Bu bizim ilk deneyimimiz. Hatalarımız varsa affola. İyi okumalar ^_^
Loş ışıklar ve karşında tüm ihtişamıyla duran Eyfel'i çimlere uzanıp saatlerce izlemek... Harika değil mi?
Barın için bu o kadar da harika değildi. Tamam harika ama bu düşünceler içinde kesinlikle değil!
Doğrulup sıkkın bir nefes verdi. Bir ay sonra okullar açılıyordu ve o son sınıf oluyordu.Nakil olduğu için yeni bir hayata başlaması gerektiğinin farkındaydı.
Halasının yanında ömür boyu kalamazdı sonuçta. Bir hayatı vardı. Hem annesi ve babasını da özlemişti! İlla Bursa'ya dönecekti.Düşüncelerinden sıyrılıp sırt çantasından eskiz defterini ve resim kalemini çıkartarak o muhteşem görüntüyü çizmeye başladı. Barın'ın hayatta hayran olduğu birinci şey Eyfel kulesi, ikincisi ise kendisiydi. Öhm, neyse.
Çok sık gelirdi buraya. Öyle ki yanından gelip geçen insanlar selam verir olmuştu ona. Koskoca bir şehrin merkezinde olmasına rağmen sanki en tenha yerdi orası Barın'a göre. Sadece orada özgür hissediyordu. Sadece orada aldığı nefesler nüfuz ediyordu ciğerlerine. Burayı çok özleyecekti. Öyle ki anne babasının ısrarları olmasaydı bir ömür yaşayabilirdi bu büyülü şehirde. Halasının canına minnetti zaten. Üç yıl önce ölen eşi ve oğlunun yokluğunu, Barın bir nebze de olsa azaltabiliyordu.
Sonra düşündü, halasını nasıl bırakacaktı ki? Yanaklarını şişirip elleriyle yanaklarını patlattı. Ardından çizmeye devam etti. Evet hem çizer hem düşünürdü Barın. Çizimini bitirmeye yakın ufak çaplı bir aydınlanma yaşayarak dedi ki ; ilerde bir sevgilim olursa, onu ilk halama getireceğim.
Sonra düşüncelerine ara verip defterinin üstüne kafasını koyup kaldı öyle saatlerce.
Eğer telefonu ısarla titremeseydi bir iki saat daha kalırdı ya, neyse. Parıldayan ekrana baktığında, çok sevgili (!) arkadaşı Arda'nın aradığını gördü. Sinirlenmesine engel olamadan açtı telefonu. "Ne var lan şuursuz herif. Bilmiyor musun bu saatlerde rahatsız edilmekten nefret ettiğimi!?" Arda'dan bir süre ses gelmeyince kapatığını sandı. Tam sövmek için tekrar ağzını açacaktı ki, Arda konuşmaya başladı. "Abi bak şimdi. Söyleyeceklerimi panik yapmadan dinleyeceksin. Fevri davranmak da yok. Tamam mı?" Arda'nın ciddi konuşmasıyla Barın afalladı. Normalde iki kelimesinden üçü dalga konulu olan arkadaşı bir anda ciddileşince haliyle telaş yapmaya başlamıştı bile. "Olum uzatma da söyle işte. "Bir anda bin bir türlü şey düşündü. Teyzesini düşündü, ona birşey olduğunu. Rüştü'yü düşündü, o pezevengin bulunduğunu. Çatılı kaşlarla telefondan gelecek tek bir cümleyi bekledi. Saniyeler, saatler gibi geldi o an Barın'a. Sinir kanına hızla yayılmaya başladığında telefonun karşısından sıkıntılı nefesler ulaştı kulağına.
Ve sonunda o ısrarla beklediği yıkıcı cümle. Düşündüğü tüm kötü senaryolardan da kötü bir gerçeklik... "B-baban hastaneye k-kaldırılmış"
Duyduklarıyla histerik bir kahkaha atmasına engel olamadı. Arda'dan ses gelmeyince süzülmek için fırsat kollayan yaşlar doldurdu gözlerini. Doğru olduğunu bildiği halde araladı dudaklarını. "Güzel şakaydı. Bir daha yaparsan sikerim yedi ceddini."
Arda ne diyeceğini bilemeden "Aysel teyze ve ben seni evde bekliyoruz, hızlı gel." diye yanıtladı onu ve derin bir nefes verdi.Barın telefonu kapattıktan sonra göz yaşlarını titreyen ellerinin tersiyle sildi. Eşyalarını hızlıca toparlayıp küçük sırt çantasına tıktı. Paris'in boş sokaklarında koşarak evinin yolunu tuttu.Neyse ki kuleye çok uzak değildi halasının evi. On dakika kadar koştuktan sonra nefes nefese durdu yaşadığı apartmanın kapısında. Diyafondan zile basarak demir kapının açılmasını bekledi bir kaç saniye. Ardından gelen 'klik' sesiyle binadan içeriye adımladı. Geldiği hızda çıktı merdivenleri. Kapıda bekleyen halası ve Arda üzgün gözlerle Barın'ı süzerken Barın, "ne olmuş babama? Çok mu ciddiymiş durumu?" diye sordu korku dolu gözlerle.
Aysel hanım biraz bekledikten sonra titrek bir nefes vererek "Bilmiyorum. Annen konuşmuyor kuzum. Oraya gidince öğreneceğiz." dedi. Arda hemen odaya koşup iki tane büyük sırt çantasıyla kapıda tekrar belirdi.
Çantalardan birini Barına uzattığı sırada seri adımlarla merdivenleri inmeye başladılar. Barın çantayı aldı ve apartmanın çıkışına doğru attı büyük adımlarını. Halası kapıyı kilitleyip arkalarından geldiğinde Arda'ya, "Arda, oğlum sen kullan arabayı. " deyip Barın'ın koluna girdi. Arda 'olur' anlamında kafa sallarken Barın arka koltuğa kendini atmıştı bile.Hızla kapanan kapıdan halasının da arkaya oturduğunu anladı. Biliyordu. Onu teselli etmek için oturmuştu oraya. Halası arka koltuğa asla binmezdi ki. Üç yıldır sadece ön koltuğa oturmuştu. Eşini ve oğlunu kaybettiği kazada arkada oturuyordu çünkü. Kafasını çevirdiğinde kendine baktığını gördü ikinci annem dediği kadının. Bir şey söylemedi. Ağzını açıp da konuşamadı. Ağır geldi kelimeler o an Barın'a. Rüya olsun istedi. Her zaman ki gibi halası onu tatlı uykusundan uyandırsın istedi. "Barın! Hadi kalk halacığım. Kahvaltı hazır!" diye neşeyle şakısın istedi yine.
Ama olmadı. Ne halası uyandırmaya geldi, ne de o lanet alarm devreye girdi. Her gün alarma söverek uyandığı lanet okul zamanları olmasını istedi o an. Sonra halası Barın'ın saçlarına attı titreyen parmaklarını. Barın'ın irkildiğini gördüğünde "Şşşt." diyerek yatıştırmak istedi ve tekrar okşadı o ipek hissi veren saçlarını. "Üzülme diyemem. Üzül Barın." Barın halasına döndü meraklı gözlerle. Sonra halası devam etti "Ama içine atma paşam. Anlat. o senin baban. De ki bana 'çok üzgünüm hala, korkuyorum' de, ama birşey söyle. Çünkü o senin baban, benim de abim. Seni en iyi ben anlarım. Ya da zorlanırsan anlatma, sadece ağla.İçinde kalmasın halam. Akıt zehrini omuzlarıma."
Bunu beklermiş gibi atıldı halasının kollarına Barın. Sımsıkı sarıldı. Canını çıkarmak iter gibi sanki. Hafif nefesi sıkıştı cılız kadının. Ama ses etmedi. Canından çok sevdiği, oğlu bildiği yeğeni karşısında hıçkıra hıçkıra göz yaşı dökerken nasıl ağzını açıp konuşurdu. Canından can giderken nasıl dökülürdü kelimeler dilinden. Sırtını sıvazlamaya başladı can parçasının. Öyle kaldılar bir saat kadar. Barın ağladı, halasının kalbine battı. Bir süre sonra ağlamaları iç çekişlere bıraktı yerini.
Barın uyumuyordu. Sadece gözleri kapalıydı. Halası Barın'ın saçlarını okşadı "kalk kuzum hadi, havaalanına geldik bak." Barın hemen gözlerini araladı. Hafifçe dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Arabadan inip uçağa bindiler.
Ölü gibiydi Barın. Birkaç yıl önce ki haline geri dönmüştü sanki. Hissetmiyordu. Hissedemiyordu. Çektiği acı öldürmüştü sanki kararmış kalbini. Uzun zamandır bu kadar üzülmediğini fark etti o an. Ne kadar bencilim dedi içinden. Onca güzelliğe sahipken, sadece yaşadığım acıları benimsedim. Gülmek için tonlarca sebebe sahipken kötü anılarıma yer verdim hep zihnimde. Bir kez daha pişman oldu. Bir kez daha vurmak istedi kafasını duvarlara. Aklından geçenleri dizginleyemeyince başına giren ağrıyla, yavaşça kapandı titreyen göz kapakları.
Ölemiyorsam uyurum bende diye düşündü. Madem geberemiyorum, kısa süreliğine de olsa tüm acılarımı siktir ederim aklımdan...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE İLLEGAL LOVE ( GAY )
Teen FictionLegal bir dünyada, illegal bir aşkın zehirli filizlerini acemice büyüten, başını sonunu düşünmeden birbirine tutulan iki adam. İki beden. Ve iki bedende tek yürek...