Birine aşina olmak, o kişiyi tanıdığını söylemek için yeterli midir?
Onlarca yıldır tanıdığınız birini tamamen anlayabilir misiniz?
Bütün bunlara rağmen daha ilginç bir soruyla başlayalım hikayeye.
Kendinizi en iyi tanıyan yine siz misiniz?
Farklı insanlarla tanışır, konuşur ve anlaşmaya çalışırız. Onlar bizi belki farklı, belki benzer yönlerimizle görürler. Öyleyse onlar için aynı kişi miyiz? Neden bir diğeri bizden nefret ederken, başkası için vazgeçilmez oluruz?
Düşüncelerin karmaşası, hayatın çözülmez düğümü. Kimse sizi tam olarak anlatamaz, siz kimseye kendinizi tam olarak anlatamazsınız. Ya da anlatmazsınız. Bir kitabı okurken yazarın hislerini, düşüncelerini değil, kendi anlayışınızı göz önünde bulundurarak her şeyi yorumlarsınız.
İnsanlar da böyledir. Siz ne anlatırsanız anlatın kendi anlamak istedikleri gibi anlar ve yorumlarlar. Biri için anlaşılmaz iseniz sinir bozucu, belki korkutucu olursunuz. Diğeri için oldukça sıradan, belki hatırlamaya bile değmeyecek birisi.
Bu karmaşanın pençelerinde, düşüncelerin sağanağına tutulmuş bir diyara gidelim.
Lotus Körfezine..
Hafif esintili bir bahar gününe, çocukların oradan oraya koşturup oyun oynadığı sabah saatlerine.
Balıkçılar eşyalarını teknelerine, kayıklarına yüklüyor ve küreklerine asılıp körfezden ayrılıyordu. İskelelere vuran sakin dalgaların sesleri insanlara huzur veren şarkılar gibiydi, Kutsal Ağacın koca bir şehri sarmalayan dalları rüzgarın nezaket dolu nefesiyle mırıldanıyordu.
Maceraperestler zırhlarını, silahlarını kuşanıp yeni bir günün avı için ayrılmaya hazırlanıyorlar ve yoldaşlarıyla sohbet ediyorlardı. Şehir meydanında canavar pullarıyla süslenmiş bir tabela vardı, üzerinde belirgin harflerle "Lonca Binası" yazıyordu. Normal insanlar yeni bir görev isteği vermek dışında pek uğramaz bu görkemli yapıya. Oysa bugün özel bir gün.
On yılda bir Kara Lotus Klanı için alımlar yapılırdı, sonunda kapılar açılıyordu. Çocuğunun kabul edilişiyle böbürlenmek ve göğüs germek isteyen bir yığın anne baba, hayaller ve arzular denizinde sürüklenen insanlar. Kalabalık eziciydi, sabırsız bir sürü insan meydanda toplanmıştı.
Şehir dışından, uzak mı uzak başkentten bile yığınla insan gelmişti. Kara Lotus'a katılmak gerçek bir onur, prestijdi. Efsanelere konu olan ustalardan biri olabilmek için koca bir fırsattı.
Homurdanan maceraperestler tarafından itile kakıla geriye atılan bir genç adam vardı meydanda. Buna rağmen yüzündeki heyecan gizlenemiyordu.
Çok uzun boylu değildi. Vücudu yapılıydı, şekilli bir yüzü ve minik bir burnu vardı. Hafif çekik gözlerinin ardında bütün dünya üzerine yıkılsa bile umudunu kaybetmeyecek kadar parlak, hevesle bakan hiç büyüyememiş bir çocuğun gözleri vardı. Uzun saçları bir topuz olarak, bir de sırtının hizasında iki gümüş tokayla düzensizce bağlanmıştı. Zarafet konusunda pek becerikli olduğunu söyleyemezdiniz. Üzerinde kırmızı, soluk işlemeleri olan kurdelelerle bağlı siyah kumaş bir ceket, içinde de ince bez bir gömlek vardı. Yamalı bez pantolonu ve kenarları açılmış çizmeleriyle, üstü başı bu haldeyken yeni gelmiş bir bahar sabahının bu saatlerinde üşümemek imkansızdı. Hafiften kızarmış minik kulakları ve burnu üşüdüğünü anlatmaya yeterdi.
"Çekil şuradan Yuren, sanki klana katılmayı başarabilecekmiş gibi yer kaplıyorsun meydanda!"
"Herkesin sınavlara katılmaya hakkı var, ben neden katılamayacakmışım?"
Yuren diğer gençler tarafından itilip kakılsa bile yerini korumaya devam ediyordu. Bütün gece gözüne bir yudum uyku girmemişti, o da sabahın köründe meydana çıkıp beklemeye karar vermişti. O buradayken daha bir avuç insan meydandaydı. Yerini başkalarına vermek istemiyordu.
"Tarlalarda köle gibi koşuşturmaktan, aptal bir flütü çalmaktan başka bir şey bildiğin yok! Niye seni koskoca Kara Lotus'a kabul etsinler ki? Hah!
"İyi dedin Punak! Hahaha!"
Punak bizzat krallık tarafından atanmış düşük derece soylulardan birinin tek çocuğuydu. Yaşına göre uzun boylu, zarif ve olgun görünüyordu. Başkente bu kadar uzak şehirlerde soylulara pek rastlanmazdı. Ailesi şehirde saygı gördüğü için ve babası tarafından bir güzel pohpohlanıp şımartıldığı için her zaman yaşıtlarını ezikleyip duran kibirli bir genç adam oldu.
Punak ve tayfası Yuren'i itip kakmaya çalışırken biri Yuren'in omzuna elini yerleştirdi ve konuşmaya başladı.
"Baban bile çok becerikli bir büyücü sayılmazken milletin tepesine çıkmak sana düşmez, değil mi Punak?"
"Seni! Kendini bir şey sanma Bo Nan, bu lafların hesabını vereceksin!"
Punak ve tayfası Bo Nan'dan çekinip sıraya geri girmişti.
Bu soğuk yüzlü, kar beyazı yayıyla ortalığı birbirine katan kadın Bo Nan'dı. Şehirde adını bilmeyen maceracı yoktu. Narin bir buzun hiç erimeyen güzelliği ve hırçın bir kışın dehşeti saklıydı onda. Şehirde onun okçuluk yeteneğiyle aşık atabilecek kimseler yoktu. Buz elementine yatkınlığı yüksekti. Elindeki yayı her çekişinde korkunç bir tipi yaklaşıyormuş gibi uğultular duyulurdu.
"Sözlerine kulak asma Yuren, her zaman böyleydi."
"Mhm, önemi yok Nan abla."
Yuren silik bir gülümsemeyle Bo Nan'a karşılık verdi. Belindeki kuşağa sokuşturduğu kırık bambu flüte parmaklarının ucuyla dokundu ve anılara daldı.
Yıllar önce..
Yağmurlu bir akşam, yaşlı bir balıkçı soluk ışıkların Kutsal Ağacın dibinde dolandığını gördü. Bu durum yaşlı adamın ilgisini anında çekti, kimse orada ateşle oynamaya cesaret edemezdi.
Hızlıca döndü ve kürek çekmeye başladı. Kıkırdayan çocuk sesleri zihninde yankılanıyordu, kapalı havalarda periler çok nadir ortaya çıkardı. Yağmur yağarken uyumayı çok severlerdi.
Yaşlı adam adacığın kıyısına vardı ve ağacın dibine doğru yürüdü. Yaklaştıkça minik tınılar ve uğultular duyuyordu. Bacakları titriyor, sanki yağan yağmur derisini geçip göğüs kafesine yağıyordu. Kendini devasa bir avuç tarafından yakalanmış gibi hissetmişti. Ağacın dibine vardığında, periler onu gördü ve kenara çekilerek yol açtı.
Kocaman lotus yapraklarına sarılmış bir şey vardı. Narin taç yapraklarının pembe rengi kanla kaplıydı, yaşlı balıkçı yaklaşıp yaprakları araladığında dünyalar tatlısı bir bebek buldu. Kana bulanmış çarşafa sımsıkı sarılmış, hırıldayarak uyuyordu.
Yaşlı adam onu büyütmeye karar verdi. Bir gece yağmurunda bulduğu için ona Yuren¹ adını verdi, bir anneyi aratmadan bu küçük bebeğe sahip çıktı. Minik Yuren'e akşamları hikayeler anlatır, onu perileri görmeye götürürdü.
Perilerin derin şarkıları bu yaşlı adamı ve kucağındaki bebeği gördüklerinde su damlalarının sakin suya düşüşü gibi yankılanır ve ninnilere dönüşürdü.
1. Yuren: Gece Yağmuru