3 • kaçak serçeler

864 129 93
                                    

Üçüncü bölüm: Göğsümden kaçan bir serçe

Sandığımın aksine, yani ne sanıyordum bilmiyordum, küçük bir çocukla koca şehir yan yana getirildiğinde, çocuk toz zerresi kadar değersiz ve fazlalık değil miydi? Kendimi koca adam sanıyordum işte, ben kendimi şehirden ve insanlarından o kadar üstün görüyordum ki, yavaştan tüm cesaretimin ve yersiz özgüvenimin sömürülmesine engel bile olamıyordum.

Caddelerce yürümüştüm. Renkli tabelaları arkamda bırakasıcaya dek yürümüş, sokaktan sokağa sapmış, binaların aksine belki üç, belki dört katlı binaların olduğu bir sokağa girmiştim. Caddelerin gürültüsü duyulmaksızın upuzun bir sokaktı bu, kaldırımlarda biraz biraz topluluklar vardı, anlamsızca konuşuyorlardı, geride bıraktığım bir parkta şarkı söyleyen koca adamlar vardı, kimselere bakmadan sokağın sonuna dek yürümeyi umut ediyordum, bu yüzden başımı kaldırmadan sadece kulaklarımı etrafa dikerek hızlı hızlı yürümüştüm.

Şehir sanki zengin sokaklardan fakir semtlere doğru eğriliyor gibi gelmişti, çeşit çeşit dükkanları olan, koca binalara sahip, insanların en kalabalık olduğu yerlerden hiç ses seda çıkmayan bir yere gelişimi anca böyle yorumlayabilirdim. Oysa yaşadığım yerde tüm evler özenli ve düzenliydi, bahçeleri vardı, meyve ağaçları, hiç olmadı demir balkonundan sarmaşıklar dökülen daireleri vardı. Yalnızca yıkıntı ve döküntüden ibaret bir yere gelişime o kadar üzülmüştüm ki, aynı zamanda tırsmıştım da, hemencecik geldiğim yolu geri dönmek istemiştim. Daha fazla ilerlemeden arkamı döneceğim vakitte iki karartı görmüştüm uzaktan, gölgeleri belki beş adım ötemde kıpırtısızca bekliyordu, kaçmalıyım diye düşündüm, kaçmalıyım, kaçmalıyım, kaçmalıyım.

Akılsız olabilirdim bu akılsızlığım sadece derslerime yetmiyordu; iyi bir öğrenci, iyi bir kardeş, iyi bir evlat değildim. Peşimde dolandıklarından adım kadar emindim, belki öldüreceklerdi beni, belki bu şehire ait değilsin diyip de döveceklerdi, belki de sandığım gibi değildi, öylece beliren karartılardı işte. Eğer arkamdan uzanan elin omzumu dürttüğünü hissetmeseydim hızlı adımlarla buradan topuklar giderdim ama dedim ya akılsız biriydim, arkamı döndüğüm gibi çirkin bir suratla karşı karşıya halde kalınca nefesim kesilmişti.

Ne konuşmaya zamanım oldu, ne yüzlerini ayırt edebilmeye, yalnızca üç kişi etrafımı sarmıştı; biri çantamı çekiştirirken diğeri kollarımı arkaya doğru sıkıştırmış canımı yakıyordu, karşımdaki çirkin surat şortumun ceplerine uzanmaya çalışıyordu. Çığlık atmaya çalışmaktan boğazımın yandığını hissediyordum, saçlarım sürekli çekiştiriliyor, bazen yanağıma tokatlar iniyordu, her şeye rağmen tertemiz kalan ceketim buruşmak üzereydi, tek istediğim bana kalan son kıyafetlere, son paraya, son hevese ve heyecana dokunmamalarıydı.

"Tanrı korusun, tanrı korusun, tanrı korusun-" Söyleyebildiğim tek şey bunlardı; tanrı korusun, tanrı korusun, tanrı beni insanların gazabından, şehvetinden ve hırsından korusun, tanrı korusun.

Arkamdaki pis nefes,"Ne diyor bu?" diye sorduğumda gözlerimi yummuş dizlerimin üzerine düşmüşken iki büklüm bir halde tekrar ediyordum; tanrı korusun, tanrı korusun!

"Bilmiyorum," lafı duydum, gerisini duyamamış bir tekmeyle başımı düşürmüştüm zemine, "delirmiş."

Ne desem nafileydi. Buraya ait olmadığımla ilgili sayacakları değişik aksanlı cümleleri bekledim, konuşmalarını duyamadım bile. Tokatlar indi, saç tellerim avuçlarında kaldı, ayakkabımın teki uzağa uçtu, parmaklarım bükülüp durdu, dizlerim asfalta sürtünmekten yara oldu, cebimdeki son para avuçlarına düştü, ceketimi bir kolunu yırtık halde öylece bırakıp gittiler beni.

tatua • yoonmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin