O yeşil gözleri bir kez daha görmek kalbime bir ok saplanmış gibi hissetmeme neden oldu. O gözler benim giremediğim o orman kadar karanlık, uzak ama ilgi çekiciydi. Hiç orda olamasamda hep isteyeceğim bir yer olacaktı onun gözleri.
Bana bakarken gözlerinde her duyguyu taşıyordu. Ama hiç bir şey yapamıyordu sonuçta prensleri gelmişti. Gerçi bir tek onun başının eğik olmaması hala benim kim olduğumu bilmemesinden kaynaklanıyordu muhtemelen.
Ağabeyim dik dik ona bakarken bile hala bana bakabiliyordu. En son ağabeyim dayanamamış olacak ki konuşmaya başladı.
"Sen neden geldin buraya ?"
Yeşil gözlerini birden ağabeyime çevirdi o an kalbime saplanan ok bir anda çıktı. Nefes alıp vermeye başladım ve bunu daha yeni fark etmiştim o bana bakarken bir an bile nefes almamıştım. O aldığım nefes boğazım da kalan bir yemek kadar acı vermişti bana ve bir anda öksürmeye başladım. Edward'ın ve onu yeşil gözleri bir anda bana döndü ağabeyim telaşla masaya ilerleyip sürahiyi aldı bardağa su doldurup bana uzattı.
"Al şunu iç Adreanna."
Adımı duyduğu an gözleri benden ayrıldı ve yerle buluştu. Kafasını iki yana salladı belli ki bugün yaptıklarının bedelini biliyordu.
"İyi misin?"
"İyiyim Edward."
"Tamam."
Başımı salladım. Edward da arkasını dönüp masaya doğru ilerledi. Bende yavaşça cama gittim ağabeyimin camları ormana değil denize bakıyordu ama şu an ihtiyacım olan karanlık bir orman değil engin bir maviydi zaten ve buna da sahiptim.
Arkadan gelen sesler boğuk geliyordu ama bir ses o kadar tanıdıktı ki o boğukluğun içinden kendini belli ediyordu.
"Babanız bunu bilmiyor."
"Ne demek bilmiyor."
"Bir haftadır burada değillerdi biliyorsunuz geldiğinde de rahatsız edilmek istemediğini söylediği için haber veremedik. Ama daha fazla zaman kaybedemeyiz."
"Elbette beklemeyeceğiz."
"Ne yapmamızı emredersiniz?"
"Babam ile ben konuşacağım. Siz görevinize dönün."
Her zaman bu konuşmalar bana itici gelmişti. Emir cümleleri. Her biri birbiri ile mücadele içinde. Buna rağmen herkes bu cümleleri eksiksiz uyguluyordu.
"Duydunuz herkes görevinin başına."
Bu onun sesiydi hala ismini bilmediğim gözlerinde benim karanlık ormanımı sahiplenen muhafızın. Başımı hafifçe arkama döndürdüm. Askerler teker teker çıkıyordu dışarı. Bütün askerler çıkana kadar yeşil gözlü muhafız bekledi en son o çıkarken başını kaldırdı göz göze geldik. Ama sabah ki cesareti gösterip bakmaya devam etmedi gözlerini kaçırıp dışarı çıktı kapıyı kapadı. Bende hemen cama dönüp dışarı seyretmeye devam ettim.
Ağabeyimin yanıma geldiğini fark etmemiştim. Elini omzuma değdirince irkildim. O da irkilmeme bir an şaşırdı ama fazla üzerinde durmadı.
"Ne oldu?"
"Ne demek ne oldu?"
"Neden geldiler ne olmuş önemli bir durum mu?"
"Asiler yine ortaya çıktılar."
Ben bir şey demeyince devam etti.
"Batıda ki yerleşim de ortaya çıkmışlar."
"Babam onları güneye sürdü batı da ne işleri var."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum Kraliçe
Historical FictionTek zafer masumların masum kalabildiği bir dünya yaratmaktır.