaklara bölünüyordu. O çıkmaz sokaklardan birine çok yaklaştığımızda seslerin orada geldiğini anladık.
"Hiç bakma." dedi Minseok hyung yüzünü bana yaklaştırıp sesi çok gergin çıkıyordu. "Sakın bakma." Yaklaştığı için saçları boynuma sürtündü, yüzünü saklar gibiydi. Başımı salladım. Yine de istemsizce tam o aralığın önünden geçerken gözlerim ara sokağa çarptı.
Üç tane adam karanlığın onları yutmasını beklermişçesine oradaydı. Bir tanesinin sırtı boyasız duvara yaslıydı, bizden çok da büyük durmuyorlardı. Duvara yaslı olan avucumun içi kadar plastik bir poşeti kamuflaj desenli montu olana uzatırken üçüncü eleman hızlı bir şekilde para sayıyordu. Ne olduğunu idrak edemediğim o saniye poşeti diğerinin elinde alan adamla göz göze geldim. Dibi gelmiş sarı saçlarının örttüğü gözlerinde bomboş bir ifade vardı. Uzun çenesi biraz öne doğru çıkıktı ve yamuk burnunun daha önce kırılmış olduğu çok belliydi. Sadece bir saniye sürdü, öylece geçip gidecektik ama adamın bomboş gözleri beni gelişigüzel süzdükten sonra bir saliseliğine de olsa Minseok hyunga değdi. Boş gözlerini bir anda harlayan bir ateş kaplarken boğazının derinlerinden gelen vahşi bir ses ile bağırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a night with peter pan "xiuchen
Fanfic"Fark etmen için uğraşıyordum. Ne halde olduğunu görmen için, nasıl kaybolduğunu, kendini başkalarının isteklerinde nasıl da kaybettiğini görmen için uğraşıyordum. Şimdi bunların hepsi suratına çarpıyor çünkü böyle yaşayıp gidemeyeceğini, geceleri s...