Turuncudan sarıya çalan gökyüzünde gözlerimi hafifçe gezdiriyordum. Ayaklarımı ağır adımlarla birbiri ardına sürerek düşüncelerime engel olmaya çalışıyordum.
"Yalnız ben miydim değer veren.. Benim değerim? Yok muydu? "
- 1 Saat Önce -
Rose: Jungkook bekle!
Jungkook : Yarım saattir bekliyorum zaten Rose.
Rose : Uyuya kaldım altı üstü.
Jungkook : Ne uykucu bir şey oldun sen?
Rose : Olabilir.
Jungkook : Ne yapıyorsun gece de uykunu alamıyorsun?
Rose : Oyun oynuyorum.
Dedikten sonra en şımarık gülümsemem ile ona bakmıştım. O benim çocukluğum, oyun arkadaşım, sırdaşım, kardeşim... Hatta haberi olmasa da ilk aşkım...
Jungkook : Rose sana bir şey söyleyeceğim.
Rose : Hıhım dinliyorum. Ne söyleyeceksin?
Neden bu kadar ciddiydi şimdi?
Jungkook: Ben.. Bir süredir yurt dışında okumayı düşünüyordum.
Rose : Ve sen bana bunu söylemedin? Ee yani..
Jungkook : Hiç birşey kesin değildi çünkü. Sadece bir düşünceydi.
Rose : Şimdi kesin yani idi dediğine göre?
Jungkook : Evet... Ve yakında gideceğim.
Gideceğim cümlesi beynim de yankılanıyordu. Gidecek miydi gerçekten?
Rose : İyi git.
Ayakkabılarımı giydikten sonra adımlarımı hızlandırarak ondan önde yürümeye başlamıştım. Terk ediliyor muşum gibi hissediyordum.
Jungkook: Rose yapma böyle. Üzüyorsun beni.
Rose : Bir şey yapmıyorum ben. Git işte.
Jungkook : Rose hayallerimi biliyorsun. Bu kadar kızacağını düşünmemiştim.
Rose : Ne zaman geleceksin?
Jungkook : Bu... Uzun bir süre ama sana hep yazacağım. Tatillerde geleceğim. Lütfen kızma bana...
Dedikleri bana inandırıcı gelmiyordu. Başka bir yere gitmesini istemiyordum.
Rose : Kızmıyorum. Hayallerini de biliyorum. Git işte.
Jungkook : Rose...
Asık suratımla ona doğru koştum ve sıkıca sarıldım.
Rose : Ya orda beni unutursan?
Ağlayarak konuşuyordum. Beni unutması beni korkutuyordu.
Jungkook : Seni asla unutmayacağım Rose. Asla...
2 HAFTA SONRA
Konuşmamızın üzerinden 2 hafta geçmişti. O zamandan beri doğru dürüst konuşamamıştık. Sürekli bir koşuşturma peşindeydi ve okula da gelmiyordu. Üniversite sınavına hazırlanıyorduk. En azından ben hazırlanıyordum. Ama o gideceği okulu çoktan seçmişe benziyordu. Şimdi ise gözlerimin önünde son kez duruşunu izliyordum. Artık gidiyordu ve zor olsa da buna alışmak zorundaydım. Ağlamak içimden gelse de şuan ağlamayacaktım. Söz vermiştim. Ancak istemsizce kaşlarım çatılmıştı.
Jungkook : Rose ne konuşmuştuk biz.
Rose : Ağlamıyorum be.
Jungkook : İyi iyi tamam. Ben yokken uslu bir kız ol anlaştık mı? Seni hep arayacağım.
Rose : Tamam. Mesajlarıma cevap vermezsen öldürürüm seni.
Gülümseyerek bana bakıyordu.
Jungkook : Ölmek için çok gencim. Yapma.
Bana sıkıca sarıldıktan sonra arabaya yöneldi. Babasının yanına ön koltuğa oturdu. Camdan dışarı bakarak gülümsedi ve el sallayarak oradan uzaklaştı. Hayatımda hiç hissetmediğim kadar bir boşluk oluştu o anda içimde... Tarif edemediğim ıssız bir boşluk.
En son Jungkook ile ne zaman konuşmuştum? 1 hafta? 1 ay ? Yoksa 1 yıl mı? O kadar zaman geçti ki hatırlayamıyorum bile. Başlar da sürekli konuşup ediyorduk ancak zamanla aramaları kesildi. Bir süre sonra da mesajları... Benim attığım mesajlara da cevap gelmemeye başladı...Hatta en sonunda numarası kullanım dışı oldu... Ve bana verilen o söz unutuldu gitti...4 YIL SONRA
Sabah çalan alarmım ile zor bela yataktan kalktım. Üniversite 3. Sınıftayım. Zaman su gibi akıp geçiyor ve ben zamanın geçmesini istemiyorum artık. Bir gün zaman dursa da tüm gün uyusam... Okul çok yorucu...
Ben bu düşüncelerle boğuşurken telefonuma gelen mesaj sesi ile telefonu elime aldım.
Mark : Dün arabaya benzin koymayı unutmuşum. Doldurup ardından seni almaya geleceğim. Az geç kalabilirim özür dilerim.
Rose : Sorun değil bende yeni uyandım.
Mark : Yok artık. Beklemem seni haberin olsun.
Rose : Tamam tamam kalktım.
Nedense bugün diğer günlerden daha gürültülü bir gündü. Dışarda bir şeyler oluyordu ancak uykum daha ağır bastığından ilgimi ondan çekerek banyoya yöneldim. Bir duşa ihtiyacım vardı. Ayılmam için bu şarttı. Her sabah olduğu gibi...
Duşumu alıp hazırlandıktan sonra kahvaltıya aşağıya indim. Annemler benden önce kahvaltı yapmışlardı ama evde değillerdi. Nerde olduklarını merak etsem de hızla kahvaltımı yapıp kapıya çıktım. Kapıya çıktığım da ise anne ve babamı yan komşumuzla konuşurken buldum. Bu saatte ne işleri vardı?
Yan komşumuz dediğim kişi ise Jungkook'un ailesiydi. 4 yıldır görmediğim Jungkook ve her zaman hal hatırımı soran ailesi...
Son kez üzerime çeki düzen vererek anne ve babamın yanına ilerledim.
Rose : Ne yapıyorsunuz bu kadar erken saatte?
Annem : Ah Rose gidiyor musun? Biz de Jungkook'u gördük. Yardıma ihtiyacı var gibiydi. Eşyalarını taşımasına yardım ettik.
Kalbim deli gibi atıyordu. 4 yıldır konuşmadığım adam geri mi dönmüştü.
Rose : Geri mi döndü?
- (Jungkook'un Annesi) : Evet kızım geri döndüler sonunda temelli.
Rose : Döndüler derken?
- Ah şey..
Annesinin lafını Jungkook bölmüştü.
Jungkook : Rose... Merhaba
Gözlerim dolmuştu. Onu deli gibi özlemiştim ama ona o kadar uzak bir konumdaydım ki artık adım atamıyordum. Ağzının ortasına bir tane geçirmek istiyordum.
Rose : Merhaba Jungkook. Dönmüşsün.
Jungkook : Evet öyle olması gerekti.
Rose : Pek mutlu değilsin sanırım döndüğüne?
Jungkook : Yok canım. Sadece alışmışım oraya...
Rose : Anladım.
Sesi kalınlaşmış olduğundan daha bir hoş olmuştu. İyice uzamış ve vücudu da gelişmişti. Karşımda artık küçük bir çocuk olan Jungkook değil... Yakışıklı bir adam duruyordu... Ben Jungkook'u süzerken arkadan duyduğum ses beni düşüncelerimden kopardı.
Rana : Aşkım... Bir valizim arabada kaldı sanırım getirir misin?
Jungkook : Tabi ki ..
Aşkım mı? Ne dönüyordu burada ? Ellerim titriyor kalbim çarpıyor ve ben alev alıyordum.
Rana : Merhaba.. Sen Rose olmalısın. Ben Rana. Jungkook senden çok bahsederdi.
Uzattığı elini sıkmak istemiyordum. İçimden onu paramparça etmek geliyordu ama kendimi zorlayarak gülümsedim ve karşılık verdim.
Rose : Merhaba memnun oldum.
Sadece gülümsüyordum ve başka bir şey demiyordum. Jungkook valizi getirirken ve ardından kapıda onu kollarının altına alırken sadece izliyor ve gülümsüyordum. Aptalım çünkü ben sevdiğim adamı ilk aşkımı başkasıyla izliyordum.
Bayılacağımı hissederken beni kurtaran Mark'ın arabasının kornası oldu. Birden irkilerek arkamı döndüm. İçimden arabadan inip yanıma gelmesini diliyordum.
İçimden geçenleri okumuş olacak ki son derece havalı bir şekilde arabadan indi ve saçlarını düzelterek yanıma gelmeye başladı. Direk bize bakıyordu. Kapı da duran aileme Jungkook'a ve Rana'ya...
Mark : Merhaba Günaydın...
Tek tek ailemle saygılı bir şekilde selamlaştı. Annem oldu olası Mark'ı çok seviyordu. Mark'ın da şikayet ettiğini söyleyemem, anneme anne deyip sinirlerimi hoplatıyordu. Ama şuan ikisinin böyle konuşması son derece hoşuma gidiyordu.
Annem : Günaydın oğlum. Kahvaltı yaptın mı? İki dakika yapın içeride?
Mark : Yaptım annecim merak etme sen.
Rose : Günaydın...
Gözlerini yüzümden ayırmıyordu. Her ifademi ezberlemiş gibi beni yüzümden anlayabiliyordu.
Mark : Üzgünüm geciktim. Bir problem yoksa gidelim mi?
Sadece kafa salladım.
Elleri saçlarıma gittiğin de yüzüne baktım.
Mark : Yine saçlarını kurutmamışsın. Hasta olacaksın.
Rose : Olmam ben.
Mark : Ol. Sıkıntı değil. Olursan annem ve ben sana bakabiliriz. Hem de birlikte daha çok vakit geçiririz.
Bu dediğine istemsizce gülümsemiştim. Çocuk gibiydi ve onun her şeyi olumlu düşünmesini seviyordum.
Rose : Aptal...